2021 yılı verilerine göre Türkiye enerji üretiminin yüzde 83’ünü fosil kaynaklardan sağlıyor. Oysa Türkiye, geliştirilmeye müsait, yenilenebilir enerji kaynakları bakımından ciddi potansiyele sahip bir ülke.
Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nin 27.si, bilinen adıyla COP27, bu yıl 6-18 Kasım tarihlerinde Mısır’ın Sharm El-Şeyh kentinde düzenleniyor. Zirve henüz başlamadan İngiltere’de epey tartışma yarattı. Ayağının tozuyla başbakanlık koltuğuna oturan Rishi Sunak, 17 Kasım’da açıklanması beklenen bütçe üzerinde çalışması gerektiğini ileri sürerek, zirveye katılamayacağını duyurmuştu.
Başbakanın bu kararı, iklim krizini yeterince ciddiye almadığı şeklinde yorumlara yol açtığından, gerek muhalefet gerekse çevreci gruplardan çok tepki aldı. İşte tam bu tartışmaların ortasına, geçen yıl Glasgow’da toplanan iklim zirvesine liderlik etmiş olan eski Başbakan Boris Johnson’ın Mısır’a gideceği haberi düştü. Johnson’ın rol çalmasına gönlü razı gelmeyen Sunak, kararından dönerek Sharm El-Şeyh’e gideceğini açıkladı.
UKRAYNA SAVAŞI’NIN DAYATTIĞI KOŞULLAR
Bu seneki iklim zirvesinde karne notunu tutturamayan pek çok devlet geçerli bir mazeret olarak Ukrayna Savaşı’nı öne sürecek. Aslında dünya ekonomisi savaştan evvel Covid19 salgını sebebiyle zor koşullardan geçmekteydi. Tedarik zincirinde yaşanan aksamalar, ekonomik normalleşmeyle artan tüketici talebi emtia fiyatlarını yukarı çekiyordu. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, enerji kaynakları ve gıda güvenliğini tehdit ederek hükümetler üzerindeki enflasyonist baskıyı artırdı.
Savaşa dek enerji ihtiyacının önemli bir kısmını Rusya’dan karşılayan Avrupalı devletler hem kışı soğukta geçirmemek hem de enerji faturalarını aşağı çekebilmek için bir süredir enerji kaynaklarını çeşitlendirme yoluna gidiyor. Bu durum geçici de olsa, yeşil dönüşüm hedefleriyle çelişen birtakım kararları da beraberinde getirmekte. Almanya örneğine bakalım. Geçtiğimiz yıl kullandığı doğal gazın yüzde 55’ini Rusya’dan temin eden ve 2030 yılı itibariyle kömürden çıkmayı taahhüt eden Almanya, yıl sonunda kapatılacak kömür santrallerinin en az 20 tanesini açık tutma kararı aldı. Benzer şekilde kapatılması planlanan 3 nükleer santral gelecek Nisan’a dek açık tutulacak. Koalisyon ortağı Yeşiller Partisi dahi en azından kışı geçirmek için böylesi zor bir karara destek vermek zorunda kaldı.
İngiltere’nin karnesi de pek parlak sayılmaz. Enerji kaynakları bakımından Rusya’ya bağımlı olmamasına rağmen, İngiltere de enerji fiyatlarındaki yükselişten olumsuz etkilenmekte. Sunak’ın selefi Liz Truss, 45 günlük başbakanlığı süresince hidrolik sondaj yasağına son veren, Kuzey Denizi’nde petrol ve gaz aramalarının önünü açan bir dizi karar aldı. Sunak’ın bu kararları revize etmesi beklenmiyor. 2050 net sıfır hedefiyle, iklim değişikliğiyle mücadelede öncü rol oynayan İngiltere’nin taahhüt ettiği şekilde uluslararası iklim finansmanına kaynak sağlamamış olmasının yanı sıra, karbon emisyonlarında tutarlı bir azalma gözlenmemesi de
eleştiriliyor.
Bu noktada Gabon Çevre Bakanı Lee White’a hak vermemek elde değil.
White, ancak zengin ülkelerde büyük çapta ölümler başladığı zaman iklim krizi konusunda anlamlı bir aksiyon alınacağını üzüntüyle ifade ediyor. Savaş patlak vermeden önce de pek çok ülkenin iddialı şekilde önlerine koyduğu 2050 net sıfır hedeflerini tutturması zor görünüyordu. Savaş koşulları, bu taahhütlerin hayata geçirilmesi için gerekli finansal kaynaklara erişimi iyice zora soktu. Önceliklerin değişmesi, kapsamlı eylem planlarının devreye girmesini geciktiriyor. Dolayısıyla her geçen gün küresel ısınmayı 1.5 derecede sabitlemek için geç kalıyoruz. Oysa uzun vadede, yenilebilir enerji kaynaklarına yatırım yapılması, hem iklim değişikliğiyle mücadelede yol alınmasına hem de Rusya’nın enerji kaynaklarına bağımlılığı azaltmaya yardımcı olacak.
TÜRKİYE’NİN İKLİM DEĞİŞİKLİĞİYLE MÜCADELE KARNESİ
Geçtiğimiz sene Paris İklim Anlaşması’nı meclisten geçirerek, 2053’te karbon salınımını sıfırlamayı taahhüt eden Türkiye’nin gerek yeşil dönüşüm gerekse Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltma noktasında mesafe kaydettiğini söylemek mümkün değil.
2021 yılı
verilerine göre Türkiye enerji üretiminin yüzde 83’ünü fosil kaynaklardan sağlıyor. Oysa Türkiye, geliştirilmeye müsait, yenilenebilir enerji kaynakları bakımından ciddi potansiyele sahip bir
ülke. Bu açıdan, Şubat ayında toplanan İklim Şurası’nda alınan kararlar pek tatmin edici bulunmamıştı.
Diğer taraftan, iklim değişikliğiyle mücadelenin Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından hazırlanan Orta Vadeli Program’a (OVP) dahil edilmiş olması umut verici. Ancak ortaya konulan hedeflerin tutturulması bakımından daha evvel sunulan Ulusal Niyet Beyanı’nın detaylı bir yol haritasıyla desteklenerek vakit kaybetmeden harekete geçilmesi gerekiyor.
2030’a kadar elektrik üretiminde kömürden çıkılması gerekli. Halbuki Türkiye’de mevcut santrallerin sayısı azaltılacakken, yeni kömür santralleri açılmaya devam ediliyor.
Bu bağlamda örneğin, 2030’a kadar elektrik üretiminde kömürden çıkılması gerekli. Halbuki Türkiye’de mevcut santrallerin sayısı azaltılacakken, yeni kömür santralleri açılmaya devam ediliyor. Bunlardan biri Haziran ayında faaliyete geçen, Hunutlu Termik Santrali. Çin sermayesiyle inşa edilip, ithal kömürle işletilen termik santralin kurulduğu Sugözü kumsalı, aynı zamanda deniz kaplumbağalarının
yuvalama alanlarından.
RUSYA’YA ENERJİ BAĞIMLILIĞIMIZ ARTIYOR
Avrupalı devletler Kremlin’in enerji kaynaklarını siyasi bir şantaj aracı olarak kullanmasının önüne geçebilmek amacıyla kaynak çeşitlendirmesine giderken, Ankara’nın benzer kaygılar taşıdığını söylemek mümkün değil. Rusya devlet başkanı Vladimir Putin’in Rus gazını pazarlama amacıyla yakın zamanda ortaya attığı Türkiye’nin doğalgaz merkezi ve geçiş noktası olabileceğine ilişkin açıklamaları hükümet nezdinde olumlu yankı buldu. Gazın kime satılacağı muamma olsa da…
Benzer şekilde, geçtiğimiz hafta, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, en geç 2024 başı itibariyle hizmete girmesi planlanan Akkuyu nükleer santraline ek olarak Rusya ile ortak Sinop’ta dört yeni ünitenin inşası için görüşmelerin sürdüğünü ve merkezi belirlendikten sonra yeni bir nükleer santralin daha yapılacağını
müjdelemesi Türkiye’nin Rusya’ya olan enerji bağımlılığının daha da artacağını gösteriyor.
Sürüncemede bırakılan hukuki süreçle Yeşiller Partisinin önümüzdeki seçimlere katılımı engellenmiş oldu. Halbuki, kimlik politikaları ile güvenlik eksenine sıkışmış olan siyasi alanı genişletebilir; siyasetteki sağa kayışa çare olabilirdi.
Piyasa koşullarından çok daha pahalıya elektrik alacağımız Akkuyu Santrali’nin işletmesinden, nükleer yakıt teminine, atıkların organizasyonuna dek Rusların kontrolünde olması, çevre güvenliğini bakımından da endişe verici.
AVRUPA DÖNÜŞÜRKEN SÜRECİN DIŞINDA KALINMAMALI
Avrupa’daki yeşil dönüşüm sürecini yakından takip eden Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) kurucu direktörü Güven Sak, Ankara’nın bu dönüşüme bir an evvel entegre olması gerektiğini köşe yazılarında sıkça hatırlatıyor. Buna göre, Avrupa Birliği Yeşil Mutabakat kapsamında 2024 başında uygulamaya konulması öngörülen Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması (SKDM) uyarınca, karbon salınımı yüksek olan 5 büyük sektörde (demir, çelik, alüminyum çimento, gübre ve elektrik) üretilen ürünlerin ihracatına gümrük vergisi
getirecek.
Böylelikle hem üretimin çevre kanunlarının gevşek olduğu ülkelere kaçmasının önüne geçilecek, hem de kendi ülkelerinde temiz üretim teşvik edilmiş olacak. AB’nin Türkiye’nin en büyük ticari ortağı olduğu düşünülürse, üretimde karbon izini azaltacak tedbirlerin yürürlüğe konulması, Türk ihracatçıların rekabet gücünü kaybetmemeleri açısından önem taşıyor.
Çevre duyarlılığı genç seçmen nezdinde önem kazanırken, Yeşiller Partisi neden kurulamıyor?
Türkiye coğrafi konumundan ötürü küresel ısınmanın yıkıcı sonuçlarını tecrübe eden ülkelerden biri. Çevre duyarlılığı son yıllarda daha sık tekrar eden sel, kuraklık ve yangın gibi doğal felaketler neticesinde artıyor. Kanal İstanbul veya Kaz Dağları’nda altın madenciliği gibi doğayla uyumlu olmayan ekonomik projeler giderek daha güçlü halk direnişiyle karşılaşıyor.
Deloitte Global 2022
Z kuşağının iklim değişikliğiyle mücadele konusunu ciddiye aldığını göstermekte. Buna göre, Z kuşağını temsil eden katılımcıların yüzde 83’ü son 12 yılda en az bir şiddetli hava olayından etkilendiğini belirtmiş. Yüzde 74’ü çevreye kişisel etkilerini azaltmak için çaba sarf ediyor.
Çevre konusunun seçmen nezdinde bu denli önemli bir yer tuttuğu ortadayken Türkiye’de hâlâ Yeşiller Partisi kurulamamış olması da oldukça düşündürücü. Aslında parti 2020 Eylül ayında kuruldu. Ancak İçişleri Bakanlığı’nın başvuru belgelerinin teslim alındığına dair yanıt vermemesi sebebiyle partinin kuruluşu resmi olarak tamamlanamadı.
Sürüncemede bırakılan hukuki süreçle partinin önümüzdeki seçimlere katılımı engellenmiş oldu. Halbuki, kimlik politikaları ile güvenlik eksenine sıkışmış olan siyasi alanı genişletebilir; siyasetteki sağa kayışa çare olabilirdi. COP27 Zirvesi yaklaşırken belki bu konu da bir kez daha gündeme taşınmış olur.