Gezi sonrası muhalif sivil toplum kuruluşları otoriterleşen AKP hükümetleri tarafından sistematik olarak zayıflatıldı. Böyle bir ortamda Kemalistler Türkiye'nin en başarılı sivil hareketi olarak ortaya çıktılar. Uzun süre iktidarda kalmış siyasi liderler değişen toplumsal dinamiklere bağlı olarak her kuşakta yeniden değerlendirilir. Amerika'nın kurucu babaları, İngiltere eski Başbakanı Winston Churchill, Fransız İhtilali'nin önderleri veya eski Fransız Cumhurbaşkanı De Gaulle gibi ülke tarihlerine büyük etki yapmış liderler hakkında farklı dönemlerde birbirleriyle çelişen değerlendirmeler yapılmakta ve biyografiler yazılmaktadır. Bu analizler siyasi liderlerin aldıkları kararların nesnel değerlendirilmesinin ötesinde ülkenin o an içinde bulunduğu siyasi sorunlar, iktisadi ve kültürel şartlardan da etkilenir. Yakın dönemde Türkiye'de sanırım bu durum en çok Mustafa Kemal Atatürk açısından geçerlidir. Rejimin kurucu lideri olarak Mustafa Kemal, ölümünden sonraki dönemde uzunca süre saygı duyulan ve hakkında tartışma yürütülemeyen bir figürdü. İktidara geldikten sonra Demokrat Parti'nin 1951'de çıkardığı Atatürk'ü Koruma Kanunu nedeniyle Atatürk'e yöneltilen eleştirilerin sınırı hukuki açıdan bile kısıtlanmıştı. Bu kanun son kertede son derece seçici şekilde kullanılmakla birlikte, yakın zamana kadar Mustafa Kemal'e eleştiri yöneltenlerin bunu dikkatli ve sınırlı şekilde yapmak durumunda kaldıkları tartışma götürmeyecektir. Nitekim, bu nedenle Türkiye'de neredeyse her siyasi hareket (siyasal İslamcılar ve Kürt milliyetçiler hariç) meşruiyet sağlamak için Mustafa Kemal'in fikirlerine ve sözlerine atıf yaparak kendini konumlandırırdı. Ne yazık ki, bu furyaya askeri yönetimler de katılabilir. Darbe sonrasında iktidara gelen askeri yönetimler de sıklıkla Atatürk'ün kendi programlarına uygun gördükleri fikirlerini seçici olarak gündeme getirmekten ve tarihi şahsiyetini rejimlerini güçlendirmek için kullanmaktan çekinmediler. Özellikle 12 Eylül idaresinin Atatürkçülük adı altında askeri yönetimin siyasi hedeflerine hizmet eden fikirleri yarı-resmi tez haline getirmesi nedeniyle bazı entelektüel çevreler Mustafa Kemal'i bu yılların militarist politika ve söylemleriyle özdeşleştirdi ve ondan uzaklaştı. POST-KEMALİSTLERİN ELEŞTİRİLERİ Önceki dönemlerde muhafazakar ve sosyalist çevrelerde cılız da olsa Atatürk eleştirileri gündeme gelirdi. Fakat İlker Aytürk'ün post-Kemalist olarak nitelendirdiği akımın 1990'larda güçlenmesiyle birlikte Mustafa Kemal algısı akademik, basın ve siyaset çevrelerinde temelden değişti.[1] Post-Kemalistler Mustafa Kemal'i takip ettiği politikalarla Türkiye'de demokrasinin gelişmesinin önünü tıkayan otoriter bir lider olarak lanse etti. O zamana kadar Kemalist elitlerin başarısı olarak görülen devrimler geç Osmanlı dönemindeki reformların doğal sonucu gibi yansıtılırken, tek parti dönemi ve sonrasında takip edilen otoriter politikaların sorumluluğuysa Mustafa Kemal ve etrafındaki dar kadroya atfedildi. Bu görüşler toplumun genelinde karşılık bulmasa bile resmi törenlere sıkışan ve halktan kopuk Atatürk algısı yaygınlaşmaya başladı. Ayrıca son 20 senede AKP iktidarı altında Mustafa Kemal'e karşı örtük veya doğrudan sayısız eleştiri, iftira ve hakaretler yöneltildi. Öte yandan, özellikle son beş senede Mustafa Kemal'e yönelik sadece Kemalist çevrelerle sınırlı kalmayan çok büyük bir ilgi artışı var. Artık resmi törenlerde adeta adı bile nadir geçen Atatürk, sivil, modern ve muhalif bir figür olarak kamuoyunda öne çıkmaya başladı. İslamcı kökenden gelen bir partinin otoriter yönetimi ve baskıcı kültürel politikalarına karşı stadyumlarda duyulan Onuncu Yıl veya İzmir Marşı veya Mustafa Kemal'in askerleriyiz sloganı modern, demokratik bir ülke kurma arzusunun çığlığı haline geldi. MUSTAFA KEMAL’E YÖNELİK ARTAN İLGİ NASIL AÇIKLANABİLİR? Mustafa Kemal'e yönelik bu artan ilginin bazı önemli sebepleri var. Her şeyden önce, günümüzde erken Cumhuriyet dönemi kazanımlarının önemi daha iyi anlaşılmaya başlandı. Mustafa Kemal olmasa da gerçekleşeceği iddia edilen seküler hukuk sistemi, kadın-erkek eşitliğine dayalı toplum tahayyülü, çağdaş eğitim sistemi ve barışçı dış politika günümüzde neredeyse tamamen ortadan kaldırılmaya çalışılıyor.[2] Bu kazanımlar tehlikeye düştükçe Mustafa Kemal'in fikirleri ve yaptıkları günümüzde bile çağdaşlığını koruduğu farkedilmeye başlandı. Kemalist devrimlere yönelik içerik değil ama yöntem olarak tepeden inme şekilde gerçekleştiği için yapılan eleştiriler Cumhuriyetin 100. yılına girerken yaşadığımız otoriterleşme sonucu biraz anlamını yitirdi. Mustafa Kemal'i son derece sığ şekilde analiz eden post-Kemalist akademik yazın kendi iç çelişkileri, bazı mensuplarının AKP iktidarıyla veya Gülen hareketiyle aralarına mesafe koyamamaları ve tezlerinin akademik tezlerinin çürütülmesi nedeniyle bugün artık çökme noktasına geldi.[3] Çok farklı kesimlerden insanlar son 30 senede Atatürk'e yöneltilen eleştirilerde kantarın topuzunun kaçtığının, başarılarının gözardı edildiğinin farkına varmaya başladı.
Baykal CHP’sinin sorunlu çizgisi ve ordunun siyasete müdahaleleri ciddi bir antipati yaratmıştı. Gülen vb. tarikatlar ise muhafazakar çevrelerde bile Mustafa Kemal'in ve laiklik projesinin ne kadar önemli olduğunun fark edilmesine yol açtı.
Son 30 senede değişen Mustafa Kemal algısı Türkiye'yi etkileyen siyasi dinamikler üzerinden şekillendi. 1980'lerin sonuyla birlikte akademik yazında devlet odaklı modernleşme projelerin sorgulanması ve sivil topluma atfedilen önemin artması radikal modernleşme projesi yürütmüş Kemalist kadronun tarihsel önemini azaltmıştı. Erken Cumhuriyet döneminde dışlanan grupların sesi kimlik siyasetinin önem kazanmasıyla birlikte daha gür çıkmaya başladı. Bu esnada Baykal dönemi CHP’sinin takındığı Batı-karşıtı ve demokratik açıdan son derece sorunlu çizgisi ve ordunun yükselen İslamcı hareket karşısında siyasete yaptığı sık müdahaleler liberal sol çevrelerde ciddi bir antipati yarattı. Fakat radikal şekilde uygulamaya konan modernite projesinin eleştirilmesi Türkiye'de farklı kimliklere yaşam alanı sağlayan demokratik bir rejimin kurulmasına yol açmadı. Kemalistlerin dışladığı düşünülen Kürtlerin siyasi hakları ve toplumsal alanda temsiliyet imkanları geldiğimiz noktada AKP iktidara gelmeden önceki seviyenin daha ilerisinde değil. Hatta kadınlara yönelik artan şiddet, toplumsal baskı ve siyasi hoşgörüsüzlük düşünüldüğünde Cumhuriyetin kötü kabul edilen performansının bile gerisine düşmüş durumdayız. Tabii ki, sivil toplum günümüzde önemini yitirmedi. Fakat demokratik bir Türkiye inşa etmeye katkı sunacağı düşünülen İslami hareketlerin önemli bölümü günümüzde artık iktidar tarafından kontrol edilen ve otoriter politikaları meşrulaştırmak için kullanılan aktörler haline gelmiş durumda. Gezi sonrası muhalif Sivil Toplum Kuruluşları otoriterleşen AKP hükümetleri tarafından sistematik olarak zayıflatıldı. Böyle bir ortamda Kemalistler Türkiye'nin en başarılı sivil hareketi olarak ortaya çıktılar.[4] Gülen ve Menzil başta olmak üzere çeşitli tarikatların AKP döneminde bürokraside kadrolaşmalarının yarattığı büyük sıkıntılar ve sorunlar muhafazakar çevreler nezdinde bile Mustafa Kemal ile özdeşleşen laiklik projesinin Türkiye açısından ne kadar önemli olduğunun farkedilmesine yol açtı. Sekülerleşmenin devam etmesi durumunda Atatürk'e yönelik ilgi ve desteğin daha da artacağını düşünüyorum. SİVİL DİRENİŞ SEMBOLÜ OLARAK MUSTAFA KEMAL Son dönemde Mustafa Kemal, siyasi konularda birbirleriyle uzlaşamayan farklı kesimlerin rahatlıkla üzerinde birleşebildiği ve Erdoğan rejimi tarafından yasaklanamadığı için kamuoyunda rahatlıkla görünürlüğe sahip olan muhalif figür olarak öne çıktı. Yüksek oranda kutuplaşmış şu siyasi ortamda toplumu Mustafa Kemal'den daha fazla bir araya getirebilecek ve siyasi karşılığı olan başka bir lider bulmak mümkün değil. Bu yönüyle Mustafa Kemal'in 20. yüzyılda gelişmekte olan ülkelerde iktidara gelen diğer milliyetçi liderlerden çok farklı bir yerde olduğunu düşünüyorum. Öte yandan, neo-liberal iktisadi politikaların zayıflattığı kamu sektörünün önemi ekonomik eşitsizliğin hızla arttığı ve liyakata dayalı bürokrasinin ortadann kaldırıldığı dönemde tekrar anlaşılmaya başladı. Orta Doğu'da birçok rejimin sekteryan mücadeleler sonucu iç savaşa savrulması, Yemen'den Afganistan'a kadar birçok Müslüman çoğunluklu ülkede devlet mekanizmasının çöküşü siyasi kurumların ne kadar elzem olduğunu gösterdi. Liberal sol çevreler tarafından vesayetçi aktör olarak gösterilen devlet kurumlarının zayıflığının ne kadar büyük tehlikeler yarattığı artık daha rahat anlaşılıyor. Bütün bu gelişmeler ışığında çöken bir imparatorluk sonrasında devlet kurumlarını yeniden inşa eden ve ulusal kimlik oluşturmak için çalışan Atatürk'ün siyasi projesinin sağladığı katkılar yeniden hatırlanıyor. Soğuk Savaş döneminde adeta Mustafa Kemal'i kutsal bir figüre çeviren değerlendirmeler böylesine analizlerin önün kesmişti. 12 Eylül sonrası yükselen post-Kemalist yazın ise Cumhuriyet tarihindeki bütün sıkıntıların ve sorunların sorumluluğunu ona yükleyerek aynı hatayı tersten yaptı. Geldiğimiz noktada erken Cumhuriyet dönemi ve Mustafa Kemal Atatürk hakkında karşılaştırmalı ve dönemin siyasi ve toplumsal dinamikleri üzerinden daha soğukkanlı yapılan değerlendirmelere ihtiyacımız var. Bu da bir sonraki yazımın konusu olacak. --- [1] https://www.academia.edu/19569728/Post_post_Kemalizm_Yeni_Bir_Paradigmay%C4%B1_Beklerken [2] https://www.politikyol.com/100-yilina-yaklasan-cumhuriyetin-muhasebesi-i/ [3] https://www.politikyol.com/post-kemalizmin-caresizligi/ [4] https://medyascope.tv/2021/08/31/nuray-mert-ile-soru-cevap-9-ataturkculuk-turkiyenin-en-basarili-sivil-toplum-hareketi-oldu/