DAO’lar hiyerarşik olmayan, yatay organizasyonlar. Tamamen demokratik bir anlayışla kuruluyorlar. Şirketle ilgili atılacak adımlar, tüm üyelerin katılımıyla gerçekleştirilen oylamalar sonrasında tespit ediliyor.  Bu haftanın konusu, aslında uzun süredir yazdığım yazılarda etrafında dolandığımız, çok önemli bir kavram: DAO (decentralized autonomous organization – merkezi olmayan otonom organizasyon). Çok kısa ve harika bir tanımını vererek başlayayım: Patronsuz, yöneticisiz, CEO’suz, tamamen yazılımlar ve kodlar tarafından yönetilen, otonom organizasyonlar. DAO’lar dünya üzerinde normal şartlarda bir araya gelemeyeceğimiz, bizim gibi düşünen ve bizimle benzer işlere kafa yoran insanlarla oluşturacağımız bir organizasyon yapısı olarak özetlenebilir. Bu organizasyonlar internet tabanlı olarak kuruluyorlar ve fiziki bir mekana sahip değiller. Organizasyonun sahibi ya da yöneticisi olan bir kişi ya da grup söz konusu değil; tüm yetkiler yapının tüm üyelerine ait. Alınacak olan tüm kararlar ve sunulan teklifler tüm üyelerin katılımıyla oylamaya sunuluyor. Yine blokzincir yapısından hatırlayabileceğimiz gibi, kurumun verilerine ve kaynaklarına da tüm grubun onayı olmaksızın erişim sağlanamıyor. Dolayısıyla ortada ne finansal raporları manipüle edip skandallara imza atacak bir CFO, ne de “Benim dediğim olur.” kaprisiyle hareket eden müdürler ya da CEO’lar var. Organizasyonun çıkarlarının korunabilmesi ve üyelerin çıkarları ile örtüşebilmesi için ise genellikle ekonomik teoriler ve oyun teorisi kullanılıyor. Gerek pandemi süreci öncesi, gerekse sonrasında sık sık geleneksel kurumların hiyerarşik yapıları ve hantallıkları dolayısıyla günümüzün dinamik dünyasına uyum sağlayamadıklarını konuşuyorduk. Özellikle uzun yıllardır varlıklarını sürdüren, katılaşmış organizasyonel yapılarak sahip olan büyük şirketler, giderek küçük şirketlere ve startup’lara karşı üstünlüklerini kaybetmeye başlamışlardı. Bunun en önemli nedeni de bahsettiğimiz hantal yapılarından dolayı hızlı karar ve manevra alamamaları, özellikle start-up’lara kıyasla inovasyon kapasitelerinin çok daha düşük olması ve dönüşüme açık olmayan kurumsal kültürleri olarak görülüyordu. Böyle bir ortamda, bu gibi yapıların (şirket, kurum, devlet, yerel yönetim vb.) neyi yanlış yaptıklarından çıkardığımız dersler, yeni nesil teknolojiler ve değişen çalışma biçimleri, yeni bir kurumsal yapıya olan ihtiyacın ve dolayısıyla DAO’ların doğuşuna yol açtı. Geleneksel organizasyon yapılarının aksine DAO’lar hiyerarşik olmayan, yatay organizasyonlar. Tamamen demokratik bir anlayış ile kuruluyorlar. Şirketle ilgili atılacak adımlar, tüm üyelerin katılımıyla gerçekleştirilen oylamalar sonrasında tespit ediliyor. Daha ilginç olan ise, işlemekte olan tamamen uzaktan ve otomatik altyapı sayesinde oylama sonucunda alınan karar başka bir aracı ya da uygulayıcı olmaksızın, bir insanın bu kararı uygulamaya alması beklenmeksizin doğrudan hayata geçiriliyor. Örneğin departmanlar arasında dağıtılması gereken bir fon, karar alındığı anda otomatik olarak ilgili birimin bütçesine aktarılıyor. Tüm bu aktiviteler tüm üyeler tarafından takip edilebiliyor ve tüm veriler açık ve şeffaf bir biçimde paylaşılıyor. DAO’ların arkasında yatan teknoloji ise akıllı sözleşmeler. Kurulacak olan DAO için her şeyden önce bir akıllı sözleşme oluşturuluyor. Bu akıllı sözleşmeyi, organizasyonun tüm kurallarını içeren, mal varlığını sıralayan ve üyelik koşullarını tanımlayan bir kuruluş sözleşmesi olarak düşünebiliriz. Sözleşme blokzincire yazıldıktan sonra, oylama yapılıp çoğunluğun onayı alınmadığı sürece hiçbir kural, hiçbir üye tarafından değiştirilemiyor. Tüm işlemlerin tüm üyeler tarafından görülebiliyor olması nedeniyle de üyeler fark etmeksizin DAO’nun akıllı sözleşmesinin kurallarını (kodları) değiştirmek mümkün değil. Herhangi bir üye, kod dışında bir işlem yapmaya çalıştığında ise girişimi başarısızlıkla sonuçlanıyor.  Bunun yanı sıra organizasyonun bütçesi ve varlıkları da akıllı sözleşmenin kuralları dahilinde, grubun onayı olmaksızın hiç kimse tarafından harcanamıyor ya da kullanılamıyor. Dolayısıyla DAO’lar tam otomatik sistemler olarak hareket ediyor ve merkezi bir karar alıcıya ya da otoriteye ihtiyaç duymadan yönetilebiliyorlar. Her şirket ya da kurumda olduğu gibi DAO’nun da faaliyetlerini sürdürebilmesi için maddi varlıkları ve bütçesi olması gerekiyor. Bu bütçe organizasyonun aktivitelerini yürütmek üzere ortaya koyulan sermayeden ya da kişilerin yaptıkları işler sonucunda alacakları tokenlardan oluşuyor. Kişiler yatırım yaparak ya da belirli görevleri ifa ederek kazandıkları tokenlarla oylama hakkı kazanıyor ve dolayısıyla organizasyonun kararlarında söz sahibi olabiliyorlar. Örneğin bir DAO’ya yatırım yapmak istiyorsanız tıpkı kripto para satın alır gibi DAO tokenlarını satın alarak sanal cüzdanınıza gönderebiliyorsunuz. Bu durumun bir şirketin hisselerini almaktan herhangi bir farkı yok. İnandığınız bir projenin hisselerine kripto paralara yatırım yapar gibi yatırım yapmanız mümkün. Günümüzde DAO’ların pek çok örneğine rastlıyoruz. Örneğin Bitcoin ağı da oldukça ilkel bir DAO örneği. Bunun dışındaki en önemli örnekler merkeziyetsiz yatırım fonları, sosyal medya platformları, kaynak, yazılım hatta ofis paylaşımı gibi imkanlar yaratan profesyonel üyelik ağları, hayır kurumları vb. olarak sıralanabilir. Kimilerinin bir alt kategori olarak tanımladığı DAC’lar (merkeziyetsiz otonom şirketler) ise özellikle paylaşım ekonomisi temelli AirBnB ve Uber gibi şirketlerin sanal versiyonlarına benzetebileceğimiz organizasyonların oluşumlarına olanak tanıyor. İlerleyen günlerde farklı sektörlerde ve hatta işgücü piyasalarında, DAO olarak inşa edilen kurgular üzerinden farklı organizasyonel yapı denemelerine de tanıklık edeceğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz.