Demlenmiş çay, dinlenmiş peynir, ekşi maya ekmek kokuyor Erşan Kuneri. Bu ülkenin kolektif yalanı olan cinselliği, hallaç pamuğu gibi atıyor. Erşan Kuneri’yi bir çırpıda izleyip tüketenlere inat ağır ağır izledim. Sebebi ne diye soracak olursanız bitsin istemedim de ondan. Çok sevdiğim kitaplara yaparım bunu. Başlarım ve bitirmem. Beklerim ki o keyfi bir anda tüketmeyeyim. Cem Yılmaz’ın ustalık eseri diyeceğim ama bu yaratıcı adam, etrafına topladığı daha da yaratıcı adamlarla, “hizmette sınır yok” diyor. Demlenmiş çay, dinlenmiş peynir, ekşi maya ekmek kokuyor Erşan Kuneri. Bu ülkenin kolektif yalanı olan cinselliği, hallaç pamuğu gibi atıyor. Kimsenin dizideki cinsellik göndermelerine laf etmesine gerek yok. Bütün gününü evlilik programı izleyerek, kayınvalide gelin atışmaları ile kendini ifade eden toplumun, tam da ihtiyacı böylesi bir sarsılma olmalı. Erşan Kuneri’nin 1970’lerin seks film furyasının önde gelen karakteri olarak farklı işler kotarma çabasını; Cem Yılmaz açısından son zamanlarda hep olduğu gibi sinemaya bir saygı duruşu olarak okumak gerek. Türk sinemasının 1970’lerinin ağır gerçeğini çıkış noktası yapmış Cem Yılmaz. Son dönemde çektiği filmlerde de Türk sinema tarihinin kısa özetini yapmaktan geri durmamıştı. Erşan Kuneri’yi böyle bir arkaik zamana sıkıştırarak bir şekilde bugünlerin gündeminden de uzak kalmayı başarmış aslında. Hikaye uzak bir zamanda geçiyor. O yüzden bugüne dair neredeyse hiçbir bağ ve bağlantı kurmak mümkün değil. Siyasi duruşunu netlemiş bir Cem Yılmaz için bu günlere dair söz söylemenin manasız olduğuna dair manifesto yerine de okumak mümkün bu tercihi. Üzerine laf etmeye hatta mizah yapmaya değmeyecek günlerdeyiz demenin Cem Yılmazcası olmuş. Bu noktada güncel ve gerçek zamanlı mizahın ülkenin geldiği durumu eleştirmeden yapılamayacağını da anlatmış oluyor dolaylı olarak. Cem Yılmaz’ın sinema üzerinden geçmişi anlatan mizahında aslında bu kaygının da fazlasıyla yer ettiğine inanıyorum. Zafer Algöz’ün tam da bu nedenle ülkeyi anlatmadan bugüne dair mizah kotaran “Gibi”ye çok ekmek yemen gerek dediğini düşünüyorum. Zafer Algöz gibi bir emekçinin emeğe olan saygısından şüphe etmek ancak sui niyetlilerin işi olabilir. Erşan Kuneri, naif ve sakin bir çizgide geçmişi anlatırken bugünün absürdlüğünü de adeta çerçevenin dışı olarak ortaya koyuyor.
Biz geçmişi izlerken bugünden uzaklaşıyor, rahatlıyor ve bir şekilde kendimizi iyi hissediyoruz. Erşan Kuneri’yi mizahın zirvesi yapan onu değerli kılan tam da bu aslında.
Biz geçmişi izlerken bugünden uzaklaşıyor, rahatlıyor ve bir şekilde kendimizi iyi hissediyoruz. Erşan Kuneri’yi mizahın zirvesi yapan onu değerli kılan tam da bu aslında. Tamamen partizanlaşmamış partilerle ayrışsa da devletin bir partinin eline geçmediği bir dönemin özetlenmesi ile karşı karşıyayız. Devlet herkese aynı oranda kötü. Canının istediğinin yanında duran, sevmediğinin canını yakan bu günlerden en büyük fark belki de bu. Prolog sahnelerde bugünlerde de benzerlerini bulabildiğimiz özenilesi hayatlar ile zenginler için pek bir şeyin değişmediği anlatılırken, prologu takiben kurulan fantezi dünyası ise geçmişin nostaljisini gözler önüne seriyor. Diziyi beğenmeyen ve “çok kötü seri” ifadesi kullanan  sosyal medya kullanıcılarından birine yaptığı açıklama ise aslında tam da bu tezi destekler nitelikte : “Hayır Osmancım değil. Yalnızca sana göre değil. Hepsi bu. Lütfen artık boş işleri bırak :) Sevdiğin şeylerden bahset vaktini onlara ver hadi gülüm benim, canım, şeker kardeşim Seni seviyorum bay.” Cem Yılmaz iyi bir iş yaptığına kuşku duymuyor. Ne yaptığını biliyor. Özgüveninde en ufak bir tereddüt yok. Buna karşın diziye “kötü” eleştirisi yapmanın aslında diziyi algılama yeteneği sınırlı olan bir kesimin tepkisi olacağını iyi biliyor. Cem Yılmaz’ı, Cem Yılmaz yapanın aslında 1990’ların başları olduğunu unutanlar için Cem Yılmaz’ın bu retro işi düşünsel bir çaba gerektiriyor ve bu çabayı göstermek bazen o kadar da kolay olmuyor. Özgün, renkli, komik ve zaman ötesi bir alegori kotarmak her babayiğidin harcı değil. Cem Yılmaz bu ülkenin baba yiğitidir.