İskender’i bilirsiniz. 13 yaşından itibaren üç yıl boyunca Aristoto’dan kapsamlı dersler almış; sınırları "gök kubbeyle birleşen" bir imparatorluk kurmuştu. Henüz naip olarak atanmıştı ki Maediler ayaklanmış; İskender de onları bozguna uğratarak ele şehri ele geçirmiş ama kuracağı düzen ve elebaşı konumundaki düşmanlarına ne yapacağı konusunda kafası karışıkmış. Rivayet edilir ki Aristo’ya, “sürgüne mi göndersem, hapse mi atsam yoksa idam mı etsem” diye sormuş: “Düşmanlarından kahraman yaratmak istemiyorsan” demiş Aristo, “hiç birini yapma”. Merakla sormuş, İskender:  “Peki ne yapayım?” Aristo’nun cevabı şu olmuş: “Şehre yeni insanlar yerleştir; böylece insanların arasına nifak tohumları ekip, onları birbirine düşürmen daha kolay olur. Onlar birbirlerine düştükçe senin gücün tahkim olacak. Her durumda bütün yollar sana çıkacak ama sen sana gelen bütün yolları da kapatarak, iktidarını ilanihaye sürdürmüş olacaksın.” ÇEKİLSİN TUĞLA, YIKILSIN DUVAR! Hep böyledir. Muktedirler, hegemonyalarını tahkim etmek için birbirleriyle hiçbir çıkar çelişkisi olmayan sıradan insanları önce birbirlerine düşürürler; onlar birbirine düşman olunca, egemenler de, “düşman kardeşleri” zapturapt altına alıyormuş gibi yapıp, kendi iktidarlarını tahkim ederler. İktidarı ilanihaye sürdürmenin araçlarından biri de farklı toplulukların hassasiyetini “kaşımak”; duyarlılıklarını provoke etmektir. Kahramanmaraş’ta, “Camiye bomba konuldu”, Sivas’ta, “iki Müslüman öldürüldü” dezenformasyonlarını da; “Camide içki içildi” ya da “başörtülü bacıma saldırıldı” provokasyonlarında olduğu gibi… Sonuç alınırsa ne ala, alınmaz ise “Osmanlıda oyun bitmez”, birdenbire iktidarın "meczup" olarak tanımladığı biri çıkar; durup dururken, gidip bir masumu katleder. Toplumsal infial için ortam hazırdır; o sırada devlet adına yetkili “kişi”, aileye başsağlığı dilerken, “bir tuğla çekerseniz, duvar yıkılır” şeklinde, tehdit olarak da yorumlayabileceğiniz ama esas olarak, “bütün yolları kapatmak” amaçlı bir cümle sarfeder. Ailenin acısını çaresizlikle tahkim eden muktedir, muhalefet tarafından kınanır. Hepsi o kadar; hiç kimse, nedense  “çekilsin tuğla, yıkılsın duvar” diyemiyor. Bereket, “cin her zaman şişede durmuyor”; sağlamlığından kuşku duyulmayan hegemonya bir noktada “sızıntı” verdiği gibi o sızıntının durdurulması için fazla bükülen “borular” da patlayıveriyor. “PATLAK BORU”NUN YAYDIĞI KOKU! Gördük ki çetelere koruma verilmiş; çetelerin, “herkes için sır” olan yöntemlerle elde ettikleri rantlarla mitinglerde kahveler dağıtılmış. Ortam, tam da “kral çıplak” denecek hale gelmişken, iktidarın “meczup” demeyi tercih ettiği biri gidip, henüz 20’sini yaşamakta olan genç bir kadını katletmiş. Ne beklersiniz? Benzer bir duruma kimsenin cesaret edemediği bir kararlılık gösterilmesini… Gösterebildiler mi? Bırakın kararlılığı, tam tersine cinayetin işlendiği mekanda asılı tabela işaret edilerek, “terör” illiyeti kurulmak istenmiş. İstiyorlar ki katile, “vatansever” diyelim; katletme gerekçesini de “masum” görelim. Toplum, “vatanseverlik” ile “ihanet” sarkacı arasında gidip gelirken, kim olduklarını herkesin bildiği karanlık güçler devreye girer. Normal koşullarda ortalıkta görünmeyen bu karanlık güçlerin kimi “Kürt şahini” olur; kimi de “İslam’ın kılıcı”. Yakıp, yıkarlar ortalığı, az biraz cesaretini toplamış sıradan halkı sindirmek için bazen Beşiktaş’ta, Gaziantep’te, Diyarbakır’da ya da Kayseri’de, bazen Merasim Sokak’ta, Güvenpark’ta yahut Tren Garında bomba olur, yağarlar üstümüze. CAHİLLİĞİN SIĞINAĞIDIR IRKÇILIK! Neden? Çünkü herkesin doğal bir bütünleşme içinde olduğu bu coğrafyanın insanını, “bölüp, parçalayıp, yönetmek” için “cahilliğin sığınağı” olan ırkçılık, onlar için bulunmaz kaftandır da ondan… O güç, hükümranlığını sürdürmek, var olan hegemonyasını daha da tahkim etmek için gözünü bile kırpmaz hayatının baharındaki masumların zamansız gidişine. Osmanlı, “idraksiz” diye aşağılatmıştı Türkmenleri; aynı kafa bugün “Kürt’ten evliya koyma avluya” sözünü vitrine taşıyor. Kollandığı herkesin bildiği bir sır olan mafyanın, çetelerin kol gezdiği; her bir tetikçi deşifre oldukça yerine yenisinin ikame edildiği bu coğrafyanın muktedirlerı, “ama”lı, “fakat”lı, “mamafih”li, “hamdolsun”lu cümleler kurarken, Deniz Poyraz öldürülmüş. Muhalefet, “dostlar alışverişte görsün” kınamalarının arkasına, hukuk, iktidarın gölgesine, iktidar, bahanelerin arkasına sığınamaz. Orhan Veli’nin dizelerinden esinlenerek bitirelim: “Ne etti(niz)… şu fani dünyada Kötülükten gayri?”