Çelebi'nin durumunu destek verdiği ulusalcı görüşlerin içine düştüğü siyasi çıkmazın bir yansıması olarak okumak da son derece mümkün. Elbette Çelebi vakasını ulusalcı hareketin bütününe genellemek abartılı bir yorum olacaktır. Bağımsız milletvekili Mehmet Ali Çelebi'nin AKP'ye katılacağına dair haberlerin geçtiğimiz günlerde ortaya çıkmasıyla birlikte kamuoyunda bir tartışma başladı. Çelebi henüz AKP'ye katılmasa bile kendisine yöneltilen sorulara yanıt olarak Millet İttifakı ve CHP eleştirileri sunması ve hemen akabinde iktidarın son 10 senede takip ettiği politikalara yönelttiği binlerce eleştirel tweeti bir gecede silmesi söylentileri doğrular nitelikteydi. CHP listelerinden parlamentoya katılan bir milletvekilinin iktidar bloğuna yaklaşması, bunun da ötesinde  AKP'ye katılmayı düşünmesi sıklıkla karşılaşılan bir durum değil. Çelebi’nin AKP iktidarında uzun süre haksız yere hapis yatmış, yargılandığı davadan beraat edip hapisten çıktıktan sonra  da son derece sert iktidar eleştirileri yapmış bir siyasetçi olması durumu daha da şaşırtıcı bir hale getiriyor.  Bu trajik ve bir o kadar üzücü vakanın sadece Çelebi hakkında değil, mensubu olduğu siyasi akım ve hatta genel itibariyle siyasi kültürümüz açısından da önemli dersler barındırdığını düşünüyorum. ÇELEBİ’NİN MAĞDURİYETİ Mehmet Ali Çelebi özellikle muhalif seküler kamuoyunun çok yakından tanıdığı bir isim. Harp Okulunu dördüncülükle bitiren ve parlak bir subay olan Çelebi, Ergenekon davaları kapsamında “örgüt adına Hizb ut-Tahrir örgütü içine sızarak faaliyetlerde bulunduğu” iddiasıyla 2008 yılında tutuklandı ve uzun yargılama süreci sonucunda 16 sene hapis cezası aldı. Ergenekon davasında beraber yargılandığı isimlerin çoğundan daha genç olan Çelebi, duruşmalar esnasındaki dik duruşu ve mahkeme heyetine yönelik sert çıkışları nedeniyle Kemalist çevrelerde büyük sempati topladı. Yargılanmasına delil olarak telefonunda bulunan Hizb ut-Tahrir örgüt üyelerinin telefon numaralarının Çelebi gözaltına alındıktan sonra telefonuna polisler tarafından eklendiği yargılama süreci sonunda ortaya çıktı. 3.5 sene hapis yattıktan sonra yargılandığı davadan beraat ederek hapisten çıkan Çelebi o günden sonra siyasi yıldızı uzun süre boyunca yükselecek bir isim oldu. Öyle ki CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve dönemin Ankara Barosu başkanı Metin Feyzioğlu Çelebi'nin nikah şahitleri oldu. Kendisine verilen destek sembolik düzeyde kalmadı. 2016 kurultayında CHP Parti Meclisi'ne giren Çelebi, 2018 genel seçimlerinde CHP listesinden İzmir milletvekili olarak seçildi. Fakat parlamentoda verdiği soru önergeleri ve kanun teklifleriyle çalışkan bir görüntü sergileyen Çelebi, anlaşılan o ki siyasette aradığını tam anlamıyla bulamadı. Aralık 2020'de kamuoyuyla paylaştığı ve CHP yönetimini hedef alan mektubunda CHP'nin küçük bir grubun eline geçtiğini, partinin bu süreçte takip ettiği politikalarla misyonundan uzaklaştığını, FETÖ ve HDP'nin çizgisine kaydığını, kamucu ve ulusalcı söylemlere kapısını kapadığını iddia etti. Bu mektup yayınlandıktan birkaç hafta sonra da CHP’den istifa ederek Memleket Partisi’ne katıldı. ÇELEBİ’NİN SİYASİ DÖNÜŞÜMÜ Sık sık parti ve görüş değiştiren milletvekillerine Türkiye siyasetinde hayli alışkınız. Bu açıdan bakıldığında Çelebi'nin çok istisnai bir vaka olmadığı düşünülebilir. Ancak Çelebi’nin durumunun biraz daha farklı olduğunu düşünüyorum. Siyasi görüşleri nedeniyle senelerce hapis yatan, akabinde belli siyasi görüşlerin savunusunu üstlenen birinin sadece siyasi oportünizm ile hareket ettiğini söylemek yeterince tatmin edici bir açıklama değil. Çelebi açısından durumun daha karışık olduğunu hem bireysel bazı faktörlerin hem de savunduğu ideolojinin bu dönüşüme katkı sunduğuna inanıyorum. Gençliğinin en verimli döneminde kariyerinde yükselmeyi beklerken ağır bir hukuk ihlali sonucu önce özgürlüğünü sonra da işini kaybetmek bir insan için kaldırması oldukça güç bir durum. Çelebi bu güçlüğü aşarak karşılaştığı bu ağır haksızlık karşısında mücadelesini sürdürdüğü için bir anda geniş kitlelerin takip ettiği, saygı gösterdiği ve desteklediği bir isim haline geldi. Yargılandığı davada çıkan beraat kararı sonrası özgürlüğüne kavuşan Çelebi bir anda geniş bir kesimin siyasi sembolü ve dahası ahlaki duruşuyla müstesna bir örnek haline getirildi. Ağır bir kayıptan sonra yaşanan bu hızlı yükselişi kaldırabilmek de elbette genç bir siyasetçi için çok zor olmalı. Çelebi’nin de kendisini içinde bulduğu siyasi çıkmazlardan ilki, birçok ulusalcı ismin Mustafa Kemal'i adeta bir yarı ilah gibi öne çıkarırken, onun devrimci tarafını göz ardı etmeleridir. Çelebi'nin kısa dönemde yaşadığı bu büyük savrulmayı destek verdiği ulusalcı görüşlerin içine düştüğü siyasi çıkmazın bir yansıması olarak okumak da son derece mümkün. Elbette Çelebi vakasını ulusalcı hareketin bütününe genellemek abartılı bir yorum olacaktır. Ancak bu vakadan hareketle bazı genel çıkarımlarda da bulunabiliriz. Bahsettiğim ve bence Çelebi’nin de kendisini içinde bulduğu siyasi çıkmazlardan ilki, birçok ulusalcı ismin Mustafa Kemal'i adeta bir yarı ilah gibi öne çıkarırken, onun devrimci tarafını göz ardı etmeleridir. Bir diğeri ise, vatandaşlık vurgusu yapmakla birlikte toplumu bir araya getirecek, başta Kürtler olmak üzere farklı azınlık gruplara ulaşabilecek yeni bir Cumhuriyetçi sözleşme öneremiyorlar. Dolayısıyla, 12 Eylül'ün topluma dayattığı resmi Atatürkçülük çizgisine yakın bir devlet merkezli siyaset okuması yapmanın ötesine geçemiyorlar ve toplumsal barışı sağlamaya ve demokratikleşmeye yönelik bir vaat ortaya koyamıyorlar. Bu nedenle, seçmenleri heyecanlandıran, onları yeni bir iktidar kurmak için harekete geçiren ve örgütleyen bir siyasi program oluşturamadılar. Daha da kötüsü son dönemde Batı karşıtlığı, küreselleşme düşmanlığı ve Kürt sorununa sadece askeri çözüm şeklinde tasvir edilebilecek yaklaşımlarıyla Cumhur ittifakıyla paralel bir noktaya geldiler. AKP’NİN MUHALEFETİ BÖLME STRATEJİSİ AKP iktidarı önceki dönemlerde farklı kesimlerden gelen isimleri yanına çekerek o isimlerin temsil ettiği veya yakın durduğu ideolojik grupların desteğini sağlamaya çalıştı. AKP'ye katılan isimler yeni katıldıkları partide kendilerini ispat etmek için eski partilerini kıyasıya eleştirmeye ve kendileri yerine ayrıldıkları partilerinin değiştiğini vurgulayarak seçmenlerle eski partileri arasındaki bağları koparmaya çalıştılar. Bu stratejiyle iktidar partisinin hedefi muhalif grupları içeriden bölerek zayıflatmak ve muhalif kesimler içinden bazı kesimleri yanlarına çekmekti. Çelebi bu konuda ilk örnek değil. Bir zamanlar CHP Genel Başkanlığı için de adı geçen eski TBB Başkanı Metin Feyzioğlu'nun iktidarla işbirliğine girmesi ve Deniz Baykal döneminde genç yaşında MYK'ya kadar yükselen AKP’li Ağrı Belediye Başkanı Savcı Sayan'ın 2012'de partisinden istifa ettikten sonra AKP'ye katılması akla gelen başka çarpıcı örnekler.
İktidar safına geçen isimler kendi kamuoylarında güvenilirliklerini o kadar yittiriyorlar ki bu noktadan sonra muhalefete yönelttikleri eleştirilerin hiçbir inandırıcılığı kalmıyor.
Fakat bu hamlelerden Erdoğan'ın beklediği siyasi faydayı sağlayamadığını düşünüyorum. Özellikle son yıllarda artan otoriterleşme ve kötü yönetim nedeniyle AKP iktidarı yeni seçmen kitlelerine açılmakta zorlanıyor. Gelinen noktada AKP iktidarı adeta bir kara delik işlevi görüyor. İçine giren kişi ve grupları yutuyor ve geriye o siyasi aktörlerin durdukları alanda büyük bir boşluk yaratıyor. Giderek otoriterleşen, hiçbir sorunu çözme kapasitesi olmayan ve cumhuriyet geleneği ile kavgalı bir iktidara destek veren kimse o iktidarın yarattığı enkazdan kendisini soyutlayamıyor. İktidar safına geçen isimler kendi kamuoylarında güvenilirliklerini o kadar yittiriyorlar ki bu noktadan sonra muhalefete yönelttikleri eleştirilerin hiçbir inandırıcılığı kalmıyor. Dolayısıyla AKP açısından bu isimlerin mensubu oldukları partileri eleştirmeleri, doğrudan iktidar partisine katılmalarına kıyasla daha faydalı olabilir. ÇELEBİ VAKASINDAN ÇIKARILACAK DERSLER Çelebi vakasından muhalefetin ve özellikle CHP'nin çıkarması gereken bazı dersler var. AKP iktidarı altında yaşanan toplumsal kutuplaşma o kadar yüksek seviyelere geldi ki iktidara destek veren açıklamalar yapan bir ismin muhalif saflarda tutunması neredeyse hiç mümkün değil. Bu duruma düşen bir siyasetçi artık muhalif seçmenler gözünde bir anda silinebiliyor. Özellikle son 10 senede iktidarın ülkede yarattığı baskı ortamı ve yol açtığı insani, siyasi ve maddi zarar düşünüldüğünde bu duruma hak vermemek zor. Haliyle Çelebi de son dönemde attığı yanlış adımların bedelini ağır şekilde ödüyor. Öte yandan söz konusu kişinin 20'li yaşlarında kişisel mağduriyet sonucu yaşadığı ağır travmanın sonrasında içine düştüğü şu durum bende kızgınlıktan ziyade acıma duygusu uyandırıyor. Türkiye'de muhalefet kültürünün henüz yeterince gelişmediğini görüyoruz. Birçok muhalif isim belli siyasi fikirler ve hedef doğrultusunda uzun vadeli pozisyon almak yerine kişisel husumet ve şahsi dürtüleri üzerinden tepki gösteriyorlar. Örneğin, Çelebi'nin CHP yönetimine somut eleştirileri olabilir. Milletvekili olarak görüşlerini hem parti yönetimiyle hem de kamuoyuyla paylaşabilir, partide sıkıntılı gördüğü noktaları gündeme getirebilir. Fakat Atatürk ve Cumhuriyete bağlı olduğunu söyleyen bir ismin sırf CHP içinde bazı kişisel husumetleri olduğu için çıkıp kendi değerleriyle zıt durumda olan Cumhur ittifakına yakınlaşması kabul edilmesi zor bir durum. Bu ve benzeri diğer vakalardan hareketle ortaya çıkan bir diğer mesele ise siyasi partilerin milletvekili adayı olarak örgüt dışından gelen isimleri nasıl tespit ettikleri. CHP’nin özellikle sağ seçmenlerden oy almak için tepeden getirerek aday gösterdiği İhsan Özkes, Faik Tunay, Öztürk Yılmaz gibi isimler milletvekilliklerinin daha ilk dönemlerini tamamlamadan CHP'den istifa ettiler ve hatta yaptıkları açıklamalarla eleştirel pozisyona geçtiler. Çelebi ve diğer bütün bu örneklerden hareketle, parti örgütünden gelmeyen adayların hangi kriterler doğrultusunda belirlendiğinin çok ciddi bir şekilde yeniden değerlendirilmesi gerektiği son derece açıktır. Son olarak, Çelebi'ye sosyal medyadan tepki gösteren bazı CHP'liler, AKP'ye geçmeyi düşünerek Çelebi'nin kendisini milletvekili yapan Kılıçdaroğlu'na ihanet ettiğini ifade ettiler. Halbuki burada esas ihanete uğrayan CHP tabanı ve seçmenleridir. Belirli kontenjanlar doğrultusunda milletvekili adayı gösterilen isimlerin partiye, tabanına veya seçmenlerine değil de sadece parti Genel Başkanına sadakat borcu olduğunu düşünmüyorum. Öte yandan Genel Merkezin de kontenjan adayı olarak gösterdiği isimlerin siyasi kapasite, etik ve görüşleri açısından parti tabanına sorumlulukları var. Bu bağlamda yukarıda sıraladığım örneklerde CHP Genel Merkezi'nin de milletvekili aday tercihlerinde büyük hatalar yaptığını teslim etmek gerekiyor. Umarım aynı hatalar önümüzdeki dönemde yapılmaz.