Bu satırları Hrant Dink’in vurulduğu yerde 16. kez anmanın hemen ardından yazıyorum. Şehir dışında ya da yurt dışında olduğum 3’ü dışında tüm anmalara katıldım. Tüm konuşmaları dinledim ve bir insanın hissedebileceği pek çok duyguyu aynı anda hissettim. Kızgınlık, öfke, nefret, umutsuzluk ve hayal kırıklığı. Agos’un önünde o günlerde doğan çocuklar da vardı, hayli yaş almış dostlar da vardı. Ve aklıma o günden bugüne 16 yaş aldığım geldi ve ürktüm. Aklıma Hrant’ı defnettiğimiz gün yaptığım uzun yürüyüş geldi. Agos’un önünden Yenikapı’ya kadar olan o uzun yürüyüş. O gün ülkenin içinde olduğu koşullarla, bugün içinde olduğu koşulları düşündüm. Değişen sadece siyasi iklim değildi. Değişen o gün de, bugün de iktidar olan partinin siyasi anlayışı idi. Özgürlükçü toplumu savunmaktan otoriter devleti savunan partiye dönüştü yaşanan. Bu duygularla çevreme baktım. İnsanlarla konuştum, onları gözlemlemeye çalıştım. Evet, dün Agos’un önünde geçen yıla göre belki daha azdık ama geçen yıla göre daha çok umutluyduk. 16 yıl boyunca açılan davalarda Hrant’ı vuranlar belki ceza aldı ama ne Dink’in öldürmeye azmettirenler ne de onu öldüren akıl ortaya çıkartılamadı. Evet bir akıl, Dink’in sözlerini, duruşunu, varlığını tehdit olarak gördü. O akıl Dink’i önce uyardı, sonra öldürdü. 2007 yılı, tıpkı 1993 gibi karanlık bir yıl oldu. Ve 19 Ocak 2007’de Dink’in öldürülmesi o yıl yaşananların ilk halkası oldu. Onun davasını karanlık koridorlarda kaybolmasına engel olacağını ifade edenler de, ne yazık ki, davayı aydınlatamadılar. Dün Agos’un önünde daha az olan insanlar bu kez daha umutluydu, çünkü yeni dönemde adaletin geleceğinin daha aydınlık, yargının bağımsız olacağına inanıyorlardı. Ve bu davanın da aydınlatacağı konusunda umutluydular. Evet Agos’un önünde bu kez daha az kişiyiz belki ama ilk kez bu kadar çok umutluyuz. Gelecek için, ülke için daha çok umutluyuz.