Resimde doğru olan şu. İmamoğlu İstanbul seçimlerinde yaptığı gibi kutuplaşmayı aşmaya çalışıyor. “Karşı taraftan” insanlara dokunma çabasında. Peki o resimde ve eleştirilere verilen yanıtta yanlış olan(lar) ne?
Her türlü para, devlet, kutuplaştırılmış toplum ve medya tahakkümü avantajlarına sahip otoriter bir iktidara karşı kazanmanın tek ve belli bir formülü yok. Her ülkenin özgün koşullarına uygun yaratıcılık ve olağanüstü siyaset gerektiriyor.
Örneğin Türkiye’de demokrasiye geçiş için en kritik seçimler Cumhurbaşkanlığı seçimleri olacak. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine dair son kamuoyu
yoklamaları birkaç şeyi gösteriyor. AKP Genel Başkanı ve CB Erdoğan’ı ikinci turda yenebilen dört potansiyel aday var. Bu muhalefetin çok önemli bir başarısı. Ama seçimin ikinci tura kalması demokrasiye geçiş için (7 Haziran-1 Kasım 2015 arasını ve 31 Mart-23 Haziran İstanbul seçimlerini düşünürsek) riskli bir durum oluşturacaktır. Peki ilk turda kim kazanabilir? Eğer HDP ayrı aday çıkarırsa hiçbir aday ilk turda kazanamaz gözüküyor. Kazanma ihtimali en yüksek adaylar ise parti başkanı değiller. Bu verilerden, ki bu veriler seçimlere kadar değişebilir, birkaç sonuç çıkıyor.
- HDP’nin ayrı aday çıkarmaması ve muhalefetin ortak adayına destek konusunu seçmenlerinin tercihine bırakması aslında muhalefetin en önemli hedefi olmalı.
- Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçiş öncesi dönemde yürütme gücünün seçilecek cumhurbaşkanı ve iki yardımcısı arasında paylaşılması; parlamenter sisteme geçiş sonrasında ise başbakanlığın paylaşılması gibi çözümler üretilebilir. Her koşulda muhalefet bir ekip ve kadro hareketi olarak iktidara gelmeyi hedeflemeli. Bir sonraki seçimlere dek gerek güç paylaşımını nasıl yapacağını gerekse hayata geçireceği reformları da halkın önünde senet altına almalı.
HDP’nin ayrı aday çıkarmaması ve muhalefetin ortak adayına destek konusunu seçmenlerinin tercihine bırakması aslında muhalefetin en önemli hedefi olmalı.
Meclis seçimlerinde ise muhalefetin en yüksek çoğunluğa ulaşmasını sağlayacak esnek ve çoklu ittifaklar ve farklı seçim bölgelerinde farklı ortak listeler gündeme gelebilir.
Ama tüm bunlar demokrasiye geçiş probleminin sadece bir denklemi. Bu kadar uzun sürmüş antidemokratik koşullarda iktidara gelmek yeterince zor bir iş. Ama sonrasında vaatlerini gerçekleştirmek de zor. Ve her ikisi de hem partiler arassı işbirliğinin hem de toplumdan aktif ve uzun soluklu desteğin devamını gerektiriyor.
GÜVEN MESELESİ
Bu bağlamda da iktidara gelmek ve ülkeyi düze çıkarmak isteyen muhalefetin en önemli meselesi birkaç güven bağını inşa etmek olarak gözüküyor.
- Başta 6’lı masa muhalefet partileri arasındaki güven. Verilen sözlere bağlılık.
- Muhalefet partileri/siyasetçileri ile son on beş yılda muhalefete destek vermiş ve tüm baskılara rağmen iktidara boyun eğmemiş taban arasındaki güven. Muhalefet iktidara gelince bu tabanın değerlerini koruyacak mı? Diğer iktidarlar gibi halktan kopacak mı, kibire ve elitizme kayacak mı? Son on beş yıldaki hukuksuzlukların hesabı sorulabilecek mi? Hukuksuzlukların hesabını bağımsız ve tarafsız yargıyı inşa edince o soracak, siyasal tercihler ve düşünceler de birer demokratik haktı diyebiliriz. Peki ama hukuksuz/yasadışı olmasa da gayrımeşru eylemler, örneğin hakikatleri bilfiil çarpıtmak, masum insanları itibarsızlaştırma kampanyalarında bilfiil yer almak, bunların bir bedeli olmayacak mı? En azından etik olarak ve siyaseten hesap sorulmayacak mı? Yoksa medyanın, siyasetin ön planında gene onlar mı olacak? O zaman neyin umudu?
- Muhalefet partileri/siyasetçileri ile son on beş yılda iktidara destek vermiş taban arasındaki güven. Bu taban bir yandan son on beş yıldaki kazanımlarını yitirmek istemiyor. Bir yandan da bir devr-i sabık yaratılmasından, siyasal tercih, hayat tarzı ve düşüncelerinden dolayı dışlanmaktan ve ezilmekten korkuluyor. Maalesef bunun örnekleri Türkiye tarihinde ziyadesiyle var.
Taban derken kastettiğim sadece seçmenler değil. Dünyadan demokrasiye geçiş deneyimleri fazlasıyla gösteriyor ki, muhalefet ile (medya, meslek örgütleri, insan hakları savunucuları, kimlik temelli sosal hareketler vb) organize sivil toplum arasındaki iş birliği ve sinerji de başarılı olmak için çok önemli.
Partiler arasındaki güven meselesini aşmanın yolu anlaşılan konuları halkın önünde birer senet hâline getirmek. Ama liderler arasındaki kişisel hukuk ve beraber çalışma kültürü de çok önemli. Bunun mümkün mertebe parti örgütlerine de yayılması gerekir.
Partilerle eski ve yeni tabanlar arasındaki güven konusunda iyi haber doktriner düzeyde çözümün varlığı. Örneğin gerçek bir demokrasi ve hukuk devleti hem laik hem dindar toplumsal kesimlerin kaygılarını giderir. Bunun için her zaman özgürlükçü bir laiklik ilkesini doğrudan devreye sokmak da gerekmez. Çağdaş demokrasilerin diğer olmazsa olmazları arasında bulunan
fırsat eşitliği, sosyal adalet, hukuk devleti, ayrımcılığa karşı koruma, istişare, yerindenlik (yerinden yönetim, subsidiarity) gibi değerler, ilkeler ve pratikler uygulanırsa hem laik hem de muhafazakâr kesimlerin özgürlükleri korunabilir.
Keza aynı ilkeler Kürtlerin birçok talebini de aynı zamanda Türklerin kaygılarını gidererek zaman içerisinde karşılayabilir.
Ama pratikte güven sorunu ancak muhalefetin bahsettiğim
iki tabanın kaygıları arasında ilkeli, tutarlı ve inandırıcı bir denge kuran eylem ve söylem çizgisi tutturmasıyla çözülebilir.
İşte tam da bu konuda bir resim bazen bin sözden daha çok şey anlatabilir.
Ekrem İmamoğlu’nun son Karadeniz gezisinde çekilen resimde bahsettiğim bağlamda doğru olan ne, yanlış olan ne? Bunu doğru anlamak geleceğe yönelik de yol gösterebilir.
Resimde doğru olan şu. Sn. İmamoğlu iktidara yakın muhalefete mesafeli kesimlere de ulaşmaya çalışıyor. İstanbul seçimlerinde de yaptığı gibi kutuplaşmayı aşmaya çalışıyor. “Karşı taraftan” insanlara dokunma çabası içerisinde. Bu, hem stratejik olarak doğru hem de Sn. Kılıçdaroğlu’nun helalleşme girişimiyle de tutarlı. Yukarıda bahsettiğim, otoriter iktidara destek vermiş, vermekte olan tabanla güven tesis etmeye yönelik bir çaba.
Peki resimde ve gelen eleştirilere yanıtta yanlış olan(lar) ne?
O RESİM HER TÜRLÜ YANLIŞ ANLAMAYA AÇIK
Öncelikle bu resim gezinin karakterini yanlış yansıtıyor ve her türlü yanlış anlamaya açık. Görünen o ki geziye medyadan resmin verdiği görüntüden çok daha geniş bir katılım olmuş. Resimdeki sahne gezinin sadece bir parçasıymış. Oysa resimden bu isimlere özel ve yakın bir ilgi gösterildiği izlenimi doğuyor. Yukarıda bahsettiğim dengeyi gözetmiyor. Oysa Nagehan Alçı gibi isimlerin kalabalık bir grubun içinde olduğu bir resim ön plana çıksaydı kamuoyuna çok farklı ve daha dengeli, kapsayıcı bir mesaj verilmiş olurdu. Sonuç olarak böyle bir resmin çekilmesi ve medyaya verilmesi önemli bir halkla ilişkiler hamlesi ve bence yanlış bir seçim yapılmış.
Resme gelen eleştirilere Sn. İmamoğlu’nun yanıtındaki üslup sorununu (vız gelir tırıs gider) yeterince eleştirildiği ve kendisi de özür dileme olgunluğunu gösterdiği için geçeyim.
Ama açıklama üç temel soruya yanıt vermiyor. Maalesef İmamoğlu’nun eleştirenler de bu soruları sormuyorlar. Eleştiriler kişisel özelliklere yöneliyor, böyle olunca da kırıcı olabiliyor.
- Muhalefet iktidara gelince ve vaat ettiği gibi demokrasiye geçilince medya politikası ne olacak? Gazeteciler siyasetçilerle hangi kriterlere göre ve nasıl bir ilişki içinde olacak? Liyakat ve kurallar mı yoksa gene ahbap çavuş ilişkileri mi geçerli olacak? Ahbap çavuş ilişkisi kaçınılmaz olarak kayırma, haksızlık ve yolsuzluklara yol açar. Medya mensupları ile siyaset arasında karşılıklı saygıya dayalı bir mesafe olması gerekir. Yoksa çıkar çatışması doğar. Aynı şey akademisyenler, üniversiteler ve sivil toplum ile siyaset/iktidar arasındaki ilişkiler için de geçerli.
- Nagehan Alçı’ya tepkilerin gerekçesi siyasal düşünce ve tercihleri mi? Yoksa düşüncesi ne olursa olsun, bulunduğu konumu hakikatleri çarpıtmak ve insanları haksız yoldan itibarsızlaştırmak için bilfiil kullanarak demokrasinin ve hukukun erimesine bilfiil katkı sunmuş olması mı? Düşünce ve inancıyla iktidarı savunmuş ve muhalefeti eleştirmiş medya mensuplarını dışlamamak ve eşit fırsat vermek muhalefetin demokratik meşruiyetini güçlendirir ve iktidar tabanıyla güven sorununu çözmeye yardımcı olur. Siyasal operatiflerle fazla yakın resim vermek ise, hem de hiç özeleştiri yapmamışlarsa, tam tersine demokratik meşruiyetini zayıflatır.
- Demokrasiye geçmek için sadece iktidarın toplumu bölmekte kullandığı fay hatlarının karşı tarafına el uzatmak yetmeyebilir. Yeni ve daha savunulabilir bir fay hattı kurarak toplumun çoğunluğunu bulunduğu yere davet etmek gerekebilir. Bu yeni fay hattı demokrasi-otokrasi hattı mı olacak? Sosyal adalet-adaletsizlik hattı mı olacak? Zenginlik-yolsulluk hattı mı olacak? Muhalefetin belirlemesi gereken belki en önemli strateji bu. Ama söz konusu resimden yansıyan hissiyatın olası birçok siyaset eksenine ters düştüğünü düşünmek mümkün.
Muhalefet iktidara gelince ve vaat ettiği gibi demokrasiye geçilince medya politikası ne olacak? Gazeteciler siyasetçilerle hangi kriterlere göre ve nasıl bir ilişki içinde olacak?
Bitirirken vurgulayayım ki Ekrem İmamoğlu “
Türkiye siyasetinde geleceği olan” ve olması gereken en önemli siyasetçiler arasında.
Muhalefetin son yıllardaki en büyük başarısı siyasal liderler sahnesine Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu, Selahattin Demirtaş ve başka isimler gibi büyük halk kesimlerinin güvenini kazanabilecek ve oyun kurucu olabilecek karizmatik kişilikler katabilmiş olması. Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener gibi kıdemli siyasetçilerle beraber belli konularda uzlaşmış birden çok ismi Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanabilecek konuma getirebilmiş olması.
Kazanmayı her siyasetçi ister. Farklı mahallelerden destek alma gereğini de birçok siyasetçi görebilir ve isteyebilir. Ama bunu herkes yapamaz. Yapabilecek siyasetçileri yetiştirmek de kolay değil ve kolay harcamamak gerekir.
Türkiye gibi bir araya gelmeye bu kadar ihtiyacı olan bir ülkede tam da bu yüzden eleştirileri kişiselleştirmemek ve ısrarlı, kararlı ama düzeyli ve yapıcı tutmaya çalışmak çok önemli. O zaman yönetenleri kontrol etmek ve yozlaşmalarını engellemek, daha güzel bir geleceğe ulaşmak da mümkün olabilir.