‘Kürt sorunu’ ve ‘çözüm süreci’ her ne kadar birlikte anılsalar da ayrı sorunlardır. Demokratikleşme ve Kürt sorununun çözülmesi Türkiye içi aktörler arasında bir mesele iken; 'çözüm süreci' PKK ve onun üzerinde etkili uluslararası aktörleri de ilgilendirmektedir. Kemal Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununda çözüm adresinin Meclis olduğunu ve HDP’nin de doğal siyasi bir muhatap olduğunu bir kez daha ifade etmesi, Kürt sorununu ile birlikte geçmişte başlanan ama akim kalan çözüm sürecini bir kere daha düşünmeye itiyor bizi. Bu geriye dönüş, Kürt sorununun, çözüm sürecinin adını koymak kadar, neyi ifade ettiğini ve içeriğinin ne olduğunu tanımlamayı zorunlu kılıyor. ‘Kürt sorunu’ ve ‘çözüm süreci her ne kadar birlikte anılsalar da tek bir sorun değil ve birbirinden çok ayrı sorunlardır. Dolayısıyla çözümleri birbiriyle bağlantılı olsa da farklıdır. İlki yani Kürt sorunu ana dilden kültüre, etnik kimliğin kabulünden temel hak ve özgürlüklere, ekonomik haklardan sosyal haklara kadar pek çok alanda eşit vatandaşlık temelinde bir arada yaşayabileceğimiz bir demokratikleşme sorunudur. İkincisi yani çözüm süreci ise Türkiye’deki PKK'lıların sınır dışına çekilmesi, silah bırakması ve silah bırakanlardan ülkeye dönmek isteyenlerin, dönebilecek koşullarda olanların dönüşleri konusunda bir yol haritası hazırlanması ve uygulanmasıdır. Bu yol haritası da bazı yasal düzenlemeler ve sosyal entegrasyon süreçlerine dayanmak durumundadır. Bu açıdan Kürt sorunu temelde bir demokratikleşme sorunudur. Türkiye'de demokrasi derinleştikçe sadece Kürtlerin değil, tüm toplumsal farklılıkların yaşadıkları kimlik ve vatandaşlık sorunları da adım adamı çözülmüş olacaktır. Yani Kürt sorunu olarak yaşanan sorunu, sadece Kürtler değil, Aleviler, Ermeniler ve tüm ötekiler farklı tonlarda da olsa yaşamaktadır. AD KOYMAK YETERLİ DEĞİL Buna karşın çözüm süreci, esas olarak PKK'nın silah bırakması ve silah bırakanlardan Türkiye'ye dönmek isteyenlerin dönüşleri ve onların sosyal hayata entegrasyonu ve katılmaları sürecidir. Bu aşama, silahın ve şiddetin bir hak arama aracı olarak oyunun dışına çıkması ve toplumsal barışın sağlanmasına katkısını içermektedir. Ve bu yönü ile demokratikleşmenin tamamlayıcısıdır. Bu sürecin başlamasında aktör olarak elbette tayin edici rol devletin olacaktır. Muhatap olarak PKK ve İmralı’nın alınması olası bir durumdur ama sorunun geldiği noktada uluslararası güçler ve Suriye’deki yapının geleceğinin belirsizliği, bu sürecin başlamasını da bu aşamada zorlaştıran başka nedenlerdir. Demokratikleşme ve Kürt sorununun çözülmesi Türkiye içi aktörlerin arasında bir mesele iken; 'çözüm süreci' tersine, başta PKK ve PKK üzerinde etkisi olan ulus-devletler olmak üzere, pek çok uluslararası aktörü ilgilendirmekte ve bölgesel gelişmeler süreçte etkili olmaktadır. Yukarıdaki tartışmaların Türkiye’nin içinde olduğu koşulları düşündüğümüzde önceliği olmayan bir tartışma olarak görülebilir ki, öyledir. Bugün Türkiye’de Kürt sorununu önemli olmasına rağmen konuşamıyoruz, çünkü mevcut sistem ile esas sorunumuz sadece Kürtlerin değil, tüm Türkiye’nin geleceğidir. Bugün Türkiye’de yaşayan tüm farklılıkların temel sorunu demokrasiyi, siyaseti de ortadan kaldıran 2018’de hayata geçen yeni yönetim sistemi, Türk Tipi Alaturka Başkanlık sistemidir. Bu sistem, keyfiliğin kurumsallaştırmakta ve tek adam rejimini ve otoriterleşmeyi beslemektedir. KILIÇDAROĞLU’NA DÜŞEN BÜYÜK SORUMLULUK Bu yüzden Türkiye’de HDP dahil muhalefetin birinci önceliği, var olan bu sistemi değişmesi noktasında siyasal, politik ortaklaşmadır. Ki bu noktada tek tek tüm muhalefet partileri benzer noktada durmaktadır. İktidar değişimi ve sonrasında muhalefet partilerinin seçim öncesi üzerinde uzlaştıkları parlamenter sisteme dönüş ile birlikte ülkenin bütün temel sorunları Meclis’te tartışılacak ve çözümler üretilecektir. Elbette bu sürecin siyasi aktörlerinden birisi de Kürt siyasi hareketinin temsilcisi HDP olacaktır. Gelinen noktada; içeride kutuplaşmanın giderilmesi, dışarda yalnızlaşmayı aşmanın yolu bir tür toplumsal 'büyük koalisyon' benzeri dayanışmadan geçmektedir. Muhalefetin parlamenter sisteme dönme ve demokratikleşme ortak keseninde öncelikli bir geniş bir koalisyon kurmaları bu düzenin değişmesi için ilk adım olacaktır. Muhalefetin tüm partileri kendi ölçeklerinde bu yönde adım atıyor. Şimdiki adım bu partileri bu koalisyonda bir araya getirmektedir. Bu noktada da en büyük sorumluluk, bu yolda çok büyük adımlar atmış ve başarılı olmuş CHP liderli Kemal Kılıçdaroğlu’na düşüyor.