Can Atalay, yalnızca Gezi direnişi döneminde muhalefet göstermedi, Gezi parkına AVM yapılmaması için direniş yürüten Taksim Dayanışması’nın da avukatlığını yürüttü. O, 2014de 301 madencinin ölümüyle sonuçlanan Soma faciası mağdurlarının da, Ermenek maden kazasında mağdurların avukatlığını da. Yargıtay 4. Ceza Dairesi, Gezi Parkı davası kapsamında 18 yıl hapse mahkum edilen, 14 Mayıs'ta yapılan 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimi'nde milletvekili seçilen Can Atalay'ın tutukluluk hâlinin devamına ilişkin Yargıtay 3. Ceza Dairesince geçen hafta verilen karara yapılan itirazı dün karara bağlamış. Yargıtay 3. Ceza Dairesinin verdiği kararı hukuka uygun bulan Daire, Atalay'ın avukatları tarafından yapılan itirazı reddetmiş. Yargıtay 3. Ceza Dairesinin, tahliye isteminin reddine ilişkin 13 Temmuz'da verdiği kararında, şu ifadeler yer almıştı:“Sanığın üzerine atılı cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçunun Anayasa'nın 14. maddesi kapsamında yer alması ve soruşturmasına seçimden önce başlanmış olması dikkate alındığında, Anayasa'nın 83. maddesinin ikinci fıkrası ikinci cümlesi uyarınca yasama dokunulmazlığından faydalanamayacağı kanaatine varılmakla, yargılamanın genel usul hükümlerine göre devam etmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.” Konunun uzmanı olmayanlar için kısaca hatırlatayım. Anayasa’nın 83.maddesi yasama dokunulmazlığını düzenler. Milletvekili seçilen birinin bu görevi herhangi bir baskı altında kalmadan yapabilmesi amacıyla, belli hukuki bağışıklıklardan yararlanabilmesi anlamına gelir; milletvekilleri tutulamazlar, sorguya çekilemezler, tutuklanamazlar ve yargılanamazlar. Demokrasilerde vazgeçilmez, otoriteryen rejimlerde zorunluluktur. Anayasa’nın 14.maddesi ise “Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz. Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere,  Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.” hükmünü getirmektedir. Yani, Yargıtay’a göre Can Atalay, milletvekili seçilmiş olsa bile, Gezi davası yoluyla “demokratik ve laik cumhuriyeti ortadan kaldırmaya çalıştığı için” henüz kesinleşmemiş 18 yıllık mahkumiyeti bulunduğundan yasama dokunulmazlığından yararlanamıyor. O Yargıtay ki, yukarıda alıntıladığım kararı sanki ihsas-ı rey anlamına gelmiyormuş gibi, Gezi dosyası önüne gelince bir de o dosyadan karar verecek. Ne var ki, hukuki sorunlar bu ihsas-ı rey meselesiyle bitmiyor. Geçmişte Mehmet Haberal, Mustafa Balbay ve Engin Alan için de benzer tartışmalar yapılmıştı. 2011 seçimlerinde milletvekili seçilen bu kişilerin tahliye talepleri yerel mahkemeleri tarafından kabul edilmemiş, bu yukarıda kararını okuduğunuz Yargıtay hükmüyle, seçildikten birkaç ay sonra serbest kalarak milletvekilliği görevlerine dönebilmişlerdi. Aynı Yargıtay’ın aynı dairesinin, yargılandığı dönemde milletvekili seçilen Ahmet Şık için de bir kararı bulunuyor. Cumhuriyet davasından yargılanan Şık hakkında verilen bozma kararında Anayasa Mahkemesi’nin milletvekili Leyla Güven hakkında verdiği ihlal kararına yapılan atıfla, yargılaması devam eden birinin milletvekili seçilmesi durumunda dokunulmazlıktan yararlanacağı ve 14.maddenin buna engel oluşturmadığı sonucuna ulaşılmıştı. Bu kararın üzerinden daha bir yıl bile geçmedi.
Anayasada boşluk olmaz. Her konu da Anayasada düzenlenmez. Eğer düzenlenmeyen bir alan varsa, özgürlükler asıl olduğundan o konu serbest demektir. Çok meraklı ise TBMM, o konuyu kanunla düzenleyebilirdi.
Şimdi, Yargıtay 3. Ceza Dairesi, Can Atalay'la ilgili verdiği kararda, Anayasa Mahkemesi'nin Leyla Güven'le ilgili 2022 yılının nisan ayındaki kararında hak ihlali sayılan 14. maddedeki belirsizliğin, bilinçli olarak boşluk bırakıldığı için oluştuğu değerlendirmesini yapıyor ve boşlukla, demokratik ve laik cumhuriyete yönelen tehdidin ağırlığı ile orantılı olacak bir şekilde yargı kararları ile doldurularak belirli hale getirilmesinin amaçlandığını ifade ediliyor. Anayasa’da boşluk olmaz. Her konu da Anayasa’da düzenlenmez. Eğer düzenlenmeyen bir alan varsa, özgürlükler asıl olduğundan o konu serbest demektir. Çok meraklı ise TBMM, o konuyu kanunla düzenleyebilirdi. O zaman başlığa dönelim: Can Atalay ne günah işledi de geçmişte başka milletvekillerinin yararlandığı dokunulmazlıktan yararlanamıyor? Can Atalay, yalnızca Gezi direnişi döneminde muhalefet göstermedi, Gezi parkına AVM yapılmaması için direniş yürüten Taksim Dayanışmasının da avukatlığını yürüttü. 2014’de 301 madencinin ölümüyle sonuçlanan Soma faciasında, Ermenek maden kazasında mağdurların avukatlığını üstlendi. 2016’da Adana Aladağ’daki yurt yangınında 12 yaşında kız çocukları yanarak öldükten sonra açılan davada aktif biçimde Sosyal Haklar Derneği yoluyla mağdurları savundu; aynı davaya Adana Barosu yoluyla mütalaa verdiğim için canlı tanığıyım. 2018’de Çorlu tren kazasıyla ilgili davada hayatını kaybedenlerin yakınlarının avukatlığını, 2020’de 7 işçinin ölümü davasını, Hendek havai fişek fabrikası patlaması davasında işçi ailelerinin avukatlığını, Validebağ korusu davasını, Emek sinemasının yıkılmasına karşı düzenlenen kampanyadaki rolünü, Danıştay’da Gezi Parkı planlarını iptal ettirmesini de ekleyeyim. Şimdi böyle birisi, milletvekili sıfatıyla meclis kürsüsüne gelirse ne olur? O yüzden, iktidara göre Atalay’ı ne kadar Silivri’de tutabilirlerse o kadar kâr. Dünyanın her yerinde büyük bir hukuk ayıbı olarak nitelendirilecek karar, sanki ülkede yargı tamamen bağımsız ve tarafsızmış gibi değer görebilir mi? Yargıtay, kendi varlığını bu kıvraklık düzeyindeki kararlarıyla yok ettiğinin farkında değil mi? Hatay halkının iradesi, “millet iradesi”nden sayılmıyor mu?