Tüm dünya genelinde işçi sınıfının ve geniş emekçi halk kesiminin ortak payda da birleştiren en önemli sorun nedir sorusu kuvvetle ihtimal emek hareketi ve sol siyasetin de birincil gündemidir. Dünya genelinde yaşanan derin siyasal ve ekonomik krizler, son on yılda önemli siyasi gelişmeleri de beraberinde getirdi. 2008 yılı ile önce ABD'de başlayan sonrasında Avrupa kıtasına yayılan ağır ekonomik krizin bedelini ödemeye başlayan halk kesimlerinin tepkilerine şahit olduk. Kemer sıkma politikaları, çalışma yasalarında yapılmak istenen radikal değişiklikler ve gün geçtikçe yoksullaşan işçi sınıfının durumu ortaya çıkan tepkilerde birinci derecede rol oynadı. Avro bölgesinde 2008 yılından itibaren küresel sisteme bağlı olarak gelişen ve etkisini halen sürdürmekte olan ekonomik kriz kitlelerce farklı siyasal tercihlerin açığa çıkmasına da vesile oldu. Popülist siyasetin düşmanlıķ içeren söylemleri Avrupa ‘ da aşırı sağın güçlenmesine neden olurken Trump'ın ABD başkanlığı seçimlerinde zaferle çıkması Popülist sağın zirve noktasına ulaştığı yorumlarını daha da kuvvetle dile getirilmesine sebep oldu. Krizin tüm faturasını ödeyen ve halen ödemekte olan işçi sınıfı ve güvencesiz halk kesimleri siyasetin birinci dereceden belirleyeni olan konuma yükselmiş olarak görülmektedir. Özellikle de aşırı sağın göçmen karşıtı söylemleri Avrupa siyasetinde aşırı sağın işçi sınıfına yönelik propagandasında önemli rol oynadı. Solun neoliberal politikaları kabullenmiş gönüllü ittifakı da sağ popülist anlayışın güçlenmesinde en önemli etken olarak karşımızda durmaktadır. Öte yandan ekonomik kriz ile birlikte özellik le Portekiz de sol koalisyonun kamusal alanı güçlendirmeye yönelik hamlesi ve İngiltere’de Corbyn’in işçi sınıfına ve kamusal alanda ki özelleştirmelere yönelik söylemleri Solun neyi nasıl yapması gerektiğine dair önemli emareler içermektedir. Kısacası bunca yıkımın ve krizin enkazını ortadan kaldıracak yeni siyasetin dilini solun kendi değerlerine sahip çıkması ile aşılacağının kanıtı niteliğindedir. Türkiye siyasetinde yaşanan gerilimleri ve bu gerilimlerden ortaya çıkacak yeni bir siyasal anlayışın ortaya çıkarılması siyasetin birincil dereceden açmazını oluşturmaktadır. Ötekileştiren, sürekli olarak yaratılan düşman algısı ve dini ritüellerle bezenen milliyetçi söylemler Türkiye siyasetini uzunca süredir esir almış popülist siyasetin temel unsurudur. Sağ siyasetin gelenekselleşmiş bir şekilde bu söylemler üzerinden kendisini var etmesi aynı zamanda geniş toplumsal kesimlerde yaratılması hedeflenen ağır hegemonyanın tesisinde önemli bir araçtır. Milli duyguların sürekli öne çıkartılması aslında toplumun içerisinde var olan derin eşitsizliğin ve yoksulluğun gizlenmesi anlamına gelmektedir. Türkiye siyasetine dair daimi bir şekilde vurgulanan merkezî bir siyasal parti anlayışı bugünün iktidarına alternatif olabilme noktasında kimilerine göre anlaşılabilir bir tartışma olabilir. Lakin merkezi sağ partilerin ülke siyasetin de yarattığı yoksulluk ve yolsuzluk çemberinin ne kadar geniş olduğu da aşikardır. Burada temel sorun solun bu merkezi anlayışa evirilmeye olan meyili ve bu yönde kimi söylemler dile getirmesidir. Artık herkesin malumu olan yolsuzluklar, emekçiler için günden güne ağırlaşan yaşam şartları ve işçi sınıfına yönelik ağır baskılar sol adına değerlendirilmesi gereken önemli yapı taşlarıdır. Bunca çürümüşlüğün ve yoksulluğun üstesinden solun iktidarını yaratabilmekten geçmektedir. Sağın sözde milliyetçiliğine karşı emekçi halkın sorunlarını başa alan, siyasetin merkezine yoksulları özne yapmayı hedef alan bir sol anlayışın yaratılması gerekmektedir iktidarla olan günlük kısır çekişmeler iktidarın belirlediği siyasi gündemin içerisinde debelenmekten başka bir şey getirmeyecektir . İktidar olanağı madenlerde, inşaatlarda cani pahasına çalışan, tarlada ki emeğini sahip çıkmaya çalışan , günden güne güvencesizleşen emekçi halk kesimlerindedir. Savaşı, ayrımcılığı ve yoksulluğu ortadan kaldırmak dümeni sola solun kendi evrensel değerlerine kırmakla olanaklıdır.