Geçen haftaki yazımda muhalefetin içinde bulunduğumuz demokrasiyi yeniden inşa sürecini “ben değil biz diyerek” ve “demokrasi ve sosyal adalet taleplerini birleştirerek” yönetmesinin tarihsel bir sorumluluk ve fırsat olduğunu yazmıştım. Eğer bunu gerçekleştirebilirse Türkiye demokratik dünyanın çok ihtiyaç duyduğu bir olumlu örnek olabilir.[1] Bu ikinci yazıda bunu başarmanın ve bir demokrasi bloğu oluşturmanın diğer boyutları ve gereklilikleriyle devam etmek istiyorum. Uzlaşmaya dayalı yeni bir siyaset biçimini geliştirmek ve sürdürebilmek Bugün Türkiye için en umut verici faktör, muhalefet partilerini yöneten kadroların çoğunun, demokrasiyi inşa etmek için, asgari müştereklere ve somut ortak hedeflere dayalı yeni siyaset pratikleri geliştirmek çabası içinde olmaları. Çünkü eğer eski siyaset biçimlerinde ısrar ederlerse sonucun karanlık ve otoriter bir rejimin yerleşmesi olabileceğini, gittikçe daha çok görüyorlar. Tam da bu nedenle, bugün yerleşen ve büyüme sürecinde olan Millet İttifakı’nda pratiğini geliştiren sağ-sol işbirliği sadece Türkiye değil dünya demokrasisi için de çok önemli bir deneyim oluşturuyor. Demokrasi ve hukuk istemek ile bunu sağlayacak sistemi inşa etmek ayrı şeyler. Demokrasi ve hukuk devletini kurmak farklı olanla, rakip olanla, geçmişe hatta geleceğe farklı pencerelerden bakanlarla asgari müştereklerde uzlaşmayı gerektiriyor. Bu asgari müştereklerin başında da tabii temel hak ve özgürlükler ile siyasal sistemin herkes için geçerli kuralları geliyor. Bu da dünyanın hiçbir yerinde kolay olmuyor. İnsanlar kendileri ve benzerleri için demokrasiyi arzulamakta zorlanmıyorlar. Ama başkalarıyla ve farklı olanla eşit haklara sahip olmak söz konusu olunca kafalarındaki “fakat ve acaba”lar ön plana çıkıyor. Tam da bu nedenle, 2018 itibarıyla dünyadaki ülkelerin aşağı yukarı yarısı iktidarı serbest seçimlerle belirleyen seçimsel demokrasiler olarak kabul edilebilirken, sadece beşte biri aynı zamanda vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerini koruyabilen özgürlükçü demokrasi olmayı başarabilmiş durumda. [2] Kaldı ki özgürlükçü demokrasilerde de hala eşitlik ve hak sorunları yaşayan birçok grup var. Demokrasi için sadece anlaştıklarımız ve sevdiklerimizle değil, aynı zamanda anlaşamadıklarımız, geçmişe dair bagajları olan, hatta sevmediklerimiz ile empati kurma ve uzlaşma çabası çok önemli. Ama bazen de, demokrasi empati ve uzlaşmadan değil de, uzlaşma ve empati demokratikleşme pratiğinden büyür. Demokrasiyi inşa ederken ortak hedefler için beraber çaba gösterdiklerimizle empati ve güven de kurmaya başlarız. Bir gün bakarız ki anlaşmazlıklarımız o kadar da büyük değilmiş ve ortak yaşamak mümkünmüş. Bu nedenle Millet İttifakı’nı sadece bir seçim ittifakı olarak değil bir demokrasiyi inşa pratiği olarak görmek gerekiyor. Sadece parti aidiyetleri temelinde değil demokrasi ve adalet özlemleri temelinde okumak gerekli. Cumhur İttifakı’nın oluşturduğu ve alenen savunduğu otoriter rejim bloğunun karşısında, demokrasiyi yeniden inşa etmek için gerekli gücü ve uzlaşmayı bulmak çabasındaki bir demokrasi bloğunun nüvesi, veya parçası olarak görülmeli ve desteklenmeli. Geçen hafta bir demokrasi bloğunun oluşması açısından ülkenin en büyük üç muhalefet partisinin liderleri önemli ve olumlu açıklamalar yaptılar. Kemal Kılıçdaroğlu, Millet İttifakı’nın kararlarını eşitler arasında uzlaşma temelinde alacağını ve amacının, ülkeyi otoriter bir yönetimden kurtararak herkesin hakkına sahip çıkan adil bir sistem kurmak olduğunu sürekli vurguluyor. Geçen haftaki önemli bir açıklaması da, ortak cumhurbaşkanı adayının farklı partilerden yardımcılarını, belki bakanlarını önceden açıklayabileceği, yani ortak bir ekip ile seçime gidebileceğiydi. CHP’nin yakında açıklayacağı ve diğer partilerin benzer önerileri ile beraber konuşacağı açıklanan Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerisinin, tarafsız cumhurbaşkanı ve yargı bağımsızlığı yanında, “vatandaşa yasa önerme hakkı” ve “yurtdışı seçim bölgesi” gibi önemli katılımcı ögeler içerdiği medyada yer aldı. Meral Akşener, yine uzlaşmacı karar almayı vurgularken, Millet İttifakı’nın Deva ve Gelecek partileriyle genişleyebileceğini ima etti. Mithat Sancar ise demokrasi bloğunun siyaset alanını genişleten beş önemli açıklama yaptı: HDP’nin Millet İttifakı’na veya başka bir seçim ittifakına dahil olmayı istemediğini; seçimlerde uygun bir ortak cumhurbaşkanına adayına destek konusunda konuşmaya hazır olduklarını; demokrasi ittifakı ile seçim ittifakının farklı olduğunu  ve birincisi kapsamında seçim öncesinde otoriterleşmeye dur demek ve seçim sonrası demokrasiyi kurmak için ortak hareket edilmesi gerektiğini; bu hedefler doğrultusunda HDP’nin başka meseleleri bir kenara koyacağı ve isteklerinin “yok sayılmamak” yani diyaloğun parçası olmak olduğu. Bu tercihler uygulandığı ölçüde, Millet İttifakı’na ve demokrasi bloğuna, seçim sonrası uygulamakta mutabık kaldıkları politikaları belirlemeye ve halka ortak bir dille ve etkili kanallardan anlatmaya daha fazla odaklanma fırsatı veriyor. Olağanüstü iç ve dış gelişmelere hazır olmak Tüm bunlar bir demokrasi bloğunun daha alması gereken çok yol olduğu, ve bir demokrasi mutabakatı oluşturmak için önündeki fırsat penceresinin ilelebet açık kalmayacağı gerçeğini de değiştirmiyor. Seçimlere kadar ve sonrasında, birçok “olağanüstü” zorluk belirebilir. Haziran 2015 seçimleri sonrasındaki gelişmeleri ve sonuçlarını demokrasi ve sosyal adalet isteyenler kadar otoriter bir rejim isteyenler de elbette hatırlıyor. Dolayısıyla, örneğin Filistin-İsrail çatışmasındaki tırmanmanın tetikleyebileceği, iç siyaseti de etkileyebilecek bölgesel krizleri nasıl yöneteceğine, nasıl tepkiler vereceğine bugün hükümet kadar muhalefet partileri de önceden kafa yormak ve hazır olmak zorunda. Demokrasi-hukuk ve iş-aş taleplerini birleştirmek İçinde bulunduğumuz kriz ortamında halkın büyük çoğunluğunun önceliği haklı olarak, soyut anlamda demokrasi ve hukuktan önce, geçim derdi ve sosyal adaletsizlikler. Ama bir yandan da son dönemde iktidar, siyasal sistemin otoriterleşmesiyle halkın maddi kayıpları arasındaki neden-sonuç ilişkisini saklamakta zorlanıyor. CHP’nin “128 milyar Nerede?” kampanyası oldukça ses getirdi ve iktidar etkili bir yanıt veremedi. Bunun yanında organize suç örgütü liderlerinin videoları, iktidar içindeki her biri ekonomi için bir kara delik gayrımeşru güç ve rant kavgalarını açıkça gösteriyor. Yani öncelikle demokrasi ve hukuk diyenlerle iş ve aş diyenlerin hassasiyetleri arasında sık rastlanmayan bir potansiyel örtüşme gerçekleşmiş durumda. Muhalefet partileri bir demokrasi bloğu oluşturabilmek için bu ikisi arasındaki ilişkiyi topluma en net ve somut biçimde anlatmalı. Yolsuzlukların ve gayrımeşru ortaklıkların bu kadar kontrolden çıkmasının önemli bir nedeni hiç kuşkusuz otoriter başkanlık sistemi. Dolayısıyla muhalefetin önerdiği güçlendirilmiş parlamenter sistem mutlaka nispeten daha denetlenebilir bir devlet ve önemli bir iyileşme yaratacaktır. Ama yeterli olur mu? 1997 Susurluk skandalının da, AKP’nin bugünkü iflasa yol açan erken dönem politikalarının da parlamenter sistem dönemlerinde gerçekleştiğini unutmamak gerekiyor. Dolayısıyla muhalefetin demokrasinin yolsuzluk ve yoksulluk kısır döngüsüne nasıl ilaç olacağını en somut ve nokta atışı demokratik reform önerileriyle anlatması, bunu da ortak bir dille yapması gerekiyor. Diğer boyutlar ve yapılabilecekle gelecek yazımda devam edeceğim.
[1] Türkiye karşılaştırmalı siyaset biliminde de özelliklerini daha yeni öğrenmekte olduğumuz, (kusurlu da olsa) asgari standartlarda bir demokrasiyken kademeli bir şekilde “rekabetçi otoriter” bir yönetim tarzına gerilemenin en erken örneklerinden biri oldu. Örneğin Macaristan bu sürece son on yıl, Polonya ise son beş yıl içinde girdi. Bu iki ülkede de demokratik muhalefet bu geri kayma sürecinin en yıkıcı sonuçlarını yaşamaya başlamadan önce otoriterleşmeyi durdurmaya çalışıyor. Türkiye ise bu sürece 2000’li yıllarda başladı ve yıkıcı sonuçlarını da daha erken yaşadı. Bir önceki yazımda belirttiğim gibi 2018’den beri asgari standartlarda da olsa demokrasi kabul edilmiyor. 2019 yılından beri ise muhalefetin eylemleriyle henüz demokrasiyi yeniden inşayla sonuçlanıp sonuçlanmayacağını bilmediğimiz bir değişim sürecine girdiği söylenebilir. [2] Anna Lührmann, Marcus Tannenberg, and Staffan I. Lindberg. "Regimes of the World (Row): Opening New Avenues for the Comparative Study of Political Regimes." Politics and Governance 6, no. 1 (2018): 60-77. https://doi.org/10.17645/pag.v6i1.1214.