Bu yazıda, kişinin cezaevinde “cezasını çekmesinin” ötesinde, kişi ve toplum için bir takım başka sonuçlar doğacağını ve bahsedeceğim sonuçları arzulayıp arzulamadığımızı konuşmayı önemsiyorum.
Türkiye’de sıklıkla, tartışmalı siyasi tercihler sergilediği düşünülen kişilerin hesap vermesi, bedel ödemesi, yargılanması gibi talepler dile getiriliyor. Bunların -kabaca- öç almaya dayalı bir adalet anlayışını yansıttığından bahsedebiliriz. Bu yazıda, bu arzu gerçekleşir ve ilgili kişi cezasını çekmek için cezaevine gönderilirse, nasıl bir yerde ve nasıl koşullar altında olacağından bahsetmek istiyorum. Zira orada “cezasını çekmesinin” ötesinde, kişi ve toplum için bir takım başka sonuçlar doğacağını ve bahsedeceğim sonuçları arzulayıp arzulamadığımızı konuşmayı önemsiyorum. Nitekim o sonuçları kamuoyu genelde hükümlülerin yaşadığı fiziksel veya ruhsal rahatsızlıklar bağlamında -en son kanser hastası Ayşe Özdoğan veya hafıza kaybı yaşayan Aysel Tuğluk bakımından- duyuyor ve bu koşullarda onları cezaevinde tutmaya devam etmenin insani olmadığını değerlendirme imkanına kavuşuyor. Ancak cezaevinde bulunmak, bu bahsedilen rahatsızlıklar ötesinde bir takım görünmeyen durumların yaşanmasına da sebep oluyor.
Cezaevinde bulunmanın kişiye ne yaptığını anlamaya çalışırken bize ışık tutan bilim insanı Kanadalı sosyolog Erving Goffman. Goffman’a göre cezaevi bir «total kurum»
[1]. Bunun anlamı toplumun genelinden oldukça uzun bir süre için koparılmış; birbirine benzer durumda çok sayıda bireyin; bulundukları kurum tarafından kuşatılmış ve resmi surette düzenlenmiş bir yaşam döngüsü sürdürdüğü bir ikamet ve çalışma yerinde bulunması. Bu mekânda normal hayatın aksine, uyku, iş, eğlence aynı yerde, aynı otoritenin altında, aynı insanlarla yürüyor. Ki beraber olunacak insanları seçmek de mümkün değil. Cezaevinde hayat yapılandırılmış durumda ve kişiye dayatılan kurallar ve faaliyetler uyarınca geçiyor. Uyuma, eğlenme, çalışma, cezaevinin içinde aynı yerde yaşanıyor ve bunları birbirinden ayıran sınırlar bulunmuyor. Bu noktada, aileniz bile olsa, aynı insanlarla sürekli aynı mekânda bulunmanın akıl sağlığına nasıl bir etkisi olduğunu pandemi sürecinde hepimiz bizzat yaşayarak gördüğümüzü hatırlatmak isterim.
Cezaevinde hayat, sizinle aynı şeyi birlikte yapması şart koşulan geniş kitlelerin eşliğinde yürüyor. Bir başka deyişle, koğuşunuzda kalanlarla grup halinde yaşam zorunluluğu var: herkes aynı saatte kalkıyor ve yatıyor, sayım veriyor, aynı yemeği yiyor. Koğuşlarda hem insanlar birbiri ile sürekli temas halinde hem de birbirlerine teşhir oluyorlar. Bu nedenle bir özel hayat, sessiz ve sakin an eksikliği baş gösteriyor. Örneğin, bir mektup okuyup aldığınız haberle üzüldüğünüzde bunu sizinle aynı koğuşta kalan herkes öğreniyor. Bu durum yıllarca sürdüğünde bunun kişisel anlamda ne kadar yorucu olacağını tahmin etmek güç değil. Bunun bir benzerini askerlikte veya yatılı okulda veya bir süre akıl hastanesinde kalma tecrübesi yaşamış olanlar kadar bir gemide aylarca denizde kalanlar da yaşamış olabilir.
Bunun ötesinde, cezaevleri her şeyden önce güvenlikle ilgili mekânlar. Bu da bolca hiyerarşi, rutin, ritüel, bürokratik kategori içeriyor. Tüm bunlar kişileri ebeveyn, müdür, kardeş, hemşeri, komşu, arkadaş gibi farklı tüm toplumsal rollerinden kopararak, toplumdan ayırıyor ve yerine
Örneğin, cezaevine girerken fotoğrafınız çekilerek, cezaevindeki birçok faaliyette kullanacağınız bir kimlik size veriliyor. Kütüphaneden kitap ödünç almaktan, görüşe çıkmaya her faaliyet bu kimlikle yapılıyor.
sadece mahkûmu koyuyor. Örneğin, cezaevine girerken fotoğrafınız çekilerek, cezaevindeki birçok faaliyette kullanacağınız bir kimlik size veriliyor. Kütüphaneden kitap ödünç almaktan, görüşe çıkmaya her faaliyet bu kimlikle yapılıyor. Keza, cezaevine girerken parmak iziniz alınıyor, muayene ediliyor ve evlilik yüzüğünden diğerlerine kadar şahsi eşyalarınız sizden alınarak, saklanacakları ve size dışarı çıkarken verilecek bir yere konuluyor. Orada bulunduğunuz süre zarfında yanınızda belirli sayıda ve özellikte kıyafet bulundurabiliyor veya başka şey sahibi olabiliyorsunuz. Tabii ki cep telefonunuz yanınızda değil ve cezaevinde internet de yok. Güvenlikle ilgili bir yer olması nedeniyle bulunduğunuz koğuşta ve eşyalarınız üstünde sıklıkla arama yapıldığı gibi, cezaevinin sağladığı kulübelerde yapılan telefon konuşmaları süre ve konuşabileceğiniz kişiler açısından sınırlı ve kayıt altında. Aldığınız ve yolladığınız mektupların da mektup okuma komisyonları tarafından okunması söz konusu.
Kısaca, total kurum denilen bu yerde sizi siz yapan renk, kıyafet, takı gibi kişiselliğinizin bir parçası olan şeylerden ayrıldığınız kadar, özel hayatınızı kaybediyor ve daha da önemlisi kendi kararlarınızı alma ve kendi kaderinizi belirleme imkanını da yitiriyorsunuz. Böylece dış dünyayla bağlantınızı kaybettiğiniz gibi, o hayata ait yetkinlik ve alışkanlıkları da kaybediyorsunuz. Örneğin hızla gelişen teknolojiyi de düşünürseniz, birkaç sene içinde birisine para verip ulaşım kartınızı onun doldurmasının yerini, bir makineye para yükleyerek sizin doldurmanın, fatura veya herhangi bir ödeme için bankaya gitmenin yerini internet bankacılığı alıyor. Siz bunların nasıl yapıldığını bilmiyor ve bazen yaştan dolayı beceremiyorsunuz da. 30 senedir cezaevinde bulunan ve henüz interneti bile görmemiş insanlar var cezaevinde. Diğer yandan, kişinin artık kendi hesabından para çekmesi, üstüne olan arabasını satması, boşanması bile tek başına yapamadığı faaliyetlere dönüşüyor.
Cezaevinde sizi siz yapan renk ve takı gibi kişiselliğinizin bir parçası olan şeylerden ayrılıyor, özel hayatınızı kaybediyor ve daha da önemlisi kendi kararlarınızı alma ve kendi kaderinizi belirleme imkânını da yitiriyorsunuz.
Bunlara ek olarak, hareket özgürlüğünüzün olmaması -koğuşunuzdan veya cezaevinden sadece belirli şeyleri yapmak için- (mahkemeye gitme, görüşe gitme, sağlık kontrolüne gitme vs.) ve yalnız olmaksızın çıkamamanız, infaz memurlarıyla aranızda ciddi bir bağımlılık ilişkisi yaratıyor ve her tür istismara kapı aralanıyor. Dahası, koğuşunuzda bulunan kişilerle iyi geçinme, güvenlik adına bazen onların gücüne boyun eğme zorunluluğu da kişinin sürekli tetikte olmasını gerektiriyor.
Bunlara ek olarak, cezaevinden sadece belirli şeyleri yapmak için- (mahkemeye gitme, görüşe gitme, sağlık kontrolüne gitme vs.) ve yalnız olmaksızın çıkamamanız, infaz memurlarıyla aranızda ciddi bir bağımlılık ilişkisi yaratıyor.
Dolayısıyla kapatılmanın özgür olmama, otonom ve güvende olmama dışında ruhsal anlamda zorluk yaratan başka sonuçları da var. Hayatınızda kanıksadığınız birçok mal ve hizmeti (en basitinden alıştığınız-sevdiğiniz bir sabunu, bir çikolatalı bisküviyi veya en basitinden yumurtayı) bulamamak ve heteroseksüel ilişki olmaması (Gresham Sykes 1958). Bu nedenle, kapatılma kişiler üstünde farklı psiko-sosyal etkiler yaratıyor. Kapatılmanın başındaki dönem,
Dolayısıyla kapatılmanın özgür olmama, ruhsal anlamda zorluk yaratan başka sonuçları da var. Hayatınızda kanıksadığınız birçok mal ve hizmeti bulamamak ve heteroseksüel ilişki olmaması (Gresham Sykes 1958).
kişinin intihar ve kendine zarar vermesinin en yüksek olduğu dönem. İntiharlar kapatılmanın ilk ayındaki şok döneminde gerçekleşiyor. Nitekim, ünlü ve başarılı bir avukatın tutuklandığında intiharına tanık olduk yakınlarda
[2]. Kişi, bu dönemde dışarıdaki hayatından tam kopmuş olmasa da içeriye uyum sağlayabilmiş değil. Dahası, hayatının kontrolünü büyük oranda kaybettiği hissini yaşıyor.
Kapatılmanın başındaki dönem, kişinin intihar ve kendine zarar vermesinin en yüksek olduğu dönem. İntiharlar kapatılmanın ilk ayındaki şok döneminde gerçekleşiyor.
Altı aya kadar kısa dönem kapatılma dönemi dahi kişilerin üstünde bir etki yaratıyor. Sorunlarınız somatik hale geliyor, toplumsal ve aile ilişkileriniz bozuluyor; artık hakkınızda aile ve toplumda bir stigma oluşuyor, artan oranda şiddet davranışı sergiliyorsunuz. Uzun dönem kapatılmada ise siz artık hapishane alt kültürüne uyum gösteren, akran dayanışması içinde birisisiniz. Tüm bu açıklamalar elbette tabi olduğunuz infaz rejimine -örneğin yalnız mı koğuş tipi mi kaldığınıza- de bağlı olsa özellikle 7 yıl ve fazlası hapis cezası alanlarda özgürlük yoksunluğu ile başa çıkmak için kişi psikopatolojik davranışlar geliştirmeye başlıyor. Örneğin, çocuklaşarak (yavaş yavaş) kurum personeline bağlı hale geliyor; duygusal anlamda geri gidiyor, pasifleşiyor ve hayata karşı ilgisizleşiyor, psikosomatik hastalıklar veya reaksiyonlar (ağrı; yorgunluk-halsizlik; ekzama; saç beyazlaması) geliştirmeye başlıyor. Bunlar aynı zamanda kişinin dışarıyla bağı ve yapılan cezaevi faaliyetlerine bağlı olarak da değişiyor. Uzun süreli hapislerin yaşlanmayla meydana gelen geriatrik sorunları beraberinde getirmesi kadar, cezaevlerinde akıl sağlığı sorunu yaşayan yüksek sayıda insan olduğu da biliniyor.
Bu kişiler geri döndüklerinde, bu acıları unutacaklar mı? Aramıza karışabilecekler mi? Beraber yaşayabilecek miyiz? Kişilerin yıllarını bu şekilde geçirmesini adaletin yerini bulması olarak gördüğümüzden emin miyiz?
Dolayısıyla başa dönüyorum. Cezaevi sadece kişinin ceza çektiği bir yer değil, kişinin ruhuna yönelik bu tarz saldırılar eliyle aynı zamanda ruhsal acı çektiği de bir yer. Bu kişiler aramıza geri döndüklerinde, bu acıları unutacaklar mı? Aramıza karışabilecekler mi? Aynı toplumda tekrar beraber yaşayabilecek miyiz? Kişilerin yıllarını bu şekilde geçirmesini adaletin yerini bulması olarak gördüğümüzden emin miyiz?
[1] Tımarhaneler, Erving Goffman (2016).
[2] https://www.hurriyet.com.tr/gundem/cinsel-saldiri-suclamasiyla-tutuklanmisti-unlu-avukatin-trajik-sonu-41933821