Son günlerde iktidar temsilcilerinin gündeme getirdiği belli miktarda malın fiyatını sabitleme düşüncesi, aslında enflasyonla mücadelede başarı sağlanamadığının itirafıdır.
Sovyetler Birliği (SSCB) II. Dünya Savaşı sonrasında Batı ittifakının karşısına geçmiş büyük bir imparatorluk gibiydi. Temsil ettiği düşünce bakımından hayata farklı bakan, toplumsal düzeni Batıya göre farklı yorumlayan alternatif bir dünya oluşturma gayretiydi. Yıkıldığı 1990’lı yıllara kadar insanlığın hayata karşı bu iki farklı bakışı birbirinden ayıran ise, Berlin’i ikiye ayıran kalın beton bir duvardı.
SSCB ekonomik düzeyde olmasa da, askeri manada önemli bir güçtü. Hem büyüklüğü, hem de sahip olduğu teknoloji bakımından ABD ve onun etrafından kümelenmiş ülkelere karşı önemli bir dengeleyici güç oldu yıllarca. Tam da Marksist manada diyalektik bir bakış açısı ile değerlendirilebilecek sosyolojik olaylarda olduğu gibi, Doğu ile Batı arasındaki rekabetin yaratığı toplumsal gelişme dinamizmini getirmişti dünyaya. Hatta SSCB dağıldıktan sonra kimileri, bu diyalektik çelişkilerden beslenen tarih anlayışının sona erdiğini söylemiş, insanlığın tek bir “
doğru” etrafından birleştiğini iddia etmiştir.
Dönüşüm Berlin Duvarı’nın 1989 yılında yıkılmasıyla başladı. O muhteşem dengeleyici güç bir duvarın ardından parçalandı. Beklendiği gibi ne bir askeri bir hezimet, ne de karşı devrim hareketleri neden olmuştu bu yıkılışa. Yıkılışın sebebi ekonomiydi. Ekonomideki arz-talep dengesinin sağlanamaması ve kötü kaynak kullanımıydı. Hatta fabrikaların araç parklarında stoklanmış ama satılamamış traktör ve tarım aletlerinin görüntüleri çok uzun yıllar uluslararası basından yayınlanmıştı. Ülkedeki kıtlıklar ve neden olduğu kuyruklar tartışmalara konu olmuştu.
SSCB’nin ardından kurulan Rusya uzun süre bu ekonomik sorunlarla uğraşmak zorunda kalmıştı. Sürekli çıkan isyanlar ve bağımsızlık talep eden ülkelerin yanında, ülke içinde baş gösteren siyasi istikrarsızlık ve gösterilere, bir de darbe girişimi eklenmişti. Dünyanın gördüğü bu olaylar, daha önce SSCB’nin oluşturduğu kamuoyu algısıyla hiç uyuşmuyordu.
Peki, ne oldu da bu muazzam askeri güç, herhangi bir askeri yenilgi veya karşı devrim girişimi olmadan bu duruma gelmişti?
Birçok neden sayılabilir. Malum olduğu üzere, SSCB önemli bir nükleer güçtü aynı zamanda. Rakipleri ona karşı herhangi bir nükleer güç de kullanmamıştı. Ama ülkede, atom bombası atılmış gibi bir tahribata yol açan ekonomik politikaların uygulaması yıkılması için yeterli olmuştu.
SSCB’nin karşı karşıya kaldığı bu soruna geçmişte kafa yorarken, hep Robin Williams’ın o meşhur “
Moscow on the Hudson” isimli filmi gelir aklıma. Sanırım ülkemizde “
İltica Planı” ismiyle gösterilmiş 1980’lerde. Maalesef ben sonraları, yurtdışında izlemiştim filmi. Sanırım SSCB’deki gündelik hayatın tüm gerçekleri bu filmde ortaya konulmaktaydı.
Filmin beni en çok etkileyen sahnelerinin birinde kahramanımız işten evine dönerken, insanların farklı farklı dükkânlarının önünde kuyruklar oluşturup, beklediğini görür ve rastgele birinde beklemeye başlar. Kuyruktaki insanların ne almak için beklediklerini de bilmez. Aslında bu sıradan bir SSCB vatandaşının gündelik alışveriş pratiğinin, esprili bir şekilde anlatımıdır.
Enflasyon yoktur sosyalist ekonomilerde. Çünkü fiyatlar sabittir. Ama arz-talep dengesizlikleri hemen hemen her mal için bir kuyruğun oluşmasına yol açmaktadır enflasyon yerine. Devletin sabit fiyat vaadi, vatandaşın talep ettiği malı bulabildiği müddetçe bir anlam ifade eder. Aslında hemen hemen her şey için bir kuyruk ve o kuyruklarda saatlerce bekleyen insanlar vardır.
Maalesef kaynakların kıt olduğu bir ekonomide fiyatları sabit tutmak mümkün değildir. Bu ancak ve ancak bolluk ekonomilerinde geçerli olabilecek bir politikadır.
Kahramanımız kuyruğun tuvalet kâğıdı kuyruğu olduğunu sonradan öğrenir. İhtiyacının olmadığını söylese de, o yine de kuyrukta beklemeye devam eder. Elbette alacağı tuvalet kâğıtlarını kullanacağı bir gün gelecektir. Bir süre sonra sıra ona gelir ama bu kez de mal biter. Boş ellerle evine döner.
ABD yapımı olan bu filmin elbette propaganda maksadıyla çekildiği iddia edilebilir. Öyle bile olsa, iktisadi sağduyumuzla filmin SSCB ekonomisi hakkında bazı gerçeklere parmak bastığı da söylenebilir. SSCB merkezi planlamaya dayalı bir ekonomiydi. Ekonomik kaynakların dağılımında, piyasa yerine planlama ve planlamacı bürokratların ön görüleri kullanılırdı. Eşitlikçilik konusundaki özen, insanlar arasında gelir bakımından çok fazla farklılaşmalara izin vermezdi. İhtiyaçlar gelirlerle uyumlu ve kişisel tercihlere göre de farklılaşmalarına bu sistemde yer verilmezdi.
Bireysel özgürlük eksikliği konusundaki eleştirileri ise ekonomik tercihlerde bireylerin kullanabileceği herhangi bir inisiyatife yer verilmemesindendi.
Ekonomide fiyatların sabit olması böyle bir inisiyatifin ortadan kaldırılmasıyla mümkündü.
Maalesef kaynakların kıt olduğu bir ekonomide fiyatları sabit tutmak mümkün değildir. Bu ancak ve ancak bolluk ekonomilerinde geçerli olabilecek bir politikadır. Diğer bir deyişle, talep eden herkesin, talep ettikleri kadar malı bulabildikleri ekonomilerde geçerli olur ki, bu ekonomiler “
bolluk ekonomisi” olarak adlandırılır. Böyle bir koşulu sağlanmadan fiyatları sabit tutmaya çalışmak, ekonomide arz-talep tutarsızlıklarına neden olacak; bazı durumlarda piyasaların ortadan kalkmasıyla kıtlıklarla sonuçlanacaktır. SSCB gibi bürokratik diktatörlüğün hâkim olduğu bir ülke bile, böyle arz-talep arasındaki tutarsızlıklarla ve neticesinde ortaya çıkan kıtlıklarla baş edemezken, Türkiye gibi bir ülkenin mevcut kurumsal yapıyla böyle bir uygulama yapması pek mümkün gözükmemektedir.
Son günlerde iktidar temsilcilerinin gündeme getirdiği belli miktarda malın fiyatını sabitleme düşüncesi, aslında enflasyonla mücadelede başarı sağlanamadığının itirafıdır. Zaten benzer bir uygulamayı daha önce döviz kurunda sabitliği sağlamak için denedi iktidar.
Özellikle talebin istikrarsız olduğu bir ortamda, burada ifade ettiğimiz şekliyle sabitlik, döviz konusunda
bolluk olmasını gerekli kılmaktadır. Yani talep eden herkesin talep etmek istedikleri miktarda döviz taleplerinin karşılanması anlamına gelir. Talebin istikrara kavuşmadığı durumda, bu taleplerin de süreklilik arz ettiği düşünülebilir. İktidar bu talebi o günlerde ve zaman zaman ihtiyaç duyduğu anlarda mevcut olmayan rezervlerini satarak karşılamaya çalışmaktadır. Bu sürdürülebilir bir politika değildir.
Fiyatlar sabitlendiğinde elbette TÜİK’in işi de kolaylaşır. Bugün enflasyonun ölçümünde şeffaflıktan şikâyet eden herkes, enflasyona neden olan talep fazlasını kuyrukların uzunluğu ile ölçmeye başlar. Tartışmalar böylece son bulur.
Zira döviz talebi istikrara kavuşmadıkça kurların sabitlenebilmesi giderek daha çok dövizin rezervlerden satılması anlamına gelecektir. Ya da döviz talebini istikrara kavuşturacak bir tedbir almak gerekecektir. İktidar temsilcileri zorunlu olarak ikinci yolu tercih ederek TL talebini arttırmak için TL’nin getirisini birtakım yan yollarda başvurarak arttırdı. Neticede bu sabit kur politikası faizler düşük tutularak, hazinenin yükümlüklerinde artışa gidilerek sağlandı. Bu bir bakıma bugünkü sorunun geleceğe, ama farklı bir forma büründürülecek aktarılması anlamına gelmiştir. Kanımca uygulamanın toplumsal maliyeti oldukça yüksek olmuştur.
İktidar şimdi yeni bir maliyetli politikayı daha uygulamaya niyetlenmektedir. Daha uygulamanın nasıl yapılacağı net değil. Hatta yapıp yapılacağı da… Ancak yaparsa, SSCB’nin batışının temellerini oluşturan bir uygulamayı Türkiye’de de görmemize yol açacaktır. 1950’lerin ortalarında benzere ekonomik koşullarla baş edebilmek için Demokrat Partinin de başvurduğu benzer yönetmenin ekonomide başarılı olmadığını belirtmekte yarar var.
Benzer şekilde 1970’leri sonunda Ecevit hükümetinin de başvurduğu benzer bir fiyatlandırma politikasının geçmişte Sayın Cumhurbaşkanının çok eleştirdiği Eski Türkiye’deki kuyruk ve kıtlıklara yol açtığının bilinmesinde yarar var. Çok daha önemlisi, böyle bir fiyat sabitlemesi, beraberinde üreticilere verilmesi düşünülen ek teşvik uygulamasıyla birlikte değerlendirildiğinde ise, 2022 yılında fiyatları sabitlenen malların fiziki olarak piyasada bulunamazken, “
kaydi” olarak yaşanan üretim artışlarıyla bizleri karşı karşıya bırakabilir.
Böyle dolambaçlı yollara sapmaya gerek yok. Enflasyonla mücadelenin nasıl yapılacağı iktisat biliminde en çok çalışılan ve bilinen bir konudur. Sadece “
boş bir inat” uğruna bilimin gösterdiği yollardan sapmanın gereği yok. Enflasyon bir ekonomideki en önemli sorunların başında gelir. Fiyatları zorla sabit tutuğunuzda enflasyonu görünürde engellemiş gibi düşünebilirsiniz. Ama ortaya çıka kıtlık ve kuyruklar enflasyonun şekil değiştirmesi olarak karşımıza çıkar. Böyle bir durumda elbette TÜİK’in işi de kolaylaşır. Bugün enflasyonun ölçümünde şeffaflıktan şikâyet eden herkes, enflasyona neden olan talep fazlasını kuyrukların uzunluğu ile ölçmeye başlar. Tartışmalar böylece son bulur.