Her şey çok kısa sürede gerçekleşiyor. Sadece kurlar değil, aynı zamanda bu artışları kamuoyuna açıklamak için kullanılan “öyküler” de hızla değişime uğruyor. Söylemlerdeki tutarsızlıklar belirsizliği ve güvensizliği daha da arttırıyor. Ve TCMB faizleri bir 100 puan daha indirdi; hem de bugüne değin TL’de hiç görmediği oranlarda değer kaybının yaşandığı bir haftada.  Uzun zamandır kurlardaki artışın önüne bir türlü geçilememekte. Bu satırların yazıldığı saatlerde TL/dolar kuru 16 TL’yi geçmişti bile. TCMB’nin zaman zaman piyasalara müdahaleleri ve döviz satması pek sonuç vermiş değil. Kısa süreli düşüşlerin ardından, çok da zaman geçmeden yine eski seviyelerine gelmekte kurlar. Bu müdahalelerin ardında elimizde kalan yükselen kurlar ve kaybedilen rezervlerden başka bir şey değil. Kimse yaşadıklarımızın neden yaşandığına anlam verememekte. Sanki her şey göz göre göre yapılmakta. İktidarın ortaya koyduğu açıklamalar da kamuoyunu tatmin etmemekte. Yapılanlarda iktisadi mantık arayanlar için önceleri “Çin modelinin” gereği olarak ortaya konulan değer kayıpları, ardından “Türk Modeli” denilerek savunulmaya girişildi. Amacın ihracata rekabet gücü kazandırmak olduğu savunuldu. Malum olduğu üzere döviz cinsinden maliyetleri, özellikle de emek maliyetlerini düşürmek için yapıldığı söylendi. Ama TCMB’nin faiz kararını açıkladığı gün, bu kez de asgari ücrete %50’ye varan zam yapılarak işgücü maliyetlerinin artışı sağlandı. Tabi bununla birlikte amacı anlamak bakımından kafalar yine karıştı. Kurlardaki artış durmadı.
Siyasilerin bu istedikleri, düşünen kafaların yapabileceği bir şey değil. Her şeye rağmen insanlar düşünüyor yarın ne olacağını. Bin bir güçlükle elde edilmiş varlıklarını yarının belirsizliklerine bırakmak istemiyorlar.
Her şey çok kısa sürede gerçekleşiyor. Sadece kurlar değil, aynı zamanda bu artışları kamuoyuna açıklamak için kullanılan “öyküler” de hızla değişime uğruyor. Söylemlerdeki tutarsızlıklar belirsizliği ve güvensizliği daha da arttırıyor. Oysa yeni Maliye ve Ekonomi Bakanı Nureddin Nebati kamuoyundan kendilerine ve izledikleri politikalara “güven” duymalarını bekliyor. Sayın Cumhurbaşkanı da altı ay dişimizi sıkmamızı istiyor; sorgulamadan, politikalarda bir mantık aramadan. Elbette siyasilerin bu istedikleri, düşünen kafaların yapabileceği bir şey değil. Her şeye rağmen insanlar düşünüyor yarın ne olacağını. Bin bir güçlükle elde edilmiş varlıklarını yarının belirsizliklerine bırakmak istemiyorlar doğal olarak. Soruyor ve sorguluyorlar ister istemez, siyasiler bizleri nereye götürüyor diye. Şu ana kadar çok yazıldı, çizildi, neden Çin modeli olmaz diye. Ama ortada inanılmaz düzeyde artan kurlar var. Çin modelini tartışıyoruz ama bu düzeyde kur artışları ve belirsizliklerinin ekonomik etkilerinin neler olabileceğine çok fazla değinmiyoruz. Elbette bu yaşadıklarımız bir ilk değil.  Farklı ülkelerde, farklı kurumsal çerçeveler içinde buna benzer durumlar daha önceleri de yaşandı. Ülkemizin iktisat tarihi ise bu konularda benzersiz örneklerle dolu. Bunlardan edindiğimiz tecrübeler ve ülkemizde gördüklerimiz ışığında, bugünkü gelişmelerin bizleri nelerle karşı karşıya bırakacağını öngörebilmemiz mümkün.
Yapılacak yatırım seçenekleri niteliği de sınırlanmaktadır. Yatırımla oluşturulacak üretim kapasitelerinin, bu nispi fiyatlarla iç talebe yönelik üretim yapabilme şansı ortadan kalkmıştır.
Yaşadığımız bu kur artışlarının ekonomimizde doğuracağı belli başlı sorunları şu şekilde sıralayabiliriz:
  • Kurlardaki aşırıya kaçan artışlar ekonomide ciddi manada belirsizliğe neden olmaktadır ve bu boyutta belirsizlik altında iktisadi karar almak imkânsız hale gelmekte, iktidarın arzuladığı yatırımları yapmak ise imkânsızlaşmaktadır.
  • Yapılacak yatırım seçenekleri niteliği de sınırlanmaktadır. Yatırımla oluşturulacak üretim kapasitelerinin, bu nispi fiyatlarla iç talebe yönelik üretim yapabilme şansı ortadan kalkmıştır. Sadece yerel nitelikli girdileri kullanıp, bu üretim kapasitelerinin iç talebe yönelik üretim yapabilme şansı oluşturulabilmesi mümkündür. Ancak böyle bir yatırımın da bugünkü kurlarla beklenen karlılıkta olabilmesi mümkün değildir.  Sonuç olarak böyle yüksek kurlarda sabit sermaye yatırımlarının yapılması da tehlikeye girmektedir.
  • Türkiye ekonomisini ithalata olan bağımlılığı yüksektir. Özellikle ara girdi ve enerji bakımından ithalat bağımlılığımız bulunmaktadır.
  • Dünyada Covid-19 salgını sonrasında emtia fiyatlarında ciddi manada artışlar vardır. Hatta ABD ve AB ülkelerinde bunun neticesinde üretici ve tüketici fiyatlarında artışlar yaşanmakta, makroiktisadi istikrarı tehdit eden bir durum doğmaktadır. Türkiye ise bu gelişmelerin doğrudan ve dolaylı etkilerine maruz kalmaktadır. Tıpkı 1970’lerde olduğu gibi.  En son FED Başkanının açıklamalarından da anlıyoruz ki, bu durum bir süre daha dünya ekonomisinin gündeminde olacak; enflasyon ana gündem maddelerimizden biri haline gelecektir.
  • Dünyada oluşan enflasyonist dinamikler ülkemizde maliyetler yoluyla enflasyona kaynaklık edecektir. İthalat bağımlılığının yüksek olduğu bizim gibi ekonomilerde bu etkinin küçümsenmeyecek düzeylere erişmesi kaçınılmazdır.
Dünyada oluşan enflasyonist dinamikler ülkemizde maliyetler yoluyla enflasyona kaynaklık edecektir. İthalat bağımlılığının yüksek olduğu bizim gibi ekonomilerde bu etkinin küçümsenmeyecek düzeylere erişmesi kaçınılmazdır.
  • Kamu otoritesi tarafından kur artışlarının ihracatımızı arttırması beklenmektedir. Ancak bu artışların reel sektör dışında mali sektör üzerinde de etkileri olacaktır. Özellikle 450 milyar dolara yaklaşan bir borç miktarına sahip ülkede, kur artışı TL cinsinden ciddi maliyetler doğuracaktır. Şüphesiz 250 milyar dolara yaklaşan özel sektör borcu da sektörün mali istikrarına olumsuz yönde etki edecektir.
  • Kur artışları TCMB’nin düşük faiz politikasının bir sonucudur. Bu tarz faiz politikalarının, geçmişte reel sektörün mali kaynak kullanımında etkinliğini ve verimliliğini ortadan kaldırdığı görülmüştür. Çok daha somut şekilde ifade etmek istersek, düşük faizli kredileri alanlar bunu örneğin döviz alımında kullanabilir, ya da mevcut borçlarının yapılandırılması için talep edebilirler. Her iki durum da etkin ve verimli olmayan kaynak kullanımına örnektir. Zaten iktidar temsilcileri de ucuz faizlerle alınan kredilerin döviz spekülasyonu için kullanılmasından şikâyetçi olduklarını son günlerde sıkça kamuoyu ile paylaşmaktadırlar.
Kur artışları TCMB’nin düşük faiz politikasının bir sonucudur. Bu tarz faiz politikalarının, geçmişte reel sektörün mali kaynak kullanımında etkinliğini ve verimliliğini ortadan kaldırdığı görülmüştür.
  • Dünyadaki diğer merkez bankaları ile karşılaştırıldığında TCMB’nin bunlardan ayrıştığı görülmektedir. Rusya, İngiltere, Norveç, Polonya, Meksika, Avusturalya, Filipinler ve Güney Afrika gibi ülkeler FED’in son günlerdeki açıklamalarını benzer şekilde yorumlamış ve politika faizlerini arttırmışlardır. TCMB faizleri art arda düşürmesi ile bu ülkelerden ayrışmış ve FED’in açıklamalarını farklı değerlendiren yegâne ülke konumuna gelmiştir.  Bu konuda TCMB’nin açıklamaları kamuoyunu ikna etmemektedir.  Siyasilerin açıklamalarının dayandığı referansların ise Türkiye sınırları dışında herhangi bir anlamı yoktur. Elbette bu ayrışmanın nedenleri yabancılar nezdinde anlaşılmadığı için doğal olarak TL üzerindeki talep baskıları artmaktadır.
  • Günümüzün siyasi ortamında, düşük faizli krediye erişim de zorlaşmaktadır. Böyle dönemde siyaset kurumunun aktörlerinin böyle bir kaynak dağılımında etkinlikleri artmaktadır.
  • Düşük faiz ortamında krediye erişim için ek yükümlülük taleplerinin doğması kaçınılmaz oluyor. Örneğin ek teminat taleplerinin oluşması gibi. Bu, piyasalarda risk algısının kötüleşmesi anlamına gelmektedir.
  • Mali piyasalara sürekli piyasa dışı yapılan müdahaleler mali risklerin ölçülmesini zorlaştırıyor.
  • Stoklama birçok iş kolunda uygulanan yeni iş modelinin bir parçası olarak ortaya çıkıyor; ayrıca yaygın olarak enflasyondan korunmanın bir yolu olarak kullanılabiliyor.
 
Stoklama birçok iş kolunda uygulanan yeni bir iş modeli; ayrıca yaygın olarak enflasyondan korunmanın bir yolu olarak kullanılabiliyor. Stoklamanın yaygınlık kazanması şirketlerin ek işletme sermayesi ihtiyacını arttırıyor.
  • Stoklamanın yaygınlık kazanması şirketlerin ek işletme sermayesi ihtiyacını arttırıyor. Bu da ek finansal maliyet anlamına geliyor.
  • Yurtiçindeki yüksek enflasyonla birlikte, kura ve dolayısıyla ithal fiyatlarında görülen artışlar işletme sermayelerinde erimeye yol açıyor. Kamu otoritesinin maliyet artışlarının tüketiciye yansımasını kısıtlayıcı müdahaleleri fiyat değişimlerinde katılıkları arttırarak, maliyetlerin firmaların çalışma sermayelerinden karşılanmasına yol açmaktadır. Özellikle yetersiz talebin bulunduğu iş kollarından firmalar üzerindeki bu yük çok daha büyük boyutlara ulaşmaktadır.
  • İçeride ciro yapamayan ama döviz olarak borçlu şirketler üretim kapasitelerini ne pahasına olursa olsun ihracata yönlendiriyorlar. Bunun için dışarıda «acımasız» bir fiyat rekabetine giriyorlar. Amaç döviz gelir akımı yaratıp, döviz borçlarını ödeyebilmek.
  • Bir yandan değersizleşen TL ve düşen ihracat fiyatları, diğer yandan artan ithal fiyatları dış ticaretten elde edilen net gelirlerin düşmesine yol açıyor.
  • Sürekli artan kur işletmeler için bütçe yapabilme güçlüğü yaratmaktadır.
Bir yandan hanehalklarının ve firmaların yol açtıkları stoklamalar, diğer yandan ihracatçının maruz kaldıkları mali stres nedeniyle ihracata yönelmeleri, içeride mal kıtlığına yol açmakta; bu da enflasyon üzerine olumsuz etki etmekte.
  • Kur artışlarının sürekli hale gelmesi durumunda, en iyimser ihtimalle vadeli satışlarda vadeler kısalırken, uç noktalarda vadeli satışlar ortadan kalkmaktadır. İşletmeler satın alımlarında vadeli, satışlarında ise anında ödeme arayışına girmeleri bir iş pratiği haline gelir. Tüm bunlar ekonomideki işlem hacminin düşmesine, ekonomik büyümenin azalmasına yol açar.
  • Bir yandan hanehalklarının ve firmaların yol açtıkları stoklamalar, diğer yandan ihracatçının maruz kaldıkları mali stres nedeniyle ihracata yönelmeleri, içeride mal kıtlığına yol açmakta; bu da enflasyon üzerine olumsuz etki etmekte.
Ekonomide önemli bir yer teşkil eden bu işletmelerin azalan üretimleri orta ve uzun dönem zarfında bizi düşük ve kapsayıcı olmayan bir büyüme sürecine sokacaktır.  Neticede ekonomi durgunluğa girecektir.
  • Yetersiz işletme sermaye KOBİ tarzı işletmelerin işlem hacimlerinin düşmesine neden olmaktadır. Ekonomide önemli bir yer teşkil eden bu işletmelerin azalan üretimleri ekonomik büyümeye olumsuz etki ederken, istihdamın azalmasına, işsizliğin artmasına neden olabilecektir. Bu da orta ve uzun dönem zarfında bizi düşük ve kapsayıcı olmayan bir büyüme sürecine sokacaktır. Neticede ekonomi durgunluğa girecektir.
  • Uzun süredir geçmiş dönemlerde yapılmış olan stokları kullanmaya çalışan Türk sanayi, kurdaki dalgalanmalara ve artan maliyetlere rağmen, iktisadi faaliyet hacimlerini yüksek tutabilmiştir. Ancak bu stokların artık sonuna gelindi.  Eğer mal bulunabilirse, yeni ama yüksek fiyatlardan girdi stoku yapmaya başlayacak olan işletmeler bugünden bunların planlamasını yapmaya başladı bile. Bu bir yandan üretim maliyetlerinin bugüne kadarkinden daha fazla artmasına neden olurken, işletmelerin bu ithalatı yapabilmek için de döviz talep etmelerine yol açacaktır. Ülke ekonomisinin ithalata bağımlılığı düşünülürse, bundan kaçışın olmayacağı bariz.  Kurların bu şekilde oluşan ithalat talebini azaltıcı etkisinin olmayacağını beklemek doğru olacaktır ve bu nedenle işletmelerin döviz taleplerinin artması da kurları yukarıya doğru çekecektir.   Bu durumun ekonominin yapısal bir sorunu olduğu göz ardı edilmemeli ve on dokuz yıl boyunca bunu ortadan kaldıracak herhangi bir girişimde bulunulmadığı da unutulmamalıdır.
Küreselleşmeyi inkâr etmeden, hatta onun bir parçası kalarak, dünya ekonomisindeki gelişmelerden kendimizi ne kadar uzak tutabiliriz bilmek zor. Ancak bunun çok uzun olmayacağı görülüyor. Hatta altı aydan kısa olma ihtimali de güçlü bir ihtimal. Bu politikalardan kalıcı bir netice elde edilemeyeceğinin farkına varıldığında, alışılmış politikalara dönülmesi kaçınılmaz.
Bu politikalardan kalıcı bir netice elde edilemeyeceği anlaşıldığında, alışılmış politikalara dönülmesi kaçınılmaz. Ekonomideki bu gelişmeler, sonunda, ekonomi yönetiminde hâkim olan bugünkü anlayışın değişmesini gerektirecektir.
Ancak o zamanda basit bir faiz artırımının da iktidara yetmeyeceği görülecektir.  Ekonomide yaşanılan ve yaşanılması muhtemel gelişmeler, sonunda, ekonomi yönetiminde hâkim olan bugünkü anlayışın değişmesini zaruri kılacaktır.