Büyük şirketler ve bankalar lehine ve halkın büyük çoğunluğunun aleyhine gelişen eşitsizlik temelde iktidarın topluma ödettiği bir “makro istikrar bedeli”dir. Eşitsizlik bir istikrar süngeri işlevi gördü, çoğunluğun fakirleşmesi pahasına sistemin tamamen çökmesi önlenmek istendi.
Ülkelerin tarihlerinde bazı günler veya yıllar hafızalardan pek silinmez. Bence iktisadi açıdan Türkiye için de 2022 yılı bunlardan biridir. Birçok iktisatçı Türkiye iktisat tarihini anlatırken 2022 yılına özel bir anlam yükleyecektir. 2021’de başlayan birçok süreç etkilerini 2022’de derinleştirerek ve yaygınlaştırarak sürdürdü. Bu yanıyla, Türkiye’nin en uzun yıllarından biridir. Bu yazımda bu yıla dair temel iktisadi eğilimleri tanımlamayı amaçladım. Yazıyı kendim için de yazdım, çünkü olanları unutmadan geri dönüp bakacağım bir yazı olsun istedim.
2022 yılı krizin neresinde olduğumuza dair sürekli ve derin bir endişeyi barındıran nitelikteydi. Bu yüzden de, çok sayıda insan yıl boyunca krizin ne zaman olacağına dair bir beklenti içinde oldu. Godot’yu bekler gibi kriz beklendi, fakat makro düzeyde sert bir çöküş anlamında bir kriz gelmedi. Godot da aslında hakkında çok konuşulan ama gelmediği gibi kaygılandıran ve meşgul eden şeydir.
Türkiye ekonomisinin çok daha derin ve yapısal sorunlarına, özellikle son birkaç yıldır yüksek istikrasızlık da eklendi. Bunda AKP’nin ilk döneminde izlenen liberal politikaların etkisi olduğu gibi, son dönemde izlenen makro politikaların da katkısı oldu. Bir tür tehlikeli bir kokteyl ortaya çıktı. Makro istikrarsızlık yapısal sorunları daha fazla görünür kıldı. Bu yüzden, 2022 yılını değerlendirmek aslında AKP iktidarında izlenen iktisat politikalarının bu iki yanını da değerlendirmektir. J. Joyce’ın Ulysses kitabında kahramanının tüm hayatı bir gün üzerinden anlatılır. 2022 yılı da AKP iktidarını anlamada J. Joyce yılıdır.
2022 yılını farklı kılan şey, herkesin ortak fikri olduğunu düşündüğüm, izlenen irrasyonel faiz politikasıdır (İFP). Politika faiz oranı 2021 Eylül’ünde başladı ve düzeyi de %16’dı. Ve yaklaşık 11 kez düşürüldü, bugün %9 düzeyindedir. Sebebini bir türlü tam olarak anlamadığımız bu politika spekülatif bir konu olarak tarihe intikal edecektir.
Benim spekülasyonum, İktidarın politik güvenlik algısı onu kolaycı ve telaşlı bir büyüme patikasına sürüklediği ve bu patikanın kritik değişkeninin de faiz oranı olması. Faizi hem dinsel anlamda hem de reel politik anlamda düşürmek işlevseldi. Faiz politikası yeni ekonomik model diye nitelendirilen yaklaşımın uzantısı gibi görünse de aslında model bu politikanın uzantısı görüntüsündeydi. Bir röportajında, bıyıklarının espri amaçlı olup olmadığı sorusuna Salvador Dali, “kişiliğimin en ciddi tarafı” yanıtını vermişti. Faiz de galiba bu modelin bıyığıdır. Ve her şey bu politikanın neden olduğu sorunları kapatmak üzerine gelişti ve gerekçelendirildi. Bıyığa uygun yüz seçildi.
Faiz politikasının derin etkilerini anlamak için her şeyden önce düzeyine bakmak gerekir. Politika faiz oranını referans alırsak reel faiz oranı yıl içinde bir ara buzul çağından bir dereceyi, yani eksi %75’leri gördü. Bu durum dünya tarihinde tekil bir örnek olmaya adaydır. Bir ülke ekonomisinin bir değişkene dönük ısrarının başlattığı sürecin ekonomi ve sosyal alanı nasıl bozulabileceğini göstermesi açısından tipik bir örnektir. Bu politika ile birlikte süreç zincirleme aşırı fiyat hareketlerini tetikledi.
Faiz politikasının direkt olarak etkisini gösterdiği iki temel fiyat oldu. Bunlar sırasıyla döviz kuru ve enflasyon. Faizin düşmesi ile korumasız kalan döviz kuru önemli oranda değer kaybetti. Başlangıçta ithalat kanalı üzerinden başlayan ve zamanla diğer faktörlerin de dâhil olması ile bir enflasyon dinamiği oluştu. Dolar kuru yıl başında yaklaşık 13.5 ile başladığı değerini 18.7’de tamamladı. Enflasyon da yılı yaklaşık %65 civarında kapattı (TÜİK enflasyonu). Aslında Türkiye kriz dönemlerinde 1980’de %100, 1994’de %120 ve 2001 yılında %60’lar gibi yüksek enflasyon düzeyleri gördü.
Hatta 1990’lı yılların enflasyon ortalaması %75 düzeyindeydi. Fakat 2022 yılı enflasyonunun yarattığı farklılık kendine özgüdür. Bunlardan biri, uzun bir süre yaklaşık %10’lar civarı gibi nispeten daha düşük olduğu bir dönemden sonra gelmesi, ikincisi çok hızlı ve amansız yükselmesi, üçüncüsü düzeyi hakkında bir bilgi perdesinin oluşması.
Enflasyonun çok hızlı bir şekilde yükselmesi kelimenin tam anlamıyla fiyat şoku etkisi yarattı. İnsanlar uzun süre fiyat düzeylerini algılamada sorun yaşadılar. Dahası, tecrübe edilen ile resmi rakam arasında önemli bir farkın olduğu düşüncesi yaygınlaştı. Farklı kanallardan gelen enflasyon düzeyleri (İTO veya ENAG) resmi rakamlara şüpheyi artırdı.
Benzer şekilde, yine Türkiye iktisat tarihinde diğer bir ilk, ÜFE-TÜFE farkının yıl içinde %60 düzeyini görmesi oldu. Geçmiş yıllarda bu fark en yüksek %10’lar düzeyindedir. Normalde iki eşit atletin yarışı, kaplumbağa-tavşan kovalamacısı olarak karşımıza çıktı ve 2022 yılının bir resmi olarak hafızamızda yerini aldı.
Merkezi bilginin doğru paylaşımı sadece bir bilgi sorunu değildir, insanların refahını direkt etkileyen bir unsurdur. Örneğin, insanlar sadece enflasyondan dolayı değil bunun düşük gösterilmesinden de refah kaybına uğramaktadırlar.
Kamusal iktisadi bilgilere bu düzeyde bir şüphe aslında Türkiye’nin çok aşina olmadığı bir durumdur. Bu yanıyla, 2022 yılı epistemik karartmanın zirve yaptığı yıllardan biridir. Kamusal bilgi sorunu sadece enflasyonun düzeyi ile de sınırlı değil, daha geniş yelpazeyi kapsıyor. Kur korumalı mevduat yoluyla Merkez Bankası tarafından yapılan ödemeler hakkında dahi meclis komisyonuna bilgi verilmedi.
Net hata noksanın yüksekliği ve sürekliliğindeki nedenselliği bilmiyoruz ve takip edemiyoruz. Makro değişkenlere dair merkezi bilginin doğru paylaşımı sadece bir bilgi sorunu değildir, insanların refahını direkt etkileyen bir unsurdur. Örneğin, insanlar sadece enflasyondan dolayı değil bunun düşük gösterilmesinden de refah kaybına uğramaktadırlar.
FİYAT TUTARSIZLIKLARI
Politika faiz oranındaki aşağı yönlü ısrar varlık fiyatlarını da hareket geçirdi. Oluşan yüksek enflasyon ve belirsizlik insanları gelirlerini ve varlıkların değerini korumaya sevk etti. İnsanların paralarını nerede değerlendirebileceklerine dair bu düzeyde bir kaygı ve telaşı 20-30 yıldır gözlemlemedim. Banka mevduatları KKM ile baskılanınca alternatif varlıklar döviz, KKM, gayrimenkul ve borsa öne çıktı.
Geçen yıllardan itibaren zaten döviz tutma eğilimi artarak devam ettiğinden dolarizasyon düzeyi oldukça yükselmişti. 2021 yılında yabancı para mevduatlarının toplam mevduat içindeki payı yaklaşık %62’yi gördü, bu oran 2001 kriz dönemindeki orandan bile yüksektir (%61). 2021 yılının sonunda devreye giren KKM bu oranı sınırlandırdı ve 2022 yılı sonunda %45’e kadar indi. Fakat bu sonuçta insanların toplamda paralarını yabancı para veya KKM’de tutma eğilimini ciddi anlamda değiştirecek bir nitelikte olmadı.
Döviz getirisi dışında insanlar gayrimenkul ve borsaya yöneldiler. Bu da yıl içinde bu varlıkların fiyatlarının aşırı yükselmesine neden oldu. Konut fiyatlarındaki (konut fiyat endeksi) artış enflasyonun yaklaşık üç katı düzeyinde gerçekleşti (yaklaşık %200 artış). Bu da bu endeksi ölçmeye başladığımız dönemden itibaren gördüğümüz en yüksek artış düzeyidir.
Diğer bir varlık biçimi hisse senedi oldu. Burada da benzer bir rekor ortaya çıktı. Borsa yılın getiri şampiyonu oldu ve yaklaşık %195 arttı. Bu 1997 yılından beri gözlenen en yüksek artıştır. Tüm bu artışlar enflasyon düzeyinin çok üstündedir. Bu, varlık fiyatlarındaki değişimin diğer fiyatlardaki değişimlerden bağını kopardığını gösterir.
Özünde bu iktisadi hareketliliğin temel öznesi fiyatlardır, yani mal, hizmet veya varlık fiyatlarıdır. İzlenen faiz oranı politikası tüm bu fiyatların hareketlenmesine neden oldu. Mevcut iktidar faizin mutlak gücüne o kadar inandı ki her şeyi faizle yönlendirebileceğini düşündü.
Fakat faiz oranı tek başına bir anlam ifade etmez, onu kritik yapan ekonomideki diğer değişkenlerle bağıdır. Bu yüzden, 2022 yılında hem mutlak fiyat hem de nispi fiyatlarda çok sayıda ciddi tutarsızlıklar ve dengesizlikler ortaya çıktı. Basit bir örnek verirsek, normalde alternatif varlıkların getirileri birbirine yakınlaşma eğilimi gösterirler. Faiz oranı arbitraj oranı da bu yaklaşımın temel hipotezlerindendir.
2022 yılı boyunca geçmişte herhangi bir zaman diliminde aşina olmadığımız bir şekilde, neredeyse tüm fiyatlar üzerinde bir tür idari baskı uygulandı.
Buna göre, TL faiz getirisi=döviz getirisi+ enflasyon olmalıdır. TL faiz getirisi %20 olduğunu kabul etsek (tahvil veya mevduat faiz ortalaması) dahi ve döviz getirisi %5 olsa, bu durumda enflasyonun %15 olması beklenir. Fakat ülkede enflasyon düzeyi bunun çok üstünde %65 düzeyindedir.
Bu hipotezde her zaman sapma olabilir ama bu düzeyde bir sapma nispi fiyatların anlamsızlaştığını gösteriyor. Diğer bir tutarsızlık veya dengesizlik, reel ücretteki düşmedir, bu da özünde mal fiyatı ve nominal ücret ayrışmasından kaynaklandı. Veya politika faiz oranı düştüğünde piyasadaki faizlerin yükselmesi de bu tutarsızlıklardan biridir.
Benzer şekilde, düşük faiz politikasının yarattığı diğer bir paradoks hükümetin bütçesinde de kendisini gösterir. Düşük faiz oranı sonrası normalde beklenen gelişme kamu bütçesinde faiz ödemelerinin daha düşük olmasıdır. Fakat burada da faiz ödemeleri ciddi artış gösterdi, faiz ödemelerinin bütçe gelirleri içindeki payı arttı. Hatta oluşan faiz ödemeleri anapara borç miktarını geçti.
Bu da cumhuriyet tarihinin diğer bir ilkidir. Bu yüzden, iktidarın genelde amaçladığı hedefler için kullandığı araçlar amaçlarından bağımsızlaşarak birer paradoksa dönüştü. Aslında bu fiyat hareketliliklerin diğer bir ilginç tarafı da, bazı fiyatların, özellikle enflasyonun, halkın genel refahını düşürürken, diğer fiyatlardaki değişimin (varlıkların) belli grupların refahını artırmasıdır. Bu yüzden, 2022 yılında fiyatların yarattığı refah etkisi W-şeklindedir, sınırlı sayıda insanı zirveye çıkarırken çoğunluğu dipte tutmakta veya oraya yönlendirmektedir.
2022 yılı boyunca geçmişte herhangi bir zaman diliminde aşina olmadığımız bir şekilde, neredeyse tüm fiyatlar üzerinde bir tür idari baskı uygulandı. Aşağıda döviz kuru üzerine getirilen düzenlemeleri ifade ettim. Fakat diğer fiyatlara da benzer yasal ve idari baskılar uygulandı. Bu şekilde, “idari fiyatlandırma” alanı görülmemiş düzeyde genişledi. Türkiye’de savaş yılları hariç fiyatlara bu kadar müdahale edildiği bir dönem yoktur. En temel üç fiyat, mevduat/kredi faizleri, döviz kuru ve mal/hizmet fiyatları üzerinde doğrudan idari mekanizmalar devreye sokuldu.
Mevduat faizi ve döviz kuru büyük oranda KKM kontrolü altında tutulurken, kredi faizleri çok sayıda düzenlemeye (faiz limiti, tahvil karşılığı bulundurma, zorunlu karşılıklar gibi) tabi tutuldu. Mal fiyatları üzerinde de sert kontrol mekanizmaları kuruldu: Perakende mağazalara dönük baskınlar, cezalar ve kamusal baskılar, tarım kredi kooperatif marketlerinin devreye sokulması, fiyat şikâyetlerinin teşvik edilmesi, bilgisayar uygulamaları üzerinde fiyat kontrolleri gibi.
Belli mal gruplarında uygulanan yüksek vergiler de bu tür idari baskılara dâhil edilmelidir. Akaryakıt, araba, sigara ve içkiye zaman içinde ciddi oranlarda vergiler kondu. Bu tür dolaylı vergiler büyük oranda dar ve orta gelirli insanlara dönük adil olmayan bir durum yarattığı gibi, içki ve sigara gibi belirli “sosyal grup mallara” dönük politik bir tercih de içerdiği açık.
DÖVİZ KURU
2022 yılında irrasyonel faiz politikası ile gelişen yaygın telaş ve belirsizlik nabızları dövize endeksli hâle getirdi. Ülke dövizden çıkan dumana göre rota kıran bir gemi görüntüsündeydi. Bu yüzden de, mevcut iktidar enerjisinin ve gündeminin neredeyse tamamını döviz kurunu kontrol etmeye ayırdı. Burada döviz kurunu kontrol etmek için devreye sokulan regülasyonları saymak çok yer kaplayacaktır.
Yine de birkaçını saymak gerekirse (ileride bu dönemi anlatırken aklımızdan bulunsun diye): TL hesaplarında stopajın kaldırılması, döviz büfelerinde kimlik sorulması, firmaların ihracat kazancının %40’ını getirmesi, Merkez Bankası’ndan reeskont kredisi alabilmek için ihracat bedellerinin %30’ını bir bankaya satma zorunluluğu, kur korumalı mevduat (KKM), bankaların TL mevduat hesaplarının toplam mevduat içinde oranının %50 düzeyine çıkarma zorunluluğu gibi.
Diğer iktisadi sorunlar da büyük oranda döviz sorunun sonuçları şeklinde ortaya çıktı; hızlanan enflasyon, artan eşitsizlik, yüksek CDS oranları, artan dış borçlanma faizleri, artan cari açık vb. Bu değişkenlerde gördüğümüz düzey ve hareketlilik ancak kriz dönemlerinde olabilecek türdendi. 2022 yılı kendi parası dışında bir yabancı para ile ticaret yapan her ülke için döviz kurunun sıradan bir fiyat olmadığını göstermesi açısından da önemlidir. Döviz başkalarının parası ama bizim sorunumuz.
Uluslararası finansal piyasaların ülke risk primini bu sorunları toplamda fiyatlandırdığını varsayarsak, CDS düzeyinin de diğer birçok fiyat gibi bu yıl içinde rekor kırdığını görebiliriz. Yılın sonuna doğru düşse de yıl içinde CDS’in 900 puanı geçti ve dış borçlanma maliyeti %12’lar düzeyini gördü. Bu rakam 2008 kriz döneminin üstünde, yaklaşık 900 puan yakın, 2001 krizinden sonraki en yüksek değerdir (2021’de bu 1300 puan civarındaydı).
Burada döviz kurunu kontrol etmek için devreye sokulan düzenlemelerden biri olan kur korumalı mevduata (KKM) özel bir parantez açmak gerekir. Türkiye’de dolarizasyonun ciddi bir problem olduğunu daha önce ifade etmiştim. Buna ilave olarak hem iç borcu ( yaklaşık %25’i dolar cinsinden), dış borcu (yaklaşık 450 milyar dolar), reel sektör borçlarını (tüm borçlarının %60’ı) ve kamunun yüksek döviz borcunu (tüm borçlarının yaklaşık %68’i döviz) eklediğimizde döviz kurundaki hareketliliğin ülke ekonomisi üzerinde nasıl bir etkide bulunabileceğini kestirmek zor değildir. Dolayısıyla, 2022 yılında ülkenin dört tarafı dövizle kuşatılmış durumdaydı.
Miktarı azalan, dışardan girişi sınırlı kalan ve sürekli dışarı net akışı olan dövizin fiyatını kontrol etmek oldukça zor oldu. KKM bu döviz tehdidi altında Aralık 2021’de devreye sokulan bir uygulama oldu. Böylece TL cinsi mevduat getirisi döviz getirisine eşitlendi. Aslında bir yanıyla uygulama döviz kurundaki oynaklığı sınırlandırsa da örtük dolarizasyonu artırdı çünkü TL mevduat getirisi de döviz getirisine bağlanmış oldu.
Bu yüzden, dövize endeksli mevduat yıl içinde bir ara toplam mevduatın yaklaşık %72’sini gördü. Bu düzeyde bir dolarizayon ülke tarihinde görülmedi. Fakat 2022 yılının sonlarına doğru döviz kurundaki hareketsizlik KKM’ye girişleri azalttığı gibi, döviz mevduatlarında da daha fazla bir çözülme getirdi. KKM 2023 yılının sıcak konularından biri olacaktır.
Bu arada merkez bankası rezervlerine dönük yıl içindeki gelişmelerin de ülke tarihinde benzeri olmayan bir nitelik kazandığını belirtmek isterim. Swaplar sonrası net rezerv düzeyi Eylül 2022 yılında diğer bir rekor değer aldı, -59 milyar dolar, yılın sonlarına doğru bu değer -43 milyar dolara kadar geri çekildi.
DIŞ TİCARET AÇIĞI
Mevcut iktidarın Yeni Ekonomi Modeli diye nitelendirdiği yaklaşım 2021 yılının sonlarında ortaya çıkmasına rağmen uygulaması büyük oranda 2022 yıl boyunca gerçekleşti. Bu modelin büyük oranda cari açığın düşürülmesi üzerine kurulu olduğu ifade edildi. Hazine ve Maliye Bakanı’nın kendi sosyal medya hesabından paylaştığı bir takım basit ve renkli görsellerde de bu mantığa dikkat çekiliyordu.
Fakat biliyoruz ki, 2022 sonunda Türkiye iktisat tarihinin mutlak düzeyde en büyük açığı yaşandı, yaklaşık 110 milyar dolar. Son 15-20 yılın ortalama dış ticaret açığının 50-60 milyar civarında olduğunu düşünürsek oldukça yüksek bir rakamdır, bunun iki katı civarındadır. 2022 yılında cari açığın da 50 milyara yakın olması bekleniyor. Bu da 2018 yılından beri görülen en yüksek değerdir.
Ödemeler dengesinin sürdürebilirliği açısından cari açık daha iyi bir gösterge olabilir fakat üretimin niteliği açısından dış ticaret daha iyi bir göstergedir. Dahası, dış ticaret açığının milli gelire oransal değerinden çok ihracat-ithalat farkının mutlak değeri daha kritik önemdedir. Çünkü olası bir kriz öncesinde ithalatın bu kadar yüksek düzeyde seyretmesi krizle birlikte düşüsün de sert olacağı anlamına gelir, bu da ithalat bağımlısı bir ekonominin üretimi üzerinde çok daha olumsuz etkide bulunur.
GELİR DAĞILIMI
2022 yılı ile birlikte derinleşen gelir dağılımı eşitsizliği de ülke tarihinin ilklerini barındıran bir niteliğe sahiptir. Her şeyden önce hızlı bir şekilde artan enflasyon ciddi anlamda bir reel gelir düşüşüne neden oldu. Hem gecikmeli hem de enflasyonun altında kalan ücret artışları toplumun genelinde bir refah kaybına neden oldu. Özellikle emeğin milli gelir içindeki payı hiçbir dönemde bu kadar sert bir düşüşe tanık olmadı.
Özellikle son iki yılda emeğin payı yaklaşık %33’den yaklaşık %26’a düştü. 2001 krizinde bile bu oran daha yüksekti (yaklaşık %28). Bu durum 2016 yılından beri gözlemlenen ve sermayenin lehine bir gelişmenin devamı niteliğindedir. Tabii bu durumu ilginç kılan bunun doğal bir piyasa sürecinden çok iktidarın tercihlerinin sonucu olmasıdır. Bu da büyük oranda izlenen faiz politikasının oluşturduğu bir mekaniğin içinde gelişti.
İktidarın faiz politikası mevcut iktisadi yapının siyaset-finans-büyük şirket simbiyotik ağı üzerine ilerlemesini kolaylaştırdı. Makro istikrar adına kurulan bu ilişki ağı yaygın ve derinleşen bir eşitsizlik pahasına sürdürüldü. Düşük faizin büyük firma ve bankalar lehine bir durum yarattığı çok açık. Hem döviz kurunun değer kaybı hem de emek giderlerinin toplam çıktı içinde azalan payı büyük firmaları dış piyasalarda daha rekabetçi bir pozisyona taşıdı.
Toplam üretim değeri içinde emeğin payı 2016 yılında yaklaşık %15 iken, 2022 yılında bu oran %10 düzeyine kadar düştü. Bankalar 2022 yılının diğer bir kazanan kesimidir. Bu da büyük oranda iktidarın kendi yarattığı sorunları çözmek için bankalarla kurduğu ilişkinin sonucudur. Örneğin, kamunun borçlanma ihtiyacı arttıkça gelir transferi bankalara doğru aktı.
Banka bilanço aktiflerinde hazine kâğıtları oranındaki artış bunun göstergesidir. Özellikle değişken faizli ve enflasyona endeksli tahviller yoluyla da pozitif reel kazanç garanti altına alınmaktadır. İktidar yılın dönemlerinde tahvil faiz oranlarını düşük tutmakla bu transferi biraz kısıtlasa da düşük politika faiz oranı ve KKM ile baskılana mevduat faizleri ile bankalara gelir transferi devam etmektedir.
Sonuçta 2022 yılı içinde banka karları 4-5’e katlandı. Tabii KKM sadece bankalara bir tür gelir transferi imkânı yaratmadı, bundan belirli sayıda mudi de faydalandı. Hazineden ve Merkez Bankası’nda bu kesimlere yıl boyunca para aktarıldı.
Büyük şirketler ve bankalar lehine ve halkın büyük çoğunluğunun aleyhine gelişen bu eşitsizlik temelde iktidarın topluma ödettiği bir “makro istikrar bedeli”dir. Eşitsizlik bir istikrar süngeri işlevi gördü, çoğunluğun fakirleşmesi pahasına sistemin tamamen çökmesi önlenmek istendi.
Kısa dönemli de olsa istikrarı büyük şirketler ve bankalarla sürdürmek mümkündür, iktidar bunu deneysel olarak öğrendi. Bu arada, 2022 yılında gözden düşseler de büyük inşaat şirketlerine aktarılan garanti ödemelerinin de diğer bir eşitsizlik kaynağı olmayı sürdürdüğünü unutmayalım.
Diğer yandan, 2022 yılında düşük faiz politikası ciddi anlamda bir rant davranışını da tetikledi. Oluşan yüksek enflasyon insanların servetlerini koruma güdüsünü hızlandırdı. Bu da başlangıç servet koşulları daha iyi olanları diğerlerine göre daha avantajlı hale getirdi. Yukarıda da belirttiğim gibi, ev fiyatları ve borsa aşırı yükseldi. Fakat aynı zamanda konut sahipliği düştü. 2014 yılından beri konut sahiplik oranı düşmektedir. Bu oran 2014 yılında %61’den 2021’de %55 düzeyine düştü. Özellikle daha düşük gelir grubundaki insanlar için bu oran çok daha sert düştü.
Rakamlar henüz elimizde olmamasına rağmen bunun 2022’de de devam ettiğini düşünüyorum. Çoğu insanın en önemli serveti sahip oldukları evleridir. Bu yüzden, konut sahipliğindeki düşüş halkın mülksüzleşmesi anlamına gelir.
Ve bu durum son dönemde artan konut sayısındaki artışa rağmen gerçekleşmektedir. 2022 yılının bu anlamda sadece gelir değil servet eşitsizliğini de ciddi anlamda bozduğu çok açık. Hatta varlık fiyatlarının bu kadar hızlı artması servet eşitsizliğinin gelir eşitsizliğine göre daha fazla arttığını ima eder. Böylece, 2022 yılında üretim faktörleri olmayan, emeğinin reel fiyatı düşen ve mülksüzleşen büyük bir kesim oluştu.
2022 yılında iktisatçıların en fazla kullandığı kavramlarında biri “yoksullaştıran büyüme” oldu. Bu büyüme türünün “nasiplendiren büyüme”den (trickle down) daha kötü bir büyüme türü olduğu açık.
Gelir dağılımın ilgilendiren diğer bir gelişme de asgari ücret etrafında oluştu. Bu yıl da geçen yıl gibi asgari ücret yoğun bir şekilde gündemde yer aldı. Artan enflasyondan dolayı, daha önce aşina olmadığımız bir şekilde 2022 yılında asgari ücret yılda iki kez belirlendi. 2022 yılı içinde asgari ücrette kümülatif artış oranı yaklaşık %95 düzeyinde oldu.
Bu artış hem asgari ücreti ortalama ücrete daha da yaklaştırdı hem de daha fazla insanı asgari ücretli haline getirdi. Normalde sınırlı sayıda insanın minimum yaşam koşullarını garanti etmek için tasarlanan bir ücret çoğunluğun temel ücreti oldu. Bu yüzden, bir asgari ücret toplumu oluştu. Çalışanların %50’sinden fazlası asgari ücret ve altında çalışmaktadır. Bir bakıma asgari ücret kapsamının genişlemesi ile fakirlikte eşitlik sağlanmaktadır.
BÜYÜME
2022 yılının büyüme rakamlarına baktığımızda sanki nispeten daha ılıman bir hava görürüz. 2022 yılına ait büyüme oranın yaklaşık %5 olacağı tahmin ediliyor. Türkiye’nin ortalama büyümesi (%4-5 civarında) düşünüldüğünde yüksek bir büyüme sayılmasa da düşük bir büyüme de değildir.
Fakat bu büyüme kısa dönemli, büyük oranda politik kaygılar içeren, sürdürebilir ve eşitlikçi olmayan bir büyümedir. 2022 yılında iktisatçıların en fazla kullandığı kavramlarında biri “yoksullaştıran büyüme” oldu. Bu büyüme türünün “nasiplendiren büyüme”den (trickle down) daha kötü bir büyüme türü olduğu açık.
AKP iktidarının ilk dönemi nasiplendirilen ikinci dönemi fakirleştiren büyüme özelliği gösterir. Bu tür bir büyüme ciddi anlamda yoksulluk, verimsizlik ve eşitsizlik üretmiş durumdadır. 1980’ler öncesinde bıraktığını düşündüğümüz kuyrukları yeniden görmeye başladık. Fırın önlerinde kuyruklar, bedava dağıtılan ürün izdihamları, pazar yerlerinde akşamları bekleyen insanlar, ilaç temininde sorunlar, iyi beslenemeyen çocuklar, tüketimlerini kısan milyonlarca insan ve sokak videolarında ağlayan insanlar.
Bir ülke üretirken yoksullaşıyorsa, ekonominin sadece üretimden ibaret olmadığını ve paylaşımın da en az üretmek kadar önemli olduğunun anlaşılması gerekir. Halkın önemli bir kısmının yoksullaşmasına rağmen 2022 yılında neredeyse her çeyrekte tüketimin %20 oranında artmış olması büyümenin eşitsizlik yaratan yönünü teyit eder niteliktedir. Küçük bir kesimin tüketimlerini artırarak devam ettiklerini görüyoruz.
Sonuç olarak, peki bu kadar kötü gelişmeye rağmen neden 2022 yılında kriz olmadı? Bu önemli bir sorudur. Bu sorunu belki başka bir yazıda daha detaylı analiz etmek gerekir. Fakat kısaca krizin gelişmesini önleyen faktörler: eşitsizliğin bir istikrar süngerine dönüşmesi, KKM’nin döviz kurunu belli bir ölçüye kadar dizginlemesi, belli ülkelerden gelen rezervler, 2018 krizinin ön-alıcı etkisi (krizle birlikte sermaye çıkışının aynı sorunu tekrar ettirmesini engellemesi) ve döviz talebinin kredinin kısılması ile sınırlandırılması (
https://www.perspektif.online/vahsi-servet-transferi-ve-piyasasizlastirma-yili/).
Sonuç olarak, 2022 yılı büyük oranda 2023 yılının geriye dönük bir etkisidir. Bu da büyük oranda 2023 seçimlerinin bugüne düşen gölgesidir. İrrasyonel faiz politikası da 2022 yılının ikinci yarısından itibaren izlenen seçim ekonomisi stratejisi de seçim kaygısının sonucudur.
Daha önce irrasyonel talepler diye nitelendirilen ve ret edilen muhalefet önerileri seçim yaklaşıkça iktidar tarafından yürürlüğe kondu (asgari ücret artışı, 3600 katsayı uygulaması, tarım mahsul alımları, seçim transferleri, sözleşmelilerin kadroya geçirilmesi ve emeklilikte yaşa takılanlar (EYT) düzenlemesi gibi). Seçimlere yaklaşık 6 ay gibi bir süre kaldı. Seçim sonuçları umarım ülkenin mekânsal ve zamansal bükülmesine sıkışmış insanları için bir nefes olur.