Cumhuriyet tarihi boyunca biriken borç stoğunun 2.85 katı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS) döneminde artarak gelecek nesillere bugünden önemli bir yük bindirmiştir. Bana hal hatır soranlar genelde “bomba gibiyim” dediğimi bilirler. Sonrasında da “aman patlama!”diye eklerler. İşin şakası bir yana sağlık sıhhat yerindeyse gerisi gerçekten teferruat. Ama geleceğe dönük endişeler şu günlerde fiziksel sağlık sıhhatimiz yerinde olsa da akıl ve ruh sağlığımızı korumamız için çok çaba sarf etmemize sebep oluyor. Durum böyle olunca da  hemen hemen herkesin dilinden “daha iyi günlerimiz oldu” diye dökülüyor. Yaşadığımız bunca inişli çıkışlı dönem geleceğe dair endişelerimizin artmasına neden oluyor. Bu endişelerin başında hayat pahalılığı, geçim derdi, bakmakla yükümlü olduğumuz ve kendilerine parlak bir gelecek bırakmak için çabaladığımız çocuklarımız var. Geleceğimizi karanlık bir tabloya sürükleyen bir parametreyi, borç stokumuzu ve mevcutta tüm vatandaşlar olarak yüklenmek zorunda kaldığımız faiz yükünü farklı boyutları ile ele alarak bir perspektif ve genel bir tablo çizmek istedim. Buyurun tartışalım. TARİHİNİ BİLMEYENİN GELECEĞİNE TOP ATARLAR Hafızalarımızı biraz tazeleyelim ve neler olduğunu hatırlayalım. 2001’e kadar uygulanan ekonomi politikalarının çöküşü Türkiye’nin çıkmaz sokaktan çıkışında radikal çözüm arayışlarını beraberinde getirdi. Aynı süreç 2002 kasım ayında, bugüne kadar süregelen bir hükümet değişikliğini de ortaya çıkarttı. IMF ile yapılan anlaşmanın, iktidara gelen yeni hükümet tarafından bazı noktalarda değişikliklerle uygulanmaya sokulması sonucu Türkiye ekonomide önemli kazanımlar elde etti. Tüm vatandaşlar olarak önemli bedeller ödedik ama ödediğimiz bu bedeller geleceğe bakışımızı ciddi biçimde pozitife çevirdi. Bu kazanımları elde edebilmek amacıyla öncelikle enflasyonu düşürmek için büyük çaba sarf ettik. Sonrasında da olumlu beklentilerin ortaya çıkışı ile birlikte faizleri ve sonrasında da borç stoğumuzu önemli ölçüde düşürebildik. Grafik-1 1990’lı yıllarda hayal gibi görünen tek haneli enflasyon ve faiz düzeyleri hayal olmaktan çıktı ve hayatımızın bir parçası haline geldi. Verimliliğin artışı, TL’nin değer kazanmasına rağmen ihracat artışını, enflasyonun düşüşünü ve geleceğe dair umut dolu bekleyişlerimizi yeşertti. Uzun vadeli borçlanma ile ev ve araba almak, güzel bir yuva kurmak bir hayal olmaktan çıktı ve hayatımızın bir parçası oldu. ÇIPASI OLMAYAN GEMİ.. 2013 yılına kadar, arada 2008 global krizi olmasına rağmen ekonomide önemli kazanımlar elde ederek kişi başı gelir düzeyini 12 bin 100 ABD doları seviyesine kadar çıkardık. Bu çabalar 2013 mayıs ayında iki kredi derecelendirme kuruluşunun Türkiye’yi yatırım yapılabilir statüsüne çıkartması ile taçlandı. Fakat bu tarihten sonra, özellikle Gezi Olayları sonrasında, şimdiki Cumhurbaşkanı, o dönemin başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’nın yönetim anlayışındaki değişikliklierin ilk emareleri önemli bir değişim sürecine girdiğimizin habercisi oldu.
Kişi başı gelir düzeyini 12 bin 100 ABD doları seviyesine çıkarmıştık. Fakat Gezi Olayları sonrasında kural bazlı yönetimi bir tarafa atışımız, AB çıpasını terk edişimiz, Türkiye’yi savunmasız ve kırılgan bir duruma sürükledi.
Önce mali kural çıpası ile kural bazlı yönetimin bir tarafa atılması, sonrasında Avrupa Birliği entegrasyonunda kilometre taşlarından biri olan kamu İhale kanununun uyum yasaları dışına itilmesi ile Avrupa Birliği çıpasını terk edişimiz, Türkiye’yi maruz kalabileceği sert rüzgarlar karşısında savunmasız ve kırılgan bir duruma sürükledi. 2018 yılında geçtiğimiz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CHS) de kazanımları oldukça hızlı bir şekilde kaybetmemize neden olan bir sistem olarak karşımıza çıktı. FAİZ NEDEN ENFLASYON SONUÇTUR TEZİNİN GETİRDİĞİ NOKTA Şeffaflığı, hesap verebilirliği, liyakatı ortadan kaldıran CHS’nin denge ve kontrol olmadan bizleri getirdiği kara tablonun ekonomideki en bariz, en gözle görünen parametresi ilk olarak enflasyon, sonrasında yükselen faizler ve sonuçta millet olarak üzerimize kabus gibi çöken borç stoğudur. Bu sistem öncesi faizle nasıl mücadele edeceğini söyleyerek yetki isteyen Cumhurbaşkanının bugün aylık olarak geçtiğimiz yıllarda yıllık ödediğimiz borç tutarını sadece Ocak 2022 yılında ödediğimizden herhalde haberi vardır.
Denge ve kontrolün olmadığı CHS’nin bizlere en gözle görünen getirisi ilk olarak enflasyon, sonrasında yükselen faizler ve sonuçta üzerimize kabus gibi çöken borç stoğudur.
Grafik-2 2010-2018 Haziran döneminde aylık yüklendiğimiz ortalama faiz gideri 4.2 milyar ₺ düzeyindeyken, CHS sonrası bu ortalamanın 2.7 kat artarak 11.6 milyar ₺’ye çıkması, Ocak 2022’de de Cumhuriyet tarihi rekorunu kırarak, sadece aylık 43.7 milyar ₺ olması bir tesadüf değildir (Grafik-2). Bu faiz ödemelerinin İç Borç ve Dış Borç rakamları itibarı ile kırılımında da büyük fark yoktur (Grafik-3 ve Grafik-5). Bir yandan TL faizlerinin artışı diğer yandan TL’nin değer kaybı, ödenen faiz maliyetini bir kabus gibi artırmıştır. Grafik-3 İç borç faiz ödemelerindeki dramatik artışın yegane sebeplerinden biri, orjinal günah diye de adlandırılan döviz cinsi iç borçlanmanın 2012’den itibaren sıfırlandığı halde 2017 yılından itibaren yeniden artış trendine girerek iç borç stoku içinde rekor bir orana %30’lara ulaşmasıdır. (Grafik – 4) Grafik-4 Para politikasının önemsizleştirilmesi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın kurumsal bağımsızlığının ortadan kaldırılması ve liyakatin bir kenara itilmesi ile kredibilitenin ortadan kalkması, enflasyonun ve hayat pahalılığının yeniden kara bir bulut gibi ekonomi gündeminde en büyük yeri işgal etmesi tüm bekleyişleri bozarak TL’ de önemli değer kayıplarını birlikte getirmiştir. Risk algısının yüksekliği ve kredibilitenin düşüşü ile birlikte yabancı para cinsinden borçlanma oranları da ciddi miktarda artış göstermiştir. Bir yandan kur diğer yandan faizlerin artışı dış borç faiz maliyetlerinde de önemli artışa sebep olmuştur. Bu yüksek bedellerin CHS’i dönemine denk gelmesi şaşırtcı değildir. Grafik-5 2010-2018 Haziran dönemine kadar aylık ortalama 792 milyon olan dış borç faiz maliyeti bu dönem sonrası ortalama 2.7 milyar ₺’te çıkmıştır. Ocak 2022’de ödenen 6.9 milyar ₺ dış borç faiz maliyeti üzerinde gerçekten oturulup düşünülmesi gereken bir noktadır.
Bilim gerçeğe giden yolları aydınlatan ışıktır – Hacı Bektaşi Veli
Bilimden ve gerçeklikten sapıldığı konusunda sinyal alan ekonmik aktörler, ilk anda büyük oranda duygusal ama uzun vadede rasyonel karar süreçleri sonrasında da borç stokundaki kompozisyonda önemli değişikliklere neden olmuşlardır. Bunun sonucunda döviz borç stoğunun toplam borç stoğu içindeki payı yine cumhuriyet tarihindeki yeni rekorunu kırarak %66.6 oranına çıkmıştır. Grafik-6 Tüm bu gelişmeler borç stoğu rakamlarının rekorlara doyamamasına sebep olmuştur. Tüm Cumhuriyet tarihi boyunca biriken borç stoğunun 2.85 katı borç stoğu CHS’i döneminde artarak gelecek nesillere bugünden önemli bir yük bindirmiştir.(Grafik-7) Grafik-7 Bu rakamlar buzdağının görünen yüzüdür. KOİ projeleri ile verilen garantilerden, Türkiye Varlık Fonu’nun girdiği yükümlülüklerden, kamu bankalarının mevcut portföyleri içinden kamu üzerine gelecek yükün daha da artacağı kesindir. ZARARIN NERESİNDEN DÖNÜLSE KARDIR Çözüm, şeffaflığı sağlayıp, bilimin ve aklın ışığında uygulanması gereken bütüncül ekonomi politikalarını uygulamaktan geçmektedir. Dünyada enflasyon problemi ile uğraşan tüm merkez bankaları faiz artırırken, bizde ideolojik bir yaklaşım ve faiz takıntısıyla, heterodoks politikalar uygulayarak eklektik yaklaşımlarla çıkmaz sokaklara sapmak ülkeye hem zaman hem de büyük kaynak kaybettirmektir. Tüm testlerden sınıfta kalan bir iktidarın bu saatten sonra akılcı politikalar uygulamasını beklemek de maalesef mümkün değildir.