Büyük Millet Meclisinin 23 Nisan 1920 günü açılmasıyla, fiili tasfiye süreci başlayan Osmanlı Hanedanının siyaset sahnesinden çekilmesine giden yol, ilk aşamada 26 Ağustos 1922 günü sabahın ilk anlarında başlayan Büyük Taarruz ile başladı, son aşamasına Kurtuluş savaşı ile geldi. Dünya siyasal tarihinin akışını değiştiren, küresel ölçekli ilk paylaşım savaşı 28 Haziran 1914 günü başladı. Osmanlı İmparatorluğu için 10 Ekim 1918 günü imzalanan Mondros Bırakışması-mütarekesi- ile bitti. Günümüzde Anadolu yarımadası ile Trakya’dan oluşan Türkiye’nin, savaşın bitmesi için önünde dört uzun yılı daha vardı.  Mudanya’da 11 Ekim 1922’de imzalanan bırakışma ile savaşın silahlı çatışma bölümü de sonlandı. 1.Dünya Savaşı’nı kanlı çarpışmalarla geçiren, 1 milyon kişiyi aşkın yetişkin insanını kaybeden Osmanlı Devletinin tasfiyesi için bir kez daha savaşılacaktı. Büyük Millet Meclisi ordularının; 26 Ağustos 1922 günü hücumu ile başlayan, Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı nın ardından, Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal’in; “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” komutunun, salt askeri hedefleri içermediğine kuşku yok. Savaşın ardından “Batıya” yönelecek yeni Türkiye’nin ipuçlarını o zaman verilmişti. Büyük Millet Meclisinin 23 Nisan 1920 günü açılmasıyla, fiili tasfiye süreci başlayan Osmanlı Hanedanının siyaset sahnesinden çekilmesine giden yol ilk aşamada 26 Ağustos 1922 günü sabahın ilk anlarında başlayan Büyük Taarruz ile başladı, son aşamasına Kurtuluş savaşı ile geldi. Kurtuluş Savaşı üç aşamalıydı. İlk aşamada; Birinci ve İkinci İnönü -9 -11 Ocak- ile -28 Mart- 4 Nisan 1921- tarihlerinde, Aslıhanlar -9-12 Nisan 1921- Dumlupınar 13-15 Nisan 1921 ve Kütahya -Eskişehir -10-21 Temmuz 1921 – muharebelerinin kazanılmasıyla, Millet Meclisi Orduları; silah gücü yüksek Yunan güçlerini durdurmayı ve lojistik destek merkezlerinden uzaklaştırmayı başardı. İkinci aşama 23 Ağustos-13 Eylül 1921 günleri arasında, 100km uzunluk ve 30km derinliği olan bir cephede Sakarya Meydan Savaşının bitiminde kazanılan zafer ile tamamlandı. Askeri strateji alanındaki uzmanların “Subay Savaşı” olarak adlandırdıkları Sakarya’nın kazanılması, kamuoyunda Millet Meclisine duyulan güveni arttırdı. Yunan güçleri Eskişehir-Afyon hattına kadar takip edildi. Eş zamanlı olarak Meclis ve Bakanlar Kurulunun Başkanlığını da yürüten Mustafa Kemal Paşa, Sakarya Meydan Savaşı ardından “Gazi” unvanı ve Mareşallik rütbesiyle onurlandırıldı. Sakarya Meydan Savaşı’nın en önemli sonucu 20 Ekim 1921’de Ankara Hükûmeti ile Fransa arasında imzalanan anlaşma oldu. Fransa Türkiye’ye karşı katı  politika izleyen İngiltere’den yolunu ayırarak, Ankara ile işbirliğini seçti. İtalyanların daha önce Temmuz 1921’de Antalya bölgesinden çekilerek, Yunanistan’a karşı Ankara’yı destekleyen tavrıyla birlikte değerlendirildiğinde, işgalciler arasındaki anlaşmazlıkların su yüzüne çıkmaya başladığı anlaşılıyordu.
Demokratik kuralların ve denetimin tam uygulandığı, muhalefetin etkisini sürekli hissettirdiği 1.Meclisin yönettiği bu savaşı küçümseyen, birkaç çatışmadan ibaret sayan, aralarında TBMM Başkanlığı da yapmış inkârcıların günümüzde çıkmaları ne kadar üzücü.
Mecliste ortaya çıkan muhalefet bu süreçte; son taarruzun geciktiğini öne sürerek eleştirilerini yoğunlaştırırken, İstanbul’da Saray ve çevresi; siyasal etkinliklerinin yitirdiklerinin farkındaydılar. Belli ki, gelişmelerin dışında kalmak istemiyorlardı. Sakarya savaşının en çatışmalı dönemine rastlayan 1 Eylül günü, Vahdettin’in beşinci ve son eşi Nimet Nevzat Hanım ile Yıldız Sarayında evlenmesi, İstanbul ile Ankara arasındaki siyasal yaklaşım farkının somut göstergesiydi. Gerçekte Ordunun personel, donanım ve atış gücü son taarruz ile Yunan güçlerini kesin yenilgiye uğratacak kapasitede değildi. Zamana ihtiyaç duyuluyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa 4 Mart 1922 günü, durumu paylaşmak amacıyla Meclisi gizli oturuma davet etti. Taarruz için gereken hazırlıklar tamamlanmadan, duygusal davranışlara kapılarak, yarım yamalak tedbirlerle taarruzun başlayamayacağını, Orduda kötü ve tamiri güç durumlar yaratacak bu şeklideki tartışmalardan kesinlikle kaçınılması gerektiğini vurguladı. (Nutuk,2008 S:513) Zaferin kazanılması için “asıl olan iç cephedir… Memleketin, bütün milletin vücuda getirdiği cephedir. Zahiri cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silâhlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilenebilir. Fakat bu hâl hiçbir vakit bir memleketi mahvedemez. Mühim olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren iç cephenin düşmesidir.”  diyordu. (Nutuk, 1994: 433) Üçüncü aşama; 26 Ağustos günü son derece gizli tutulan hazırlık döneminin sonunda başladı. Fahrettin Paşa- Altay- komutasındaki 5. Süvari Kolordusu, Ahır Dağları üzerindeki, Yunanların gece savunmadığı Ballıkaya mevkiinden sızma yaparak düşman hatlarının gerisine intikale başladı. İntikal bütün gece sabaha kadar sürdü. Büyük taarruz başlamıştı. Aralıksız 5 gün süren taarruzun ardından 9 Eylül’e İzmir’in kurtuluşuna giden yol açıldı. Uzun ve çetin mücadelelerden sonra Anadolu, ardından İstanbul, Trakya ve Boğazlar ’da egemenlik haklarına yeniden kavuştuğumuz, Kurtuluş Savaşının üzerinden yüzyılı aşkın süre geçti. Demokratik kuralların ve denetimin tam uygulandığı, muhalefetin etkisini sürekli hissettirdiği 1.Meclisin yönettiği bu savaşı küçümseyen, birkaç çatışmadan ibaret sayan, aralarında TBMM Başkanlığı da yapmış inkârcıların günümüzde çıkmaları ne kadar üzücü.