Darbe sürecinin arkasındaki gerçeklerin bütün değil en temel boyutlarıyla bile kamuoyunca bilinir hale gelmesi yıllar, belki de on yıllar alacak. Hatta o zaman dahi bazı boyutları kuvvetle tahmin edilse de, kesin verilerle kanıtlanabilir olmayacak.. 

Bu iş tek başına cemaatin işi mi? Yoksa bir koalisyon cuntanın işi mi? Koalisyon ise diğer bileşen(ler) kimler? Bu bir oyun mu? Ya da erken doğuma zorlanmış bir darbe girişimi mi? Yoksa bir öncü/ uyarıcı girişim mi? Bu darbenin arkasında dış güçler var mı? Varsa kimler ve ne murat ediyorlar? 

Tüm bu sorular elbette önemli. Ve spekülatif yanları olsa da bu sorulara sosyolojik ve siyaset bilimi aklıyla yine de doğruya yakın cevapların üretilebilmesi olanaklı. 

Ama bunlar en öncelikli sorular değil... Yanıta kavuşması gereken en öncelikli sorular, Türkiye'yi özgürlükler alanında kısa ve orta vade nelerin beklediği ve biz özgürlükçülere ne gibi görevlerin düştüğü? 

MATRUŞKA KIRILMALI... 

Bir askeri darbenin savuşturulmuş olması çok önemli...Ama bu  ne yeni askeri darbe girişimlerinin olmayacağı anlamına geliyor, ne de Türkiye'nin önündeki anti demokratik tehditlerin askeri darbeden ibaret olduğu anlamına geliyor... 

Zira Türkiye'yi bu noktaya sürükleyen içsel ve dışsal faktörler hala aynen mevcut...  Dahası bu faktörlerin ağırlıkları muhtemelen daha da artacak. Ayrıca yakın zamanda yaşanan darbe girişimi demokrasiyi savunan güçlere karşı yapılan bir operasyon da değildi. Tam aksine, demokrasi güçlerini "zorbalıktan zorbalık beğen" ikilemiyle yüzyüze bırakan türden bir girişimdi. 

Bu sebeplerle bu günkü yaşadıklarımıza  bir Matruşka darbesi diyebiliriz. Ama bu "Matruşka"nın o meşhur ve sevimli Rus oyuncağından önemli farkları var. 

Birincisi bu Matruşka; tam aksine çirkinlik abidesi...İkincisi, bu Matruşka'nın birini berteraf ettiğinizde (ettiğinizi sandığınızda) arkasından daha küçüğü ile değil, çok daha büyüğü ile yüzyüze kalıyorsunuz. 

Hiç kimse (liberal safdillikle) "AKP bu süreçten gerekli dersi çıkarırsa 15 Temmuz demokrasi bayramı olur; aksi halde bizi dünden daha karanlık günler bekler" ikilemi içinde yaklaşmasın soruna. 

Hiç kimse bu sürecin orta vadede AKP'nin aleyhine işleyeceğinden ve bu nedenle sabırlı, zamana yayılan bir stratejinin gerekliliğinden sözetmesin. 

Zira bu darbe Erdoğan'ın açıkça vurguladığı gibi "AKP iktidarına altın tepsi içinde sunulmuş bir fırsat" olmuştur. 

AKP, "darbeye direniş" söyleminin meşrulaştırıcılığını kullanarak kendi diktatörlüğünü tahkim edecek ve daha da saldırganlaşacaktır. 

Askeri bir darbenin bertaraf edildiğini düşündüğümüz şu anda, aslında çok daha kapsamlı ve atak haline geçmiş bir sivil darbeyle/faşizmle yüz yüzeyiz.  

Diktatoryal unsurlarla (matruşkalarla) tek tek uğraştığımızda, birini berteraf edince hep daha büyüğü karşımıza çıkacak. Yapılması gereken bu kirli oyuncaktan toptan kurtulmaktır. Bunu yapabilmek ise bugünkü koşullarda ancak bir Demokrasi Cephesi oluşturabilmekle mümkündür. 

DEMOKRASİ GÜÇLERİ Mİ? PARA-MİLİTER YAPI MI? 

Recep Tayyip Erdoğan'ın çağrısıyla sokağa çıkan kitlelerin darbenin başarısızlığında büyük rolü olduğu yadsınamaz. Ama kimse bu kitlenin -ki AKP oy tabanın küçük ve en fanatik bölümüdür- bir demokrasi ordusu olduğunu iddia etmesin. Tam aksine mikro bir hilafet ordusu, bir ön para militer yapılanmadır karşımızdaki. Bu gücün temel saiki demokrasiyi muhafaza etmek değil, cumhuriyetçi/laikçi/Kemalist olarak gördüğü bir güce karşı hilafet mantığının temsilcisi olarak gördüğü AKP iktidarını savunmaktır. Bir araştırma şirketinin daha bir kaç hafta önce yayınladığı anket sonuçlarına göre Türkiye vatandaşlarının %19.7'si IŞİD'i destekliyor. Bu sonuçlar sokağa çıkan insan profili ile adeta teyit edilmiş, somutluk kazanmıştır. 15 Temmuz akşamından bu yana sokaklarda yaşananlar, IŞİDvari davranışa yatkın bir "AK milis" gerçeği ile yüzyüze olduğumuza işaret etmektedir. 

GEZİDE SOKAĞA ÇIKANLAR İLE BUGÜN SOKAKTA OLANLAR... 

Öncelikle Gezi eylemlerinde sokağa dökülen milyonlarla AKP'nin çağrısı ile sokağa dökülenler arasında var olan çok ciddi farklılığa işaret etmek gerekir. Gezi isyanı biat kültürüne karşı bir isyandı. Gezidekiler temelde aktif yurttaşlık ve etkin katılımcı demokrasi isteğiyle harekete geçmişlerdi. Gezi direnişinde siyasetin mevcut liderlik eksenli yapısına ve mevcut parti formuna karşı bir tepki ve  yeni bir siyaset tarzı isteği egemendi. Oysa darbeye karşı "reis"in talimatıyla sokağa dökülenleri belirleyen en temel özellik ise biat kültürü ve kişi kültüdür. 

Aynı zamanda  sivil halka ateş eden darbecilerle Gezi'de sokağa çıkanlara ateş edenler görünüşte birbirinden farklı gözükseler de, esasında aynı zihniyet haritasını ve aynı siyasi refleksleri paylaşmaktadırlar.  

AKP'nin yıllarca darbecilikle suçladığı Gezi eylemcileri açık biçimde darbeyle arasına mesafe koymuştur. Bu kitlenin tutumunu 'Ne askeri darbe ne Tayyibist diktatörlük" biçiminde özetleyebiliriz.

Evet aktif olarak sokağa çıkmadılar. Bunda AKP'ye olan nefretleri de rol oynadı kuşkusuz. Ve bu bir zaaf işaretiydi. Ama asıl önemli sebep bu değildi; sokağa çıktıklarında  AKP yandaşı guruplarla çatışma zemini doğması endişesiydi. Ve kuşkusuz böylesi bir çatışma zemini, darbeciler için de bulunmaz bir nimet olacaktı. 

Şu çok açık ki... Darbenin başarısızlığında muhalefet partilerinin, medyanın ve Gezi eylemcilerinin darbeye destek olmaması da çok önemli bir rol oynamıştır. 

ERDOĞAN DERS ÇIKARIR VE DEĞİŞİR Mİ? 

Erdoğan için siyaseten önemli bir yön değişikliği şansı kalmamıştır artık. Velev ki istese bile,içeride ve dışarıda önemli siyaset odakları için güvenilirliğini yitirmiş bir müttefiktir artık. Darbenin arkasında bu güçler var mıdır? Bu konuda bir şey söylemek için henüz erken. Ama eğer varsa, bu önümüzdeki sürecin çok daha sarsıntılı olacağını gösterir bize. Fakat bu güçler doğrudan bu süreçte rol almamış olsa da, darbecilerin yıpranan bu ilişkilerden cesaret ve umut buldukları kesindir. Darbenin arkasından "resmi" uluslararası camiada bir yandan sivil yönetime destek çağrıları yapılırken, devletin gayrı resmi sesi olan bazı stratejist/gazeteciler aracılığıyla bu darbenin Erdoğan için "son darbe" olmadığı vurgulanmıştır. ABD Dış ilişkiler Bakanı'nca Erdoğan'lı Türkiye'nin NATO'dan çıkarılabileceği belirtilmiştir.  Dolayısıyla ne Erdoğan için ne Türkiye için kısa vadede normalleşme olasılığı bulunmamaktadır. 

Erdoğan cephesinde de değişme emareleri gözükmemektedir. Erdoğan tarafından darbenin ilk anlarında daha geniş kesimlere seslenici yaklaşımlar; darbenin püskürtüldüğü inancı kuvvetlendikçe yerini hızla eski Erdoğan tarzına bırakmıştır.  Kısıklı'da kendi taraftarlarına yaptığı konuşmada Erdoğan  -ne alakaysa- Topçu Kışlası, Opera Binası ve Taksim Camii projelerini ardı ardına sıralayıp, "İsteseler de istemeseler de dikeceğiz" minvalinde sözler sarf etmiştir. Önümüzdeki günlerde de idam tartışması ile toplumun gündemini germeye, muhalefeti aklınca zor durumda bırakmaya ve bu tartışmadan "kişi iktidarının tesisi" için rüzgar çıkarmaya çalışacağı görülmektedir vb.

"DİRENME HAKKI" VE ÖZGÜRLÜK GÜÇLERİ 

Bizim için tek bir seçenek vardır. Askeri ve sivil diktatörlük seçeneklerine sıkışmaksızın ve  hiç oyalanmaksızın bir ortak demokrasi hattı örmek ve gerektiğinde meşru "direnme hakkı"nı en etkili biçimde kullanabilecek hazırlığa sahip olmak. 

Şirazesi kaymış bir siyaset alanı içinde hareket etmekteyiz uzun süredir. Siyasetteki bu eksensizlik, yörüngesizlik, kuralsızlık kısa vadede değişecek gibi de görünmüyor. Böylesi dönemler hiç kuşku yok ki, çok ciddi faşist, dinsel vb. diktatoryal riskleri içinde barındırmaktadır. Ama aynı zamanda çok ciddi özgürlük fırsatlarını da... Yeter ki risklere gözü kapamadan esas dikkat ve yoğunlaşma olanaklara verilebilsin. Korkunun değil cesaretin; statükoculuğun değil devrimci iradeciliğin sonuç alıcı olabileceği bir süreçten geçmekteyiz. 

Alevi, Kürt, sosyalist, Kemalist, özgürlükçü dindar, bir bölük liberal  vb. en geniş ittifakın gerçekleştirilebilir olduğu çok istisnai tarihsel/siyasal anlardan birisini yaşamaktayız. Bu çok önemlidir. Demokrasi ve özgürlük güçleri açısından ciddi örgütsel yetersizlikler sözkonusu olsa da, aynı zamanda kitlesel mobilizasyon potansiyeli açısından da  belki de Türkiye tarihin en büyük olanakları da mevcut. 

Çok daha önemlisi eğer bugün gerekli cesareti ve iradeyi  gösteremezsek, yarın "keşke" demek zorunda kalacağımız kesindir...