Toplantı başlamadan önce dikkatimi ilk çeken şey Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ’ın Ömer Faruk Gergerlioğlu ile tokalaşması oldu. Özdağ, malum, çok sert bir milliyetçi gelenekten geliyor. Gelecek Partisi İnsan Hakları Başkanı Serap Yazıcı’nın öncülüğünde düzenlenen “2021 Türkiyesi ve İnsan Hakları” başlıklı sempozyuma katılan gazetecilerden biri de bendim. Programın içeriğine dair pek bir şey yazmayacağım çünkü bir tam gün süren konuşmaların ilgilileri tarafından takip edildiğini düşünüyorum. Ama bazı gözlemler yaptım, çeşitli isimlerle görüştüm. Onları aktarmak istiyorum. Öncelikle, Gelecek Partisi Genel Merkezi’nde düzenlenen programın katılımcılarına bakalım. Serap Yazıcı, farklı kesimlerden, çok zengin bir liste oluşturmuş. Ahmet Davutoğlu ile Serap Yazıcı’dan başka şu isimler dikkat çekiciydi: Eski Kars Belediye Başkanı Ayhan Bilgen, HDP’li Ömer Faruk Gergerlioğlu, KHK’lı avukat Günal Kurşun, İnsan Hakları Derneği Başkanı Öztürk Türkdoğan, hukuk profesörü Selin Esen, Vahap Coşkun, Rıza Türmen… Ayrıca, CHP’den ve Demokrat Parti’den çeşitli isimler de salondaydı. Toplantı başlamadan önce dikkatimi ilk çeken şey Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ’ın Ömer Faruk Gergerlioğlu ile tokalaşması oldu. Özdağ, malum, çok sert bir milliyetçi gelenekten geliyor. Bugünlerde HDP’liler her yerde şeytanlaştırılırken bu sempozyumda böyle bir şeye yer yoktu, dahası Gergerlioğlu gibi en sivrilen vekillerden biri de âlâ-yı vâlâ ile karşılandı. Bu yakınlaşmayı Türkiye’nin geleceği için de bir umut olarak gördüm. Gergerlioğlu’nun adı diğer partilerden gelen siyasiler gibi ayrıca anons da edildi. İlk oturum Ahmet Davutoğlu’nun açılış konuşmasıyla başladı. Bazı cümlelerini not aldım. Siyasi partilerin vizyon üretmek için varolduklarını, salt seçim kazanmaya endeksli partilerin ülkeleri hiçbir yere taşıyamayacağının altını özellikle çizdi. Kendi partisinin iki yıl içinde açıkladığı modelleri hatırlattı. “Devletin kutsal değildir, kutsal olan insandır,” cümlesi bence konuşmasının özünü oluşturuyordu. Yine konuşmasında “Anayasadaki gibi ‘insan haklarına saygılı’ demek yetmez, ‘insan haklarına uymak zorunda’ diye düzeltmeliyiz,” dedi. “Önce Devlet” yerine “Önce İnsan” diyen, devletin insan için olduğunu hatırlatan bir konuşmaydı. Güncel siyasete de değindi. Avrupa Konseyi’nin bir parçası olduğumuzu, Konsey’in resmi dillerinden birinin Türkçe olduğunu, 2004’teki meşhur 90/5 maddesinin geçmesindeki katkısından ötürü onu duyduğunu ifade etti. Serap Yazıcı ise Türkiye’nin otoriterleşmesindeki mihenk taşları üstünde durdu. Gezi Olayları, 17-25 Aralık, 15 Temmuz, 2017 Referandumu… KHK’lılar için sarf ettiği bir cümlenin altını çizdim: “10 binlerce insan ‘sivil ölüme’ mahkûm edildi.” SELÇUK ÖZDAĞ’LA SOHBET İki oturum arasında Selçuk Özdağ’ın yanına gittim. Özdağ’a milliyetçilik üzerinden bazı sorular sordum. “Benim milliyetçiliğim demokratçadır. Evet, Müslümancadır ve demokratçadır. Ben her yerde ‘fikir, inanç ve teşebbüs hürriyetini’ savunuyorum. HDP’lilerle de, Kürtlerle de, işte az önce Ömer Faruk Bey’le de görüşürüm, tokalaşırım. Milliyetçiliğim kimseyi ayırmaz benim. Bakın, örgütün kullandığı insanlar vardı. Hapse düştüler. Onların ailelerine baktım senelerce. Zaten hep böyle olur, yaşlılar gençlerin omzuna basarak yükselir. Kürtlerde bana ‘Selçuk Baba’ diyen çoktur. Hatta bir gün Sırrı Sakık aradı, o da Manisa’dan adaydı. Dedi, ‘bizim Kürt mahallelerinde seni çok seviyorlar.’ Ona dedim ki, ‘Manisa’da Kürt mahallesi yok. Manisa hepimizin. Ama sana da her yerde ‘Sırrı Baba’ derlerse ülke kurtulur.’ Hâlâ aynı fikirdeyim.” Kürt meselesine yaklaşımına dair biraz daha konuştuk, özetleyerek cevaplarını yazıyorum. “Benim ne Gergerlioğlu ile ne de başkasıyla sorunum olur. Her türlü insan hakkını sonuna kadar savunurum. Ama ayrılıkçılığa müsamaha yok. Unutmayın ki Kürtler çok dağınık. İyi ki de böyle. İstanbul’dakiler ne olacak? Türkiye, hepimizin. Bu coğrafyaya Kürtlerle birlikte girdik. Onlar, Hakkari’de yaşardı. Alpaslan’ın peşinden geldiler. Kürdistan diye bir eyalet yok. Orası Mısır gibi, Eflak gibi değildi. Ayrı bir valisi yoktu. Bugün de olamaz. Ayrı bayrak, ayrı sınır yok. Bu ülkede insan hakları temelli bir devlet kurup güçlü bir demokrasi ile beraber yaşayacağız.” Milliyetçiliği bugün sahiplenen Devlet Bahçeli ve MHP için ne düşündüğünü de sordum. “Serok Ahmet” sözü Bahçeli’nin dilinden düşmüyor malum. Geçenlerde Selçuk Özdağ hedef gösterildikte kısa bir süre sonra saldırıya da uğradı… “Otuz yıldır siyaset yapıyorum. Ama kimseye dinini, ırkını, mezhebini sormadım. Saldırıdan sonra herkes aradı. Hatta ilk arayanlar biri de Mithat Sancar’dır. Bahçeli mi sorgulayacak benim milliyetçiliğimi? Ne yapıyor ki Bahçeli? Tehdit ediyor herkesi. Mesela, gazeteciler tehdit edildiğinde tehdit eden kişiye iki adam yolladım. Hapisteydi o zaman. O arkadaşların dostum olduğunu yazmıştım bir kâğıda. Hapisten kurtulmasını sağladığım milliyetçiler, ülkücüler çoktur. Bununla birlikte, Kürtlerin de hakkını savundum. Manisa orada, merak eden gider bakar. Milliyetçilik, benim anladığım şekliyle insan haklarını savunmayı gerektirir.” ÖZDAĞ: ‘AB İLE BÜTÜNLEŞMELİYİZ’ Bunun nasıl ve kim tarafından yapılacağını da sordum Özdağ’a. “Biz ancak öncülük edebiliriz. Biz derken tabii Gelecek Partisi’nden söz ediyorum. Demokrasiyi getirecek, kurumlaştıracak olan, birarada yaşama kültürünü kuracak olan Avrupa Birliği’dir. AB ile bütünleşmek zorundayız. AB ile bütünleşmek asla egemenlik haklarından taviz vermek anlamına gelmez. Bugün en demokrat ülkeler AB içindekiler. Onarın egemenlik diye bir sorunları yok. AB ile bütünleştikçe bizim de olamaz. AB’den başka böyle birleştirici bir şey yok. Atatürk çok büyüktür, onu kenara koyalım. Ama herkesi kapsayan bir şey yok. Atatürk’ün de sevmeyeni var. Ateist de var, deist de, Hıristiyan da, Musevi de… Demokrasi diyeceğiz. Hepimizi kapsayacak şey demokrasidir.” AB vurgusu önemli, bir milliyetçinin AB vurgusu bence daha da önemli. “AB demek, demokrasi demek. Demokrasi yerleşti mi birçok sorun ortadan kalkar. İşte biz de böyle yola çıktık Gelecek Partisi’nde. Bana çok şey teklif ettiler AK Parti’de kalmam için. Ama ‘refah mı ilke mi?’ diye sordum kendime ve hiç düşünmeden ilkelerin peşinden gitmeyi seçtim. Davutoğlu’na yanlış yapıldı. Biz burada da ilkelerimizle siyaset yapıyoruz.” İkinci oturumda özellikle ceza avukatı olan Günal Kurşun’un kendi yaşadıklarından yola çıkarak yaptığı konuşma etkileyiciydi. Baştan sonra bir hukuk garabeti silsilesi. Ayhan Bilgen ve Hasan Seymen de birer konuşma yaptı. Bir diğer hukuk faciasını da Osman Kavala dosyasının detaylarını anlatan Rıza Türmen aktardı. Kavala’nınkine “facia” kadar “komedi” de demek gerekiyor sanırım. “Yargıyı bu kadar geniş bir hayalgücüne sahip olduğu için tebrik etmek gerek,” diyen Türmen, hem Kavala’nın yaşadıklarını anlattı hem de “Avrupa Konseyiymiş, Avrupa Birliğiymiş, tanımıyoruz, bildiğimizi okuruz,” tavrının olası sonuçlarından bahsetti. İnsan hakları konusunun hiçbir devletin iç işi sayılamayacağını bir kez daha hatırlattı. Kavala davasına ilk kez bir parti böylesine açık şekilde karşı çıktı. Daha önce, DEVA’dan Mustafa Yeneroğlu’nun Kavala davasında yaşanan hak ihlallerine dair açıklamları vardı. Ama Rıza Türmen bu sempozyumda Kavala dosyasının ne olduğunu ve Türkiye ne hale soktuğunu mükemmelen aktardı. AHMET DAVUTOĞLU İLE ÇİN MODELİ ÜSTÜNE Sempozyum esnasında Ahmet Davutoğlu ile de bire bir görüşme fırsatım oldu. Ekonomide Çin Modeli üstünden Doğu-Batı ayrımındaki savruluşumuzu sordum. “Çin modeli derken sadece Doğu-Batı olarak bakmamak lazım. Böyle görmüyorum. Türkiye insanlığın üzerinde mutabık kaldığı ve yüzyıllar boyu elde edilen önemli kazanımların oluşturduğu bir iklimden kopuyor. Bizim ürettiğimiz değerler de bu iklimin bir parçası. İnsan hakları, sadece Batı’ya ait bir hak olmadığı gibi sosyal devlet anlayışında insanlar onurlu bir hayat sürmek istiyorlar. Bu, sadece Batı’ya değil, insanlığın tamamına ait. Çin modeli ise otoriter düzenlerle ekonomik açıdan sömürüye dayalı bir sistem. Bu sistemin de Doğu’yu temsil ettiğini söyleyemeyiz. Gelecek Partisi olarak sömürünün olmadığı, insan haklarına yönetim anlayışını ve bu ilkelere dayanan bir ekonomik kalkınmayı başlatmak istiyoruz.” Bu konulara ilgi duyanlara sempozyumu baştan sona dinlemelerini salık veriyorum. Çoğulculuk ve demokrasi söylemi partilerin içinde başlar. Gelecek, gerek panelistler gerekse de katılımcılar açısından bunu başarmıştı. Serap Yazıcı’nın koordine ettiği sempozyum işte böyle bir iklimde geçti. İkili görüşmeleri yazmaktan sempozyumdaki bildirileri aktarmaya fırsat bulamadım. O da belki haftaya, araya başka konular girmezse…