Tecrübeyle sabittir ki yoldur yapılır, asfalttır dökülür, parktır düzenlenir. Aslolan insana dokunmaktır! En az bunun kadar önemli bir başka nokta da kentlileri aktif birer yurttaşa dönüştürecek mekanizmalar üretmektir.  World Mayor Foundation, bu yıl, “Dünya Başkenti Belediye Başkanı” ödülünü, ABB Başkanı Mansur Yavaş’a verdi. Ödül, 2004’den bu yana veriliyormuş. Farklı alanlarda çok sayıda aday yarışmış. Yavaş’ın kazandığı “Başkent Belediye Başkanı” ödülü için 12 belediye başkanı, finale kalmış. İpi, Başkan Yavaş göğüslemiş. Sürpriz denilebilir mi? World Mayor Foundation’ın açıkladığı gerekçelere bakılırsa sürpriz değil; gerekçe şöyle açıklandı:
  • Halkın güvenliği ve şeffaflığını önceleyen bir yönetim anlayışı sergilemiş olması,
  • Avrupa ve Asya’nın büyük başkentlerine eşit bir metropol inşa etme vizyonu ortaya koyması,
  • Yolsuzlukla cesaret ve inançla mücadele etmesi,
  • Toplumun yoksul ve dezavantajlı kesimlerine yönelik öncelikli destek programı yürütmesi,
  • Temiz suya ve yenilenebilir enerjiye yatırım yapıyor olması,
  • Pandemi boyunca uzaktan eğitimden yararlanmakta zorlanan bölgelere internet erişimi sağlaması,
  • Pandemi sonrası eve kapanan toplumu bilgilendirici çalışmalar yapması,
  • Binlerce referans ve yoruma bakıldığında, Ankara halkı ve Türkiye’den pek çok kişi Mansur Yavaş’ın Ankara’yı Dünya’nın en büyük başkentlerinden biri haline getireceğine inanıyor olması.
BU DAHA BAŞLANGIÇ! Dikkatinizi çekti mi; gerekçelerin her biri, “nasıl bir belediye başkanı istiyoruz?” sorusuna yanıt arayan herkesin yıllardır dile getirdiği konuları içeriyor. Hep yazarım; iyi bir belediye yönetimi için katılımcı, şeffaf ve hesap verebilir olmak, şarttır. 2019’dan bu tarafa, yani Yavaş’ın seçilmesinden sonra Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin, muhataplarını, paydaşlarını yönetsel süreçlere dahil edebilmek için pek çok adım attığını biliyoruz. Atılan adımların başlangıç olduğunu, alınması gereken daha pek çok yol olduğunu da... Zaten o nedenledir ki atılan her adımdan sonra “bu daha başlangıç” deniyor. Bilindiği üzere ABB, 23.5 yılı özel olarak, toplamda 25 yıl boyunca kentin kaynaklarının halk yararına kullanılmadığı; kent rantlarının “parsel parsel” dağıtıldığı bir dönem yaşadı. O dönem, Ankara’nın kayıp yıllarıdır ama etkisi kendisiyle sınırlı olmayan, günümüze ve geleceğe kadar da sirayet edeceğini gözlemlediğimiz en şanssız dönemidir. Çünkü Ankaralılar, bu süre boyunca totalde hem yoksullaştılar hem de kent cazibesini yitirdi. Deyim yerindeyse kentin “gözlerinin feri” söndü. Kente kaybettirilen yılları geri kazandırabilmenin ön koşulu, “parsel parsel” dağıtılan kent rantları üzerinden gerçekleştirilen yolsuzluklara karşı azimle ve kararlılıkla mücadele etmektir. Başta Ankapark olmak üzere pek çok ölü yatırıma saçılan Ankara’nın parasıdır ve bu kaynakların “har vurulup harman savurulması” kabul edilemez. Yavaş da kabul etmedi! “HER ŞEYİ BİLEN” DEĞİL, “KENDİNİ BİLEN”! Yunus Emre, “ilim, ilim bilmektir/ İlim kendin bilmektir./ Sen kendini bilmezsen/ Ya nice okumaktır” diyor. Bu dörtlük, bence her kamu yöneticisinin “mütemmim cüz”ü olmalı! Yavaş’ın, seçilir seçilmez söylediği şu sözleri hatırlıyor musunuz? “Bunu özellikle anlatmak istiyorum. Biz sizin paranızı harcıyoruz ve devlet memuruyuz. Bakmayın kocaman sıfatlar yakıştırılmasına, protokolde oturulmasına. Bizim herhangi bir memurdan farkımız yok, maaşımızı da siz ödüyorsunuz. Yaptığımız bütün işlerin parası da sizden çıkıyor.” Bir kamu yöneticisinin, hele hele sözünün kanun yerine geçtiği bilinen bir belediye başkanının ağzından çıkan bu ifadeler, sözcüğün tam anlamıyla devrim niteliğinde değil mi? Bu vesileyle belirtmek isterim ki kent bir ailedir ve kent ailesinin orta noktasında belediye başkanları vardır. Bu “orta nokta”, geçmişte olduğu gibi “her şeyi bilen reis” anlamına gelmez. Öte yandan, mevcut iktidarın iş başına geldiği andan itibaren “hızlı iş bitirme” olarak ifade edilen bir trend başlamıştı. Bu trende, görevden alınma nedeni hala açıklan(a)mayan dönemin belediye başkanı da katılarak, “35 gün alt geçidi”, “bilmem kaç gün köprüsü” gibi güya “hızlı” olunduğu algısı yaratılmak istenmişti. “Çalıyorlar ama çalışıyorlar” sözü de o zaman legallik kazanmıştı. Çok zaman geçmeden “o köprüler altında” sular birikmiş; o geçitler yağmur suyu ile tıkanmıştı. Bürokratik hantallığın yol açtığı “gecikmeler”in, alternatifi, elbette “hamburger çağı”nın hızı değil; yerinde ve zamanında alınacak önlemlerle yapılacak hizmetlerle kamunun çıkarlarını öncelemekti ama hayat, yıllar sonra Ankara için “çalışılmadığını” açığa çıkarmış oldu. Bir kez daha kanıtlanmış oldu ki “yalancının mumu, yatsıya kadar yanar”dı. Olan Ankaralının parasına, zamanına ve geleceğine oldu. Ankara, kocaman bir binalar yığınına ve hantal bir köy haline dönüşürken, “çalışma ve çalma” sözcükleri arasındaki söz uyumu, kimlerin açıklanması imkansız bir biçimde zenginleştiğinin üstünü örten bir kılıfa dönüştü. ASLOLAN İNSANA DOKUNMAKTIR! Ankara’da değişim başlayalı yaklaşık 2.5 sene oldu; bu süre bir seçim döneminin yarısı demek. Farkındayım; zaman göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor. Tecrübeyle sabittir ki yoldur yapılır, asfalttır dökülür, parktır düzenlenir. Aslolan insana dokunmaktır! En az bunun kadar önemli bir başka nokta da, kentlileri aktif birer yurttaşa dönüştürecek mekanizmalar üretmektir. “Her ağacına elimiz, her karış toprağına terimiz değsin ve kuytu evlerde birinde bizden habersiz ölen olmasın" istiyorsak, sokağın sesine daha fazla kulak verecek mekanizmalar üretmek şarttır. Kent, aynı zamanda bilimin üretildiği merkez demektir ve açık ki “bilimden gidilmeyen yolu sonu karanlıktır”. Dolayısıyla üretilecek hizmetin kamunun çıkarına olup olmadığının ölçütü, bilimsel bilginin rehberliğine başvurulup vurulmadığıdır. Bütün bunlara rağmen zihinlerimize “ODTÜ yolu” olarak kazılan ve olumsuz olarak tanımlanabilecek şeyler olmuyor mu? Elbette oluyordur ama aynı örnekten hareketle söyleyebilirim ki yükselen tepkiler karşısında Yavaş’ın ODTÜ’den ilgililerle bir araya gelip, görüş ve önerilerini alması bile başlı başına bir adımdır. “Kıldan ince, kılıçtan keskin” bir süreçten geçtiğimizi unutmadan diyebilirim ki bu adımları çoğaltmak mümkün ve Ankara için daha iyisini istemek, elbette herkesin hakkı! El verelim, güç verelim; daha iyisini gerçekleştirelim. Zira “baş başa verilmeden, taş yerinden kalkmaz”.