Devlet Başkanlığına adaylığını koymuş olan Sayın Kılıçdaroğlu, yalnızca kötü yönetim sorununu çözmeye değil aynı zamanda bir ülkenin devamı için öncelikle gerekli olan siyasal topluluğa ülkenin insanlarınca verilmesi gerekli onayın etkili biçimde üretilmesine de talip olduğunu açıklamıştır.
Bu haftaki yazımda mevcut Cumhurbaşkanının ve bakanların seçim kampanyalarında devlet imkanlarını ve parasını sonuna kullanmasından bahsedecektim. Ancak dün gece Sayın Kemal Kılıçdaroğlu gençlere seslendiği bir video yayımladı. Bir Cumhurbaşkanın üstlenmesi gereken en önemli görevi, ulusal aidiyet duygusunun sağlanmasını daha seçilmeden yapmaya başladığını gördük. Ben de yazımın konusunu buna ayırmaya karar verdim.
David Easton, 1957de yayımlanan “An Approach to the Analysis of Political Systems” isimli makalesinde bir siyasal sistemi ayakta tutan ana mekanizmanın ülke halkının üç ayrı konuda sunduğu destek olduğunu ifade etmektedir.
[1] Ülkede yaşayan insanlar taleplerini karar mekanizmalarına iletmekte ve bu mekanizmalardan çeşitli politikaları hayata geçirmek üzere bazen de çelişen talepleri kendi içinde dengeleyen kararlar üretilmektedir.
Basitçe bu yöneten yönetilen mekanizmasının dinamiklerini ayakta tutan temel güç, yönetenlerin yönetilenlere üç ana konuda sunduğu rızadır. Böylece üretilen politikalar ihtiyaç duydukları meşruluğa kavuşmaktadırlar. Dolayısıyla da yönetenlerin bu üç konuda rızayı üretmeyi başarması gerekmektedir. Nedir bu üç konu? Siyasal topluluk, rejim ve hükümet.
Bunlardan ilki bir ülke için en hayati mesele olan ülkenin, devletin varlığına sunulan rızadır. Bir ülkede yaşayan insan topluluğunun, birlikte yaşama isteği, bir siyasal topluluk oluşturma arzusunu ifade eder. Bu arzu siyasal topluluğa aidiyet duygusu ile beslenir ve ulusal kimlikle somutlaşır. Bir devletin için en öncelikli rıza burada üretilmektedir ve ülkenin, devletin varlığına verilmektedir. Yönetilenlerin, siyasal birliğe duyduğu aidiyet duygusunu ifade etmektedir. Devlet kurulurken var olması gereken söz konusu rıza bir ana ilişkin de değildir. Tüm rıza türlerinde olduğu gibi sürekli üretilmesi gereklidir.
Bu türden bir rızayı devlet yönetimi içinde üretmesi gerekenler en başta devlet başkanlarıdır. Onun için parlamenter sistemlerde hükümetlerden ayrı devlet başkanları vardır. İşleri günlük siyasi sorunları çözmek değil; siyasal topluluğa rıza ve aidiyet duygusunu, bir anlamda ulusal kimliği üretmek ve onu temsil etmektir.
Mevcut düzende tarafsız, partiler üstü, tüm halkı kucaklayacak bir devlet başkanının yokluğu yönetilenlerin devletle olan aidiyet duygusunun üretiminde ciddi sorunlara yol açmaktadır. Vatandaşların kimisi makbul iken, kimisi çapulcu, sürtük, zillet, hain ve hatta terörist olarak yaftalanmaktadır.
Rejime sunulan rıza ise yönetim mekanizmasının, anayasal sistemin formel ve enformel kurumlarının işleyiş şekline yönetilenlerce sunulan tasdiki ifade etmektedir. Bir bütün olarak, yargı, yasama ve yürütme organlarının temel çalışma mantığına yönelik olarak, onlar tarafından ve siyasal elitçe üretilen bir rıza şeklidir. Evrimsel olarak ya da devrimci yönetmelerle değiştirilmesi söz konusu olabilir.
Hükümete verilen rıza ise doğrudan yöneten hükümetlere verilen rızadır. Hükümetlerin gündelik sorunları çözmedeki becerilerine göre, bir anlamda performanslarına göre üretilen bir meşruluk söz konusudur. Hükümetlerce kendi varlıklarına yönelik olarak üretilirler. Demokratik sistemlerde adil ve özgür seçimler yoluyla belli aralıklarla bu rıza ölçülür ve yönetenler değiştirilebilir. Bizimki gibi demokratik olmayan ancak rekabetçi sistemlerde de rıza ölçülüyormuş gibi yapılarak adil ve özgür olmayan seçimlerle iktidarın değişmemesi sağlanmaya çalışılır.
Peki tüm bunların Kemal Kılıçdaroğlu’nun dün yaptığı konuşmayla ilgisi nedir? Devlet Başkanlığına adaylığını koymuş olan Sayın Kılıçdaroğlu, yalnızca kötü yönetim sorununu çözmeye değil aynı zamanda bir ülkenin devamı için öncelikle gerekli olan siyasal topluluğa ülkenin insanlarınca verilmesi gerekli onayın etkili biçimde üretilmesine de talip olduğunu açıklamıştır.
Bugün geldiğimiz noktada var olan neopatrimonyal/ patronlu başkanlık rejimin ürettiği kötü yönetim, vatandaşların hem rejimi hem de hükümeti değiştirme arzusunu pekiştirmiş gözükmektedir. Kuru soğanla özleşmiş biçimde ve artık sıklıkla bu iki tür rızanın artık mevcut olmadığı farklı kesimlerce ifade edilmektedir. Ancak ülkemizde ne yazık ki siyasal topluluğun birliğine yönelik olan rızanın üretiminde de ciddi sorunlar mevcuttur.
Kısa vadede iktidarda kalabilmek için vatandaşları siyasi ve ideolojik olarak bölerek, kutuplaştırarak, ötekileştirerek yöneten Sayın Erdoğan, siyasi topluluğun varlığına yönelik rızayı üretmekte başarısız olmuş ve ülkenin varlığını tehlikeye atmıştır.
Güçlendirilmiş parlamenter sistem her üç tipteki rızanın üretim sorunlarına da çare olmak üzere tasarlanmıştır. Şimdiki sistemde devlet Başkanı olan Cumhurbaşkanı aynı zamanda tek kişilik yürütme yani hükümettir. Çok basitçe söylersek rejim de onun şahsi otoritesi çerçevesinde, siyasi sadakat temelinde bir ödül-ceza mekanizmasıdır. Rıza üretimi her üç konuda da iç içe girmiştir. Buradaki aksamalar her üç konuda da hayati başarısızlıklara neden olmaktadır.
Mevcut düzende tarafsız, partiler üstü, tüm halkı kucaklayacak bir devlet başkanının yokluğu yönetilenlerin devletle olan aidiyet duygusunun üretiminde ciddi sorunlara yol açmaktadır. Vatandaşların kimisi makbul iken, kimisi çapulcu, sürtük, zillet, hain ve hatta terörist olarak yaftalanmaktadır. Hükümeti yöneten kişi ve onun partisi devlet hâline gelmekte, tüm vatandaşlara tarafsız hizmet vermesi gereken kurumlar, hükümeti yöneten kişinin şahsına ait görülmektedir. Bu çarpıklık siyasal topluluğun varlığını tehlikeye atacak ciddi boyutlara ulaşmıştır.
İşte ülkemizin varlığı için hayati olan bu sorunlara çözüm, günlük siyasi meselelerle ilgilenecek hükümetin ayrı bir varlığının olması, gerekli şekilde demokratik seçimlerle rızanın belli aralıklarla ölçülmesidir. Buna karşılık insanlarımızın tamamının, ülkeye ve devlete (siyasal topluluğa) olan aidiyet duygusunu üretecek, tarafsız, partiler üstü bir devlet başkanlığının yeniden tesis edilmesi, bu makam sayesinde siyasal birliğimizin kuvvetlendirilmesi, tüm vatandaşlarımızın eşit ve makbul olması, siyasal topluluğa kuvvetli bir aidiyet duygusu beslemesi, bu duygudan beslenen ulusal kimliklerini sahiplenmesi sağlanmalıdır.
Kısa vadede iktidarda kalabilmek için vatandaşları siyasi ve ideolojik olarak bölerek, kutuplaştırarak, ötekileştirerek yöneten Sayın Erdoğan, siyasi topluluğun varlığına yönelik rızayı üretmekte başarısız olmuş ve ülkenin varlığını tehlikeye atmıştır. Sayın Kılıçdaroğlu, birleştirici dili, tüm insanlarımızı kucaklayan tarzı, eşit vatandaşlık konusundaki hassasiyeti ve önerdiği güçlendirilmiş parlamenter sistem ile tam tersi bir yönetim şeklini savunmaktadır. Başarısı, siyasal topluluğumuzun birliği, refahı ve huzuru yolunda önemli bir adım olacaktır.
---
[1] David Easton, World Politics, Vol. 9, No. 3 (Apr., 1957), pp. 383-400.