2053 yılı için net sıfır emisyon hedefi koyan Türkiye’nin, COP26 Zirvesi kapsamında ortaya koyduğu taahhütler oldukça sınırlı. 19 milyar dolarlık bütçeyle desteklenecek olan “Ormansızlaşmanın durdurulması” girişimine destek veren Türkiye, küresel sıcaklık artışını sınırlandırmak açısından en etkili adım olan kömürden kademeli çıkış konusunda istekli görünmüyor. Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nin 26.sı Birleşik Krallık’a bağlı İskoçya’nın Glasgow şehrinde 31 Ekim’de başladı. 12 Kasım’a dek sürecek zirvenin başlıca amacı 2015’te 195 ülkenin katılımıyla kabul edilen Paris İklim Anlaşması’nda belirlenen hedeflerin dünyayı yaşanır bir yer kılacak şekilde revize edilmesi. Şöyle ki, Paris’te mutabık kılınan çerçeve, katılımcı devletlerin küresel ısınmayı sanayi öncesi döneme, yani 2 derecenin olabildiğince altına indirmesini, mümkünse 1.5 derece ile sınırlandırmalarını öngörüyordu. Bu hedeflerin tutturulması için, devletler, karbon emisyonlarının sınırlandırılması, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelim ve yeşil alanların artırılması gibi konularda somut hedefler içeren, bağlayıcı olmayan, kendi milli çevre stratejilerini (nationally determined contributions-NDCs) ortaya koyarak katkıda bulunuyordu. Zaman içinde Paris’te belirlenen emisyon limitlerinin küresel sıcaklığın indirilmesinde yeterli olmayacağı anlaşıldı. Bilim insanları, mevcut değerler takip edildiği takdirde, küresel sıcaklığın 3 derece ve üzerine çıkacağını tahmin ediyorlar ki, bu dünyanın yaşanmaz bir yer olacağı, daha açık söylemek gerekirse, zenginleşme uğruna doğayı yok eden ülkelerin kazandıklarının sefasını süremeyecekleri anlamına gelmekte. İşte bu sebeple, Cop26 Zirvesi, katılımcı ülkeleri, milli hedeflerini gözden geçirerek sera gazı salınımlarını aşağıya çekecek, yeşil dönüşüme ivme kazandıracak politikalara destek vermeye çağırıyor. Bu noktada küresel ısınmadan en çok sorumlu olan ülkelerin desteğinin alınması elzem. En az bunun kadar önemli bir diğer konu da, yeşil dönüşüme yeterli kaynak ayıramayan, gelişmekte olan ülkelere destek sağlanması. Çünkü iklim kriziyle mücadele için atılması gereken adımlar ekonomik ve sosyal bir dönüşümü beraberinde getirmekte. Şu ana dek zirvenin kazanımlarına dair görüşler muhtelif. Bir kısım, 122 ülke liderinin katılımıyla gerçekleşen toplantıların iklim değişikliğiyle mücadelede bir dönüm noktası olabileceğini düşünürken, taahhütlerin tutulması noktasında karamsar olanlar için Cop26 geçmişteki pek çok örneği gibi toplantılar arşivinde yerini alacak. Zirve’nin beşinci gününde, iklim aktivisti Greta Thunberg liderliğinde binlerce genç Glasgow sokaklarında COP26’yı protesto ettiler. Thunberg’a göre İklim Zirvesi mevcut sistemden kâr eden pek çok devletin ve çokuluslu büyük şirketlerin faaliyetlerini çevreyle uyumluymuş gibi gösterdikleri (greenwashing) bir PR kampanyasından ibaret. Sistemi değiştirmek yönünde irade ve liderliğin olmadığı bir zirveden etkin bir sonuç beklememek gerektiğini savunan Thunberg iklim krizine duyarlı olanları harekete geçmeye çağırıyor. Peki, şu ana dek zirvede anlaşmaya varılan konu başlıkları neler derseniz? 2050’de karbon emisyonlarının net olarak sıfırlanması hedefi uzak bir ihtimal görünüyor. Zira en yüksek karbon salınımına sahip Çin bu hedefi 2060 yılına, Hindistan 2070’e ötelerken, Rusya bu konuda henüz net bir tarih açıklamış bile değil. Ancak “Glasgow atılımı-Glasgow breaktrough” bağlamında devletlerarası uzlaşı sağlanan konular da var. Bu bağlamda, kömür üretiminden kademeli olarak çıkış, metan gazı salınımının azaltılması, ormansızlaşmanın durdurulması, temiz enerji kaynaklarına yatırım teşviki sağlanması noktasında belli ölçüde uzlaşı sağlandığı söylenebilir. Bütün mesele devletlerin taahhüt ettikleri hedefleri uygulamaya geçirip geçirmeyecekleri. Türkiye iklim kriziyle mücadelenin neresinde? Medyada, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD Başkanı Joe Biden ile görüşmesinin Roma’daki G-20 Zirvesi’nde mi yoksa Glasgow’daki COP26 süresince mi yapılacağının, Türkiye’nin iklimle mücadele dosyasının önüne geçtiğini söylemek yanlış olmaz. Görüşmenin hemen ardından, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türk heyetinin protokol ve güvenlikle ilgili taleplerinin tam olarak karşılanmaması sebebiyle Glasgow’daki iklim zirvesine gitmeyeceğini öğrendik. Bilindiği üzere, Türkiye, 2016’da imzaladığı Paris İklim Anlaşması’nı 7 Ekim’de son sürat TBMM’den geçirerek, anlaşmayı en son onaylayan OECD ve G-20 ülkesi oldu. Türkiye’nin bu kadarı almasında İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın kişisel olarak çaba sarf ettiği ve hatta konunun geçtiğimiz Eylül ayındaki BM Genel Kurul Toplantıları sırasında karara bağlandığı konuşuluyor. Türkiye halihazırda, coğrafi konumu sebebiyle, küresel ısınma ve iklim değişikliğinin yol açtığı sorunlarla (yangınlar, sel, don olayları…vs.) baş etmeye çalışıyor. Öte yandan, küresel ölçekte iklim konusunda duyarlılığın geliştiği bir dönemde, ülkenin yeşil dönüşüm sürecine entegrasyonu, uluslararası yatırımların ülkeye çekilmesi bakımından da önem arz etmekte. Bu bağlamda, Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı olan Avrupa Birliği’nin düşük karbonlu ekonomiye geçişinin temelini oluşturan “Avrupa Yeşil Mutabakatı” ve birlik dışındaki ülkelere AB ile ihracatlarında karbon içeriği üzerinden bir karbon maliyeti yüklenmesini öngören “Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması”nın Ankara’nın iklim politikalarına ivme kazandırdığı söylenebilir. Ankara, yakın zamana dek, Paris İklim Anlaşması’nın onayını geciktirmesinin gerekçesi olarak, ülkenin Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (BMİDÇS) Ek-1 kısmında yer alan “gelişmiş ülkeler” kategorisinde sınıflandırılmasını gösteriyordu. Bu durum, Türkiye’nin yeşil dönüşüm için ihtiyaç duyduğu uluslararası finansal destekten mahrum kalması demekti. Başbakan Johnson’ın arabuluculuğunda, Fransa ve Almanya’nın desteği alınarak Türkiye’ye 3.2 milyar dolarlık fon sağlanması ile sorun bir ölçüde aşılmış oldu. Nitekim, Türkiye COP26 Zirvesi’nde BMİDÇS’nde belirtilen Ek-1 kategorisinden ayrılmaya yönelik talebini geri çekti. Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Mehmet Emin Birpınar kararın, “Türkiye’ye sağlanan 3,2 milyar dolarlık fona karşılık iyi niyet göstergesi olarak alındığını” açıkladı. Bundan sonra atılması beklenen adımlar neler? 2053 yılı için net sıfır emisyon hedefi koyan Türkiye’nin, COP26 Zirvesi kapsamında ortaya koyduğu taahhütler oldukça sınırlı. 19 milyar dolarlık bütçeyle desteklenecek olan “Ormansızlaşmanın durdurulması” girişimine destek veren Türkiye, küresel sıcaklık artışını sınırlandırmak açısından en etkili adım olan kömürden kademeli çıkış konusunda istekli görünmüyor. Zirvede kirletici ülke/firmaların maliyetlerini üstlenmesi ve kömür teşviklerine desteğin kaldırılması tartışılırken, Enerji Bakanlığı’nın 30’dan fazla yeni kömürlü termik santral açma hazırlığında olduğu söyleniyor. Bir taraftan küresel ölçekte yükselen enerji fiyatları, diğer yanda yeşil dönüşüm trenini yakalama zorunluluğu, yürürlüğe konulması gereken ekonomik/ sosyal politikalar, atılacak adımların iç politikaya olası yansımaları…Yönü ne olursa olsun, kısa dönemde uygulamaya konulacak kararlar, gelecek nesillerin yaşam kalitesini belirleyecek. Dolayısıyla, şayet küresel iklim politikalarına entegrasyon yönünde samimi bir niyet var ise, Ankara’nın zaman kaybetmeden, yeşil kalkınma politikasını somut hedefler üzerinden şekillendirmesi, kendi milli çevre stratejisini hazırlaması gerekiyor. Olumlu bir not ile bitirelim. Bu bağlamda, Birleşmiş Milletler Planlama Programı’nın (UNDP) detaylandıracağı bir raporun, Küresel Çevre Fonu (Global Environment Facility) desteğiyle Türkiye için yol haritası olarak, hayata geçirilebileceği değerlendiriliyor. Hayırlısı…