Sonuçları Türkiye’nin beklediği kadar olumlu değilmiş gibi gözükse de Çavuşoğlu’nun ziyareti kuşkusuz önemli. AKP’nin nihayet Türk dış politikasına uyumlandığını veya uyumlanmaya çalıştığını bu açıklamalar üzerinden söylemek mümkün.
Son iki gün Türkiye-İsrail ilişkileri açısından oldukça hareketli geçti. 2010’daki Mavi Marmara krizinin altından çok sular aktı, birçok olumlu olumsuz olaylar yaşandı. Sonuçları Türkiye’nin beklediği kadar olumlu değilmiş gibi gözükse de, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ziyareti kuşkusuz önemli. En azından yeniden bir diyalog kurulması ve karşılıklı ziyaretlerin sıklaşması her iki ülke açısından da sevindirici. Bugün biraz bu son durumu değerlendirelim istiyorum. Acaba Türkiye-İsrail bu yeni yolculukta nereye gidecekler?
RAMALLAH ve “FİLİSTİN DEVLETİ”
Salı günü Çavuşoğlu ilk olarak Filistin tarafıyla görüşmeyle işe başladı. Aslında bunun biraz “dostlar alışverişte görsün” çerçevesinde bir adım olduğunu düşünüyorum. Sonuçta burada öncelikli ve nihai hedef İsrail’le görüşmekti. Bu sebeple bence Ramallah’taki toplantı bunca senedir Filistin davasının şampiyonu olmaya niyetlenen AKP’nin formalite icabı yaptığı bir görüşme.
Nitekim İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid’le olan görüşmeden sonra yaptıkları ortak açıklamada Çavuşoğlu ne dedi? “BM parametreleri çerçevesinde kurulacak iki devletli çözümün kalıcı barış için tek çözüm olduğuna inanıyoruz”. Bu Türkiye’nin geleneksel politikasının bir yansıması. Bir başka deyişle, AKP’nin nihayet Türk dış politikasına uyumlandığını veya uyumlanmaya çalıştığını bu açıklamalar üzerinden söylemek mümkün.
Bununla beraber, nedense İsrail basınında Çavuşoğlu’nun 1967 sınırlarına dönülmesinden ve başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin’in kurulması gerektiğinden bahsetmesi pek ön plana çıkmadı. Halbuki bu da önemli bir nokta. Kudüs’ün birleşik olarak İsrail’in başkenti olarak sayılması belki Yahudi tarihi açısından anlaşılabilir bir durum ama fiilen bakıldığında bir oldu bitti sonucu gerçekleşti ve hala uluslararası alanda tartışılıyor. Filistinlilerin bunu kabul etmeyecekleri de gün gibi aşikar.
Öte yandan, ben Filistin yönetiminin de şartlarını zorladığını düşünüyorum. Dışişleri Bakanı El Malki Çavuşoğlu’yla yaptıkları görüşmeden sonra kalkıp “Filistin’in özgürlüğü ve bağımsızlığı” gibi ifadeler kullandı. Türkiye ne zamandan beri Filistin’in özgürleşmesinden sorumlu oldu? Böyle bir tarihi misyonumuz hiçbir zaman olmadı. Türkiye Filistinlilere niçin devlet kursun? Türkiye, ayrıca bu tip açıklamalarla “gaza gelmeyecek” kadar köklü bir diplomasi geleneğine sahiptir. Filistin yönetiminin halihazırda bu role soyunmuş olan ve pek bir şey becerememiş olan sâir bölge ülkelerine bu taleplerini bildirmesi daha yerinde olur. Türkiye’nin böyle bir mecburiyeti ve misyonu yok.
Çavuşoğlu ise, Malki ile yaptığı görüşmeden sonra on belge imzalandığını açıkladı. Türkiye’nin Filistin’in ekonomik alt yapısının güçlendirilmesine destek vereceğinden bahsetti. Ayrıca Cenin Serbest Sanayi bölgesinin inşa edilmesine dair cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talimat verdiğini belirtti. Umalım ki bu bahsedilen adımların Türkiye’deki iş dünyasına katkısı olsun. Yoksa ülkemizde asgari ücret neredeyse standart maaş haline gelmişken, Filistinlileri gönendirmenin mantıklı bir açıklaması yok. Müslüman Kardeşler’in bayraktarlığını yapma hikayesinin de kimsede bir karşılığının olmadığını hepimiz çoktan anladık herhalde?
YAD VASHEM’İ ZİYARET
Bilindiği gibi, Çavuşoğlu İsrail seyahati esnasında Holokost müzesini (Yad Vashem) de ziyaret etti ve soykırımda hayatını kaybeden Yahudiler için bir çelenk bıraktı. Burada yaptığı konuşmada antisemitizmle mücadeleden bahsetti. Bu noktada AKP maalesef inandırıcılığını yitirmiş durumda. Çünkü yıllardır AKP’de öne çıkmış siyasilerin, AKP medyasının güçlü isimlerinin vazgeçemedikleri bir tutum antisemitizm. Bunu o kadar içselleştirmişler ki söyledikleri sözün aslında bir suç olduğunun dahi farkına varmayanları var. Bu sebeple orada gidip bu açıklamayı yapmanın çok inandırıcı olmadığını söylemem gerekiyor.
Çavuşoğlu Holokost müzesini ziyaret etti ve buradaki konuşmasında antisemitizmle mücadeleden bahsetti. Ne var ki AKP bu konuda inandırıcılığını yitirmiş durumda. Konuşmasının inandırıcı olmadığını söylemem gerekiyor.
Bunun yanı sıra, hazır Yahudi düşmanlığı demişken araya da İslamofobi’yi sıkıştırayım mantığını da anlamak mümkün değil. Oraya Holokost’u anmaya gidiyorsunuz, 6 milyon Yahudi’yle beraber, birçok farklı etnik kökenden ve farklı görüşten kişiyi de sayarsak yaklaşık 10 milyon kişinin öldürüldüğü bir insanlıktan suçundan bahsediyorsunuz, bu arada da İslam düşmanlığından bahsetmenin anlamı nedir? Konu bu mu? İslam düşmanlığı konusu apayrı bir kavram; ne tarihi, ne dinamikleri, ne sebepleri antisemitizmle benzeşiyor. Mesele bir grubun dininden dolayı ayrıma uğramasıysa, o zaman Budistleri de konu edelim sırası gelmişken. Sizin Müslüman olmanızın konuyla bir ilgisi yok yani. Demek istediğimi şöyle bir örnekle açıklayayım. Bir İsrailli yetkilinin Srebrenitsa’da Boşnaklara yapılan soykırım anmasına gidip “Antisemitizmle de mücadele edelim” açıklaması yapması gibi bir şey bu. Çünkü o esnada anılan ve odaklanılan konu başka.
1940’LARIN MİRASI
Çavuşoğlu Lapid’le görüşmesinden sonra yaptığı açıklamada II. Dünya Savaşı sırasında Avrupa’dan kaçmak zorunda kalan Yahudilere Türkiye’nin kucak açtığından bahsetti. Evet, doğrudur. Ancak şunu da hatırlatayım, bu insanca davranışın failleri beğenmedikleri cumhuriyetin kadrolarıdır. Türkiye’de yıllardır AKP’nin ve yandaş medyanın kavga ettiği, “tek parti zihniyeti” diyerek beğenmediği ve burun kıvırdığı cumhuriyetçilerin mirasına işlerine gelince bizlerden evvel sahip çıkmaları komik desem komik değil. Daha doğrusu ülkenin geldiği şu durumda bu tavra artık gülebilmemiz mümkün değil.
SON SÖZ
Bazı arkadaşlar Çavuşoğlu’nun açıklamalarını eleştirmişler. “AKP gerçekten bu söylediklerine inanıyor mu? Bunca senedir yapılanlardan sonra ne değişti?” gibi yorumlar okuyorum, duyuyorum. Yıllardır AKP’nin dış politikasını takip edenler İsrail konusunda tamamen başarısız bir dış politika uyguladığında zaten hemfikir. Baştan beri AKPlilerin anlaması gereken şey şahsi fikirlerin dış politikada çok fazla önemi olmaması gerektiğiydi.
Yıllardır AKP’nin İsrail politikasını ben de eleştiriyorum. Çünkü bölgede İsrail’i adeta tanımıyor gibi davranan bir Türkiye’nin ilişkileri sadece İsrail’le bozulmuyor.
Bir insanın herhangi bir ülkeye ve millete karşı bir önyargısı olmasını pek anlayamıyorum ama bazı insanlar maalesef belli ideolojiler ve temelsiz teorilerle büyütülüyorlar ve yetişkin olduklarında da bu çerçeveyi kırmak çok kolay olmayabiliyor. Buna rağmen dış politika farklı bir iş, sizin şahsi fikirlerinizden ziyade devletin çıkarları ve uzun vadede kurulacak iyi ilişkilerin bölgede sağlayacağı faydayı düşünmek öncelikli olmalı. Bu sebeple yıllardır AKP’nin İsrail politikasını ben de eleştiriyorum. Çünkü bölgede İsrail’i adeta tanımıyor gibi davranan bir Türkiye’nin ilişkileri sadece İsraille bozulmuyor. Neticede İsrail ülkesinin sınırlarına hapsolmuş küçük ve fakir bir Orta Doğu/Afrika diktatörlüğü değil. Bu saydığım nitelikteki ülkeler bile bugün dünyaya açılmaya çalışıyorlar. İsrail bölgede ve dünyada aktif bir ülke, Türkiye’nin sırtını döneceği bir ülke değil. Bu yüzden Çavuşoğlu’nun veya halihazırda dış işlerinde görev alan kadroların İsrail’e dair hisleri ve düşünceleri bizi ilgilendirmiyor, onlardan Türkiye’ye faydası olacak adımlar atmalarını bekliyoruz. Çünkü ülkemizin çıkarları bunu gerektiriyor.
Sonuç olarak, ben yine de bu atılan adımları olumlu buluyorum. Ticaret ve turizm alanlarında işbirliği konusunda görüşüldüğünü biliyoruz. Ancak bundan sonrası için öncelik herhalde büyükelçilerin atanması olmalı. Türkiye ve İsrail bölgenin çok önemli ülkeleri, ne kadar işbirliği gelişirse bölge için de o kadar iyi olacaktır. Şimdiden “güzel günler göreceğiz çocuklar” demeyelim ama umutsuz da olmayalım.