Boğaziçi Üniversitesi’nde Melih Bulu'nun görevden alınmasıyla boşalan rektör koltuğuna Naci İnci’nin atanmasıyla birlikte Ocak ayından beri devam eden mücadele ikinci devresine geçti. Boğaziçi hocaları ve öğrencileri yaklaşık 8 aydır Cumhurbaşkanı tarafından tepeden inme şekilde yapılan rektör atamasına karşı çıkıyorlar. Bulu’nun doktora tezinde intihal yaptığının ortaya çıkması, kurum dışından gelmesi ve AKP’de siyaset yapmış olması da tepkileri hızla büyütmüştü. Onun gibi akademik kariyeri zayıf ve doktora tezinde intihal yapmış bir ismin tam zamanlı hoca olarak bile görev yapamayacağı bir kuruma rektör olarak atanması Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin ne kadar kötü sonuçlar doğurabileceğinin çarpıcı bir örneğiydi. NACİ İNCİ’NİN REKTÖR OLARAK ATANMASI Bulu fiyaskosundan ders çıkardığı için Erdoğan bu sefer atama çıtasını yükseltmişe benziyor. 2014 yılından beri rektör olarak atadıklarının birçoğu az akademik yayın ve atıfa sahip olan, akademik başarılarından ziyade sosyal medyada Erdoğan yanlısı mesajları ve hatta siyasi kimlikleriyle öne çıkan isimlerden oluşuyordu. Halbuki İnci, doçentlik ve profesörlüğünü Boğaziçi Üniversitesi'nden almış bir akademisyen. Alanında akademik yetkinliğe sahip olduğuna şüphe yok. Ayrıca Boğaziçi’nde Fizik bölüm başkanlığı yapması nedeniyle idareci tecrübesi de var. Fakat İnci'nin Bulu’ya nazaran sahip olduğu bu avantajlar rektör olarak atanmasındaki temel sorunların üstünü kapatamıyor. Demokratik ülkelerde rektörler çok farklı yollarla belirleniyor. Kimi ülkelerde üniversite içinde seçim yapılırken, diğerlerinde mütevelli heyeti veya üniversite paydaşlarının katılımıyla yürütülen kapsamlı bir değerlendirme sonunda uygun isim belirleniyor. Türkiye’de ise 2016 yılındaki yayımlanan bir Kanun Hükmünde Kararname ile rektör atama konusunda bütün yetkiler Cumhurbaşkanı’na verildi. Bu düzenlemeye göre, devlet üniversitelerindeki rektörler YÖK tarafından belirlenen 3 adaydan birini Cumhurbaşkanı’nın ataması sonucu belirleniyor. Rektörlük için profesör kadrosuna sahip olduğu sürece o kurum dışından da başvurular alınıyor ve Cumhurbaşkanı bu isimler arasından istediği kişiyi akademik yetkinlik, tecrübe ve kuruma olan bağını dikkate alma zorunluluğu olmadan atayabiliyor. 2016 yılındaki değişiklik öncesinde en azından üniversite içinde yapılan seçimlerde en yüksek oyu almış 6 aday YÖK'e gönderilmekte ve bu isimler arasından 3 kişi Cumhurbaşkanı’nın onayına sunulmaktaydı. Aslında bu uygulamayı Boğaziçi hocalarının kendi aralarında yaptıkları gayri-resmi rektörlük seçimini başka üniversitelerin benimsemesi ve kamuoyunun desteklemesine borçluyuz. Bu destek sonucunda 1992 yılında gerekli yasal düzenleme yapılarak, 12 Eylül darbesi sonrasında iptal edilen rektörlük seçimi geri getirilmişti. Boğaziçi öğretim üyeleri bu geleneği devam ettirerek, kendi aralarından çıkan ve içlerinde Naci İnci'nin de olduğu 19 rektör adayını birkaç hafta önce oyladı. Çok farklı akademik disiplin ve siyasi görüşlerden gelen 17 aday, Boğaziçi öğretim üyelerinin yaklaşık yüzde 80'inin katıldığı seçimde yüzde 95'in üzerinde güven oyu aldı. Naci İnci ve şu anki Rektör Yardımcısı Gürkan Kumbaroğlu ise yüzde 5 destek bile toplayamadı. İnci’nin rektör olarak beraber çalışacağı öğretim üyelerinden bu kadar düşük destek görmesi kendisi için başlı başına bir sorundur. İnci açısından başka büyük sıkıntıyı Melih Bulu'nun rektör yardımcılığını yaptığı ve sonra da rektör vekili olarak atandığı dönemde imza attığı uygulamalar oluşturuyor. İnci bu 8 aylık süre zarfında rektörü olmayı umduğu kurumunu dışarıdan gelen saldırılar karşısında korumadı. Melih Bulu'nun rektör olarak atanmasını protesto eden Boğaziçi öğrencilerinin polis şiddetine maruz kalmasına, gözaltına alınmasına ve iktidar çevreleri tarafından hedef gösterilmesine karşı sessiz kaldı. Bulu'nun öğrenciler hakkında açtığı disiplin soruşturmaları altında kendisinin de imzası var. Rektör vekili olarak ilk yaptığı iş Can Candan ve Feyzi Erçin hocaların işine son vermek oldu. Boğaziçi öğrenci ve hocalarına yönelik saldırılar karşısında kurumunu savunmamış bir ismin o kurumun başına geçmeye hakkı olamaz. Melih Bulu'nun rektör olarak atanmasından hemen sonra Boğaziçi Üniversitesi'nde başlayan protestolar hocaların kararlı tutumları ve öğrencilerin cesaret ve özverileri sayesinde büyük başarı kazandı. Boğaziçi hocaları çok farklı platformlarda özerk üniversite ilkesini gündemde tuttular ve iktidar çevrelerinden gelen saldırılara karşı meslektaşlarını ve öğrencilerini savundular. Yaklaşık 8 aydır hafta içi her gün Rektörlük binasına sırtlarını dönerek yürüttükleri protesto eylemi büyük ses getirdi. Yüzlerce akademisyenin, farklı seçenekleri ve eylem tarzlarını kendi içlerinde demokratik yöntemlerle tartışırken kamuoyuna karşı birliklerini muhafaza etmeleri çok büyük bir başarı. Öte yandan, binlerce öğrenci özerk üniversiteyi savundukları için defalarca polis şiddetine maruz kaldı. Birçok öğrenci eğitim haklarını tehlikeye atmak, yurtdışı çıkışlarına engel konulmak, gözaltına alınmak ve burslarının kesilmesi pahasına kurumlarını savundular. Onların bu mücadelesi olmasaydı tepeden yapılan rektör ataması, son dönemde birçok konuda olduğu gibi, bir oldu bittiye getirilecekti. BUNDAN SONRA NE OLUR? 8 aylık mücadeleden sonra Boğaziçi hocaları ve öğrencilerinin Naci İnci’nin rektör olarak atanmasını kabul edeceklerini hiç sanmıyorum. Önümüzdeki ay üniversitelerin açılmasıyla birlikte protestoların büyüyerek devam edeceğini düşünüyorum. Naci İnci'yi Melih Bulu'nun karşılaştığından daha büyük bir tepki dalgası bekliyor. Kendisine yönelik muhalefeti dindirmek için İnci büyük ihtimalle hocalar ve öğrenciler hakkında disiplin soruşturmaları açmayı deneyecektir. Bu sert tavrın da İnci'yi oturduğu koltukta küçülteceğini, meşruiyetini daha çok sorgulatacağını ve kendisine yönelik muhalefeti arttıracağını öngörmek zor değil. Ne yazık ki, Erdoğan'ın repertuarında kararlarına karşı çıkanlara yönelik kullanabileceği fazla sayıda yöntem yok. Kararlarını ivedilikle uygulatamadığı ve toplumsal muhalefetle karşılaştığı durumlarda politikasını gözden geçirmiyor. Bazen geri adım atabiliyor ama sadece sonraki aşamada daha sert bir müdahaleye hazırlık olarak. Örneğin, Boğaziçi vakasında Erdoğan gündemdeki 17 adaydan herhangi birini atayarak sorunu çözmüş olabilirdi. Boğaziçi hocaları Erdoğan’a çok rahatlıkla kabul edebileceği ılımlı bir seçenek sundular. Fakat Erdoğan Boğaziçi’ne rektör atarken o kurumun hocaları ve öğrencileriyle zıtlaşmayı tercih etti. Bu uzlaşmaz tavrı başka vakalarda da gözlemliyoruz. Sert ve fevri çıkışları nedeniyle toplumu ne kadar böldüğünün ve kurumlara zarar verdiğinin Erdoğan açısından bir önemi yok. Çünkü Erdoğan idare etmek değil, fethetmeyi seviyor. Önümüzdeki dönemde Türkiye'nin karşılaştığı en büyük sorunun bu olduğunu düşünüyorum. Türkiye, Erdoğan yönetiminin farklı alanlarda yarattığı bu enkazdan tüm baskılara rağmen ayakta kalan kurumları ve insanlarıyla çıkacak. Boğaziçi Üniversitesi işte bu kurumlardan biri ve dolayısıyla ayakta kalması gerekiyor. Erdoğan yönetiminin zayıflamasına paralel olarak otoriterleşmesiyle birlikte toplumda bağımsız kalmaya çalışan kesimlere yönelik baskı da artıyor. Bu iktidar değişene kadar daha kaç kurumun zarar göreceğini, kaç kişinin işini kaybedeceğini ve/veya gözaltına alınacağını ve daha ne kadar fakirleşeceğimizi öngöremiyorum. Boğaziçi öğrencileri ve hocaları akademik özgürlükler ve özerk üniversite için yaklaşık 8 aydır mücadele ediyorlar. Bir üniversiteye, o kurumda çalışan öğretim üyelerin fikrini almadan gece yarısı ilan edilen bir kararnameyle rektör atamak yasal olabilir. Fakat bu uygulama adil, şeffaf ve demokratik yöntemlerle gerçekleşmedi. Diğer adaylar karşısında İnci’nin hangi süreçler sonunda ve kriterlere bağlı olarak atandığını bilmiyoruz. Boğaziçililerin verdiği bu mücadele yüksek eğitim alanında Cumhuriyet dönemi boyunca sağlanan kazanımları korumayı ve uzun vadede özerk üniversite prensibini güçlü temellere oturtmayı hedefliyor. Boğaziçi protestoları başarı kazandığında sadece Boğaziçi Üniversitesi için değil, ülkedeki yüksek eğitim kurumlarının hepsi için geçerli olacak akademik özgürlüklerin temini yönünde büyük bir adım atılacak. Bu ülkede yasayan ve çalışan bir akademisyen olarak Boğaziçi camiasına müteşekkirim. Mücadelelerine çok saygı duyuyorum ve destek veriyorum.