Afganistan’dan Türkiye devam eden göç dalgası, Avrupalı liderlerde bir korku yaratmış görünüyor. Lider ve yetkililer liderler peş peşe açıklama yapıyorlar. Hatta İngiltere Savunma Bakanlığı, Afganistanlı mülteciler için Türkiye ile birlikte Pakistan’da sığınma merkezleri kurma planlarının olduğu açıklamış. Dışişleri Bakanlığı’ndan bu açıklama karşı; “İngiltere'nin ülkemizde mülteci merkezleri kurma planı konusunda tarafımıza iletilmiş resmi bir talep bulunmamaktadır. Bu yönde bir talep iletilse dahi, bunu kabul etmemiz mümkün değildir.” Tepkisini vermiş. Yine dün akşam saatlerinde AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik de, konu ile ilgili olarak, “Türkiye bir toplama kampı, göçmen kampı değildir. Burası yol geçen hanı da değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırlarına hakimdir” dedi. Peki durum gerçekten böyle mi? Geçtiğimiz haftalarda sınırlarımızdan yürüyerek girenleri, tırlarla gelip otoban kenarında yol kenarlarına bırakılanları nasıl açıklayacağız? Resmî makamlardan gelen açıklamaya göre Türkiye’ye 300 bin Afgan gelmiş. Görünen bu sayının artacağı. Ancak siyasi iktidar, Suriyelilerle olduğu gibi bu kez de gelen Afganistanlılar için gereken tedbirleri almıyor. İnsanları sınırları geçerek, kayıtsız ve denetimsiz biçimde Türkiye’nin çeşitli illerine şimdiden ulaşmış durumdalar. AÇIK MÜLTECİ KAMPI Biraz geriye 2011’e gittiğimizde Türkiye’ye gelen Suriyeliler konusunda “kırmızı çizgi”, 100 bin idi. Sonra tedbir alınacaktı. Sonrasını biliyoruz. Şimdi Türkiye’ye gelen Suriyelilerin ülkelerine gönderilip gönderilemeyecekler tartışılıyor. Ülkenin için olduğu siyasal iklim ve ekonomik koşullar, Suriyeli ve diğer ülkelerden gelenlere hoşgörüyü azaltmış görünüyor. Artık övündüğümüz “misafirperverlik” hızla “ayrımcılığa/ırkçılığa” dönüşmeye başladı. Siyasi iktidara destek olanlar, siyasi liderlerinin çağrılarına uygun biçimde Suriyeli “kardeşlerine” Ensar ruhuyla yaklaşmaya ne yazık ki son vermiş görünüyorlar. Suriyeliler karşı olanlar içinde siyasi iktidara yakın olanların oranı da yüksek. Diğer yandan muhalefet gerekli koşullar sağladığında gönderilmelerini savunurken; siyasi iktidar, onları ucuz işgücü gördüğü içi olsa gerek kalmalarından yana. Yine siyasi iktidarın gelen Suriyelileri, Türkiye’de tutmak için AB ile yapmış olduğu Geri Kabul Anlaşması da, onların burada kalmalarını savunmak için başka bir temel neden. Siyasi iktidarın para için ülkeyi açık mülteci kampına dönüştürmesi, iktidarın seçilmişlerini rahatsız etmiyor olabilir ama seçmenlerin rahatsız oldukları artık açık. Suriye’deki iç savaşın sonuçlarından biri olan “göç” konusunda insani sorumluluğu dünya ile paylaşmak yerine, bu sorumluluğu AB’den aldığı ekonomik yardım karşılığında tek başına üstelenmeyi tercih etmiştir. Bu açıdan hata başından yapılmıştır. Bugün İngilizlerin ya da başka ülke yetkilerin mültecileri Türkiye’de tutma konusunda olan güvencelerinin nedeni, siyasi iktidarın ülkeyi dışardan gelecek para karşılığında ülkeyi mülteciler için açık kampa dönüştürmesidir. ÇIKAR DEĞİL TAVİZ POLİTİKASI Daha hazin olan ise hatalı Suriye politikasından hala ısrar edilmesidir. O günlerden bugüne gelinen noktada iktidarın AB, ABD, Katar ve Rusya olan tüm ilişkileri bu açıdan “ulusal çıkar” değil, iktidar olma halinin sürdürmeyi hedefleyen bir “taviz politikası”nın sürdürülmesidir. Son günlerde Birleşik Arap Emirlikleri ile kurulan ilişkiler de bu kapsamda yine bir taviz politikasının devamıdır. Ve bu tavizlerin ülkeye maliyetleri sürekli artmaktadır. Türkiye’nin içinde olduğu siyasal kutuplaşma ve ekonomik olarak içinde bulunduğumuz zor durum, siyasi iktidarı dış politikada kırılgan hale getirmekte, bunun sonucu da uluslararası ilişkiler ülke çıkarı üzerinden değil taviz politikasına göre şekillenmektedir. İktidarın ömrünü biraz daha uzatacak tavizler. Maliyetini tüm Türkiye’nin her gün biraz daha fakirleşerek ödediğimiz tavizler. Yine biliyoruz ki siyasi iktidar için hedef, maliyeti ne olursa olsun iktidar ömrünü olabildiğince uzatmaktır.