Bazı çevreler Atatürk'ü adeta tek başına ülkeye çağ atlatmış ve dolayısıyla yaptıkları eleştirilemez bir lider olarak lanse ediyor. Bu yüzden, geç Osmanlı toplumunda başlayan ve kendisinin de mensubu olduğu modernleşme hareketini hızlandırdığı es geçiliyor.
Geçen haftaki yazımda Türkiye'de özellikle son 30 senede Mustafa Kemal algısının büyük oranda değiştiğinden ve bu konuda yapılan tartışmaların bir uç noktadan diğerine savrulduğundan bahsetmiştim.
[1] Ne yazık ki, ölümünden 80 seneyi aşkın zaman geçmesine karşın Mustafa Kemal hakkında dengeli, nesnel ve tutarlı analizler yapılmakta hâlâ zorlanılıyor.
Bazı çevreler Atatürk'ü adeta tek başına ülkeye çağ atlatmış ve dolayısıyla yaptıkları eleştirilemez bir lider olarak lanse ediyor. Bu yüzden, geç Osmanlı toplumunda başlayan ve kendisinin de mensubu olduğu modernleşme hareketini hızlandırdığı es geçiliyor.
Öte yandan, özellikle muhafazakâr çevrelerde Mustafa Kemal'in otoriter bir rejim inşa ederek halktan kopuk ve halka tepeden bakan kişisel yönetim kurması sıklıkla eleştiriliyor; sanki geç Osmanlı döneminde yürütülen reform süreci halkın onayı alınarak yürütülmüş ve ülkede köklü demokratik gelenekler varmış gibi. Mustafa Kemal'i otoriter olmakla eleştirenlerin çoğunun çağının koşullarında bile şaşırtıcı derecede baskıcı bir yönetim kuran II. Abdülhamid’e övgüler dizmek için sıraya girmeleri ise ayrı bir tutarsızlık.
Ne yazık ki, bu iki grup da Mustafa Kemal'i o dönemin siyasi ve toplumsal dinamikleri ve uluslararası koşullar ışığında belli kısıtlamaları ve imkânları olan bir lider olarak değil, her şeye gücü yeten ve her istediğini yapan bir siyasetçi olarak okuyor. 1980'li yıllardan sonra giderek ağırlık kazanan post-Kemalist yazın içindeki Mustafa Kemal algısının bu temel yanılgının ötesine geçememesi hayli düşündürücü.
YENİ BİR MUSTAFA KEMAL OKUMASI
Atatürk, 100 seneye yakın devam eden Osmanlı modernleşme ve Batılılaşma çabalarının sonucu büyük oranda dönüşmüş ve değişime açık bir dönemde yetişmiş bir siyasi ve askeri liderdi. Osmanlı toplumunun elit kuşağı en azından Tanzimat döneminden beri sadece askeri sahada değil, siyasetten ekonomi idaresine kadar farklı alanlarda eski rejim yapısıyla devam edilemeyeceğinin bilincine varmıştı. Zaten bu nedenle daha Tanzimat döneminde Osmanlı siyasi elitleri Batı ülkelerini yakından takip ederek seküler siyasi kurumlar ve hukuk sistemi oluşturmaya başlamıştı.
Mustafa Kemal'i otoriter olmakla eleştirenlerin çoğunun çağının koşullarında bile şaşırtıcı derecede baskıcı bir yönetim kuran II. Abdülhamid’e övgüler dizmek için sıraya girmeleri ise ayrı bir tutarsızlık.
Dolayısıyla Kemalist devrimlerin üstünde durduğu sağlam tarihsel örnekler olduğu gibi Atatürk'ün iktidara gelmesinden önceki dönemde bile siyasi elitlerin "tepeden inme" reformlar yapmakta beis görmediği açıktır. Mustafa Kemal o reformlar sayesinde müfredatı zenginleşen askeri okullarda okumuş ve o modern ordu sistemi ve bürokratik yapı içinde kariyerine başlamıştı.
Demokratikleşme reformları yapan bir ülkede iktidara geldikten sonra adım adım otoriter bir rejim kuran Erdoğan yönetimiyle Mustafa Kemal'in idaresi arasında fark yoktur demek ne derece mümkün?
Onu muadili olan diğer birçoklarından ayıran, yaptığı devrimlerin geç Osmanlı döneminde geleneksel ve moderni aynı anda buluşturmaya çalışan pratiklerin içerik olarak ötesine geçmiş ve çok daha radikal şekilde uygulanmış olmasıdır.
Günümüzden geçmişe bakarak erken Cumhuriyet döneminde altın çağ algısı yaşandığını düşünmeye ihtiyacımız yok. O dönemin politikalarını bugüne uyarlamaya çalışmak ise siyaseten tepkisel bir tavır olacaktır. Erken Cumhuriyet döneminde Türkiye'de tek parti iktidarına dayanan otoriter bir rejim hüküm sürüyordu.
Öte yandan, erken Cumhuriyet dönemindeki otoriter uygulamalarla bu tarihten önceki ve sonraki dönemlerde yaşanan baskıcı rejimleri eş değer gören ve dolayısıyla Cumhuriyet tarihini aralıksız otoriter bir dönem olarak yansıtan analizleri de yanlış buluyorum.
[2] Erken Cumhuriyet döneminde Mustafa Kemal'in eski silah arkadaşlarıyla yolunun ayrılmasının ve kendisinin başında ve İsmet Paşa'nın yürütücü olarak görev yaptığı tek parti rejiminin kurulma nedeni devrimlerin içeriği ve hızı konusunda yaşanan görüş ayrılığıdır.
Devrimci atılımların yapıldığı erken Cumhuriyet dönemini Anayasa'ya dayanan meşruti monarşi düzenini ortadan kaldırarak 33 sene ülkeyi Yıldız'daki sarayından yöneten ve ordu ve bürokrasiyi kendisine destek veren liyakatsiz isimlerle dolduran II. Abdülhamid dönemiyle aynı görmek mümkün mü? Veya Avrupa Birliği ile müzakerelere başlamak için demokratikleşme reformları yapan bir ülkede iktidara geldikten sonra adım adım otoriter bir rejim kuran Erdoğan yönetimiyle Mustafa Kemal'in idaresi arasında fark yoktur demek ne derece mümkün?
Mustafa Kemal'in 1930'lu yıllarda bile faşist bir idare kurmamasını, dış politikasında Alman-İtalyan ittifakından ziyade İngiltere ve Fransa gibi parlamenter demokrasilerle aynı çizgide yer almasını çok önemsiyorum.
Bu bağlamda kapalı bir rejimin başında bulunan Mustafa Kemal'in 1930'lu yıllarda bile faşist bir idare kurmamasını, dış politikasında Alman-İtalyan ittifakından ziyade İngiltere ve Fransa gibi parlamenter demokrasilerle aynı çizgide yer almasını çok önemsiyorum. Kendisi demokratik bir rejim kurmamasına karşın, Atatürk'ün demokrasiyi normatif olarak kötüleyen bir ifadesini bulmak çok zordur. Nitekim bu nedenden ötürü Mustafa Kemal'den sonra iktidara gelen İsmet Paşa, rejimin kurumlarında ve siyasi felsefesinde ciddi bir değişiklik yapma ihtiyacı duymadan parlamenter demokrasiye geçebilmiştir. Benzer bir örneği o dönem İtalya, Almanya, Portekiz veya İspanya gibi faşist rejimlerle yönetilen ülkelerde yaşamayı hayâl etmek bile mümkün olmayacaktır.
KARŞILAŞTIRMALI VAKALAR IŞIĞINDA KEMALİZM
Kemalizm eleştirilerinde genellikle CHP tek parti dönemi iki dünya savaşı arası dönemde Avrupa'da iktidarda olan faşist rejimlerle karşılaştırılır. Hâlbuki Mustafa Kemal'i 20. yüzyılın ilk yarısında birçok gelişmekte olan ülkede iktidara gelen Nehru, Nasır, Cardenas, Vargas, Peron ve Sukarno gibi milliyetçi liderler akımının bir temsilcisi olarak görmek çok daha doğru olacaktır. Aynı bu liderler gibi Mustafa Kemal de Batı kolonyal rejimleriyle mücadele eden ve iktidara geldikten sonra milliyetçi bir rejim inşa etmiş bir isimdir.
Mustafa Kemal'i 20. yüzyılın ilk yarısında birçok gelişmekte olan ülkede iktidara gelen Nehru, Nasır, Cardenas, Vargas, Peron ve Sukarno gibi milliyetçi liderler akımının bir temsilcisi olarak görmek çok daha doğru olacaktır.
Bu liderlerin yönetiminde milliyetçi rejimler, ülkelerinin ulusal bağımsızlığını temin etmek için bağımsız dış politika ve milli iktisat politikaları takip ettiler. Kurdukları rejimlere taban yaratmak için eğitim ve kültür alanlarında milliyetçi bir müfredat yürürlüğe koydular. Bu politikalara muhalif geleneksel aktörler tasfiye edilirken, kendi destekçileri Türkiye’de kurulan Kemalist rejimi ve onun kurucu liderini onun çağdaşı milliyetçi vakalar ışığında değerlendiren ve takip edilen politikaların içeriğini, kullanılan yöntemleri ve inşa edilen kurumları karşılaştırmalı olarak inceleyen çalışmalara ihtiyacımız var.
[3]
20.yüzyılın ilk yarısında kurulan bu rejimlerin istisnasız hepsi sonraki on yıllarda sarsıldılar ve hatta kimisi çoktan çöktü. Finansal kapitalizmin güçlendiği ve ulus-devlet sınırlarını aşındırdığı bir çağda karma ekonomi modelleri çoktandır gözden düşmüş durumda. Çok kültürlülüğün ve kimlik politikalarının yaygınlaştığı bir çağda tek tipçi milliyetçi kimlikler üzerine inşa edilen rejimlerin toplumsal tabanı da epey aşındı. Nitekim Meksika ve Hindistan'da uzun süre iktidarlarını sürdüren tek parti yönetimleri bir süredir muhalefette. Sukarno, Vargas ve Peron bir askeri darbe sonucu iktidarlarını kaybetmişti; Peron sonraki dönemde tekrar iktidara gelmekle birlikte o ilk dönemindeki popülaritesini kazanamadı. Nasır'ın 1950'lerde kurduğu askeri-popülist rejim ise bugün toplumsal tabanı hayli dar bir askeri diktatörlüğe evrilmiş durumda.
Atatürk'ü bu saydığım liderlerin çoğundan ayıran, onun bütün bu saldırılar arasında hâlâ toplumun büyük çoğunluğu nezdinde saygınlığını ve güncel siyaset içinde muhalif çevrelerin gözünde sembol bir isim olmasıdır.
Bu örnekler üzerinden bakınca özellikle son 30 senede Mustafa Kemal'in kıyasıya eleştirilmesi ve kurduğu rejimin ciddi revizyonlara maruz kalması şaşırtıcı değil. Atatürk'ü bu saydığım liderlerin çoğundan ayıran, onun bütün bu saldırılar arasında hala toplumun büyük çoğunluğu nezdinde saygınlığını ve güncel siyaset içinde muhalif çevrelerin gözünde sembol isim olma özelliğini koruyabilmesidir. Mustafa Kemal'in güncelliğini korumasında takip ettiği politikaların çok farklı alanlarda bugün bile geçerliliğini devam ettiriyor olmasının da rolü vardır.
Mustafa Kemal’in, Kurtuluş Savaşı'nı kazanan lider olmasının ötesinde yeni kurulan rejimin inşa ettiği neredeyse bütün kamu kurumlarında imzası var. Sadece milliyetçiliğiyle değil, ülke müfredatını çağdaş çizgiye sokması, barışçı bir dış politika takip etmesi, yürüttüğü eğitim hamlesi, kadın-erkek eşitliğini önceleyen kamu politikaları ve hukuk ve eğitim alanındaki sekülerleşme inisiyatifiyle de hatırlanıyor. Aslında bu politikalar bugün bile Türkiye toplumunda güncelliğini yitirmiş değil.
---
[1] https://www.politikyol.com/degisen-mustafa-kemal-algisi-i/
[2] https://birikimdergisi.com/guncel/9202/erdogan-in-ikinci-cumhuriyet-i-ve-ataturk-un-birinci-cumhuriyet-i-kuvvetler-birligi-suriye-politikalari-ve-tarihle-yuzlesme?fbclid=IwAR3szyfSRJzSOFnoKBmDWIHP8uGsHAL2Rfe7NW8raSlx8Ld_3flmiQsUrYM#.W-h5JlOFOi7
[3] https://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/14683849.2014.986318?casa_token=mApux6pqSSgAAAAA%3A3fE1wHhJWymvGMWsqruDw-DB6cvc3wwRUJOUvJu77v5WqAfj5Ha9ng0JwgMPvo61ZujYoLmvrOx0