Ankara da Atina da “ateşle oynamayı” seviyor ve bu dönemde aradaki gerginliği tırmandırmak iki başkentin de işine geliyor. Türkiye ile Yunanistan’ın arası, birden 2020 yazındaki gerilimli günlerine geri dönüverdi. Şimdi, iki ülke arasındaki “kontrollü gerilim”, sıcak bir çatışmanın kıyısına gelinmeye neden olur mu olmaz mı diye tartışıyoruz. 1995-96’da yaşanan Kardak Krizi gibi, “boş adacıklara” bayrak dikme yarışı, Yunanistan ve Türkiye’nin “savaşa girecekmişçesine” bir zıtlaşmaya girişip girişmeyeceğini yani… Kardak Krizi döneminde de, Türkiye’nin SAT Komandoları’nın “çıkartma” hazırlıkları söz konusu olmuştu. Yabani keçilerden başka kimsenin olmadığı Ege Denizi adacıklarına, yine benzeri bir “harekat” gerçekleşir mi? Hele de, Suriye’ye bir askeri operasyon gerçekleşemediğine göre… Ankara da, Atina da “ateşle oynamayı” seviyor ve bu dönemde, iki başkentin de işlerine, aradaki gerginliği tırmandırmak özellikle geliyor. İki tarafta da, NATO üyesi olanın getirdiği bir özgüven var: “nasılsa, savaş çıkmaz-ancak, çatışma ihtimali Ege’nin iki yakasında da, iç ve dış politika aracı olarak kullanılabilir” özgüveni. Bu özgüveni, sayın hocam Serhat Güvenç’in Medyascope’taki yazısında yorumladığı üzere, “tarafların birbirlerinin davranış kodlarını çözmesi” olarak da yorumlamak mümkün. Güvenç, “Yunanistan’ın acelesi ne?” başlıklı yazısında şöyle diyordu:  “1974 sonrası Türk-Yunan uyuşmazlığı konusunda iki gözlemim var. Yukarıdaki iki istisna dışında taraflar, geçen süre zarfında ciddi bir kriz yönetimi birikim ve deneyimine sahip olmuşlardır. Bu birikim sivil ve askeri güvenlik bürokrasilerinde yoğunlaşmıştır. Herhangi bir krizi nasıl yönetebileceklerini bilirler. Karşı tarafın davranış kodlarını çözmüşlerdir ki biz buna ‘angajman kuralları’ diyoruz. Bu tanıdıklık bir krizin en yoğun evresinde dahi doğrudan ya da dolaylı iletişim kurabilmelerini sağlar. Dolayısıyla taraflardan herhangi birinde, herhangi bir krizi savaşa tırmandırma yönünde siyasi bir irade bulunmadığı sürece, iki ülkenin kazayla ya da istemeden savaşa girme ihtimali düşüktür.” Güvenç’in bahsettiği, “angajman kurallarının” karşılıklı iyi bilinmesi ve “patlama sınırlarının” aşılmamasına özen gösterilmesi, aslında Türkiye ve Yunanistan arasındaki “ayna etkisinden” de kaynaklanıyor. İki taraf, birçok açıdan o kadar benziyor ki-kim, nerede duracağını aynadaki aksinin nasıl hareket edeceğini bilir gibi biliyor. Yıllarla edinilen “çatışma pratiğine” ek olarak, bir de Yunanistan ve Türkiye’nin bir o kadar da “çalışma pratiği” var: NATO çatısı başta olmak üzere, Batı İttifakı ve tabii Avrupa Birliği başta olmak üzere arada kurulan resmi diyalog nedeniyle/öncülüğüyle bir araya gelen bir çok kurumda… Akademiden medyaya, sivil toplumdan bürokratik birçok kurumun “formal” çerçevesinde-aslında Yunanistan ve Türkiye, epey bir beraber mesai de yaptı. Üstüne üstlük, Yunanistan’a gittiğinizde hemen karşınıza çıkan bir de, “Anadolu bağları” ve “bağlılığı” konusu var. Atalarının Anadolu’daki köklerini, Türkiye’ye yönelik samimi bir ilgi ve heyecanla anımsayan o kadar çok Yunanlı var ki. Ve tabii, Güvenç’in de yazısında bahsettiği, Türkiye’ye gidip gelen Yunan turistlerin, yıllardır süren devri daimi…
İki taraf o kadar benziyor ki - kim, nerede duracağını aynadaki aksini bilir gibi biliyor. 2020 yazının “en sıcak günlerinde” bile kamuoyu araştırmaları ne Türkiye’de ne de Yunanistan’da “savaşma arzusu” olmadığını gösteriyordu.
Türkiye’de halk genelinde, Yunanistan’a aşinalık ve ilgi bu düzeyde değil elbette. Ama 2020 yazının “en sıcak günlerinde” yapılan araştırmalar bile, ne Türkiye ne de Yunanistan kamuoyunda “savaşma arzusu” olmadığını gösteriyordu. Yunanistan’da KAPA’nın 2020 yazında gerçekleştirdiği bir kamuoyu araştırması, Türkiye’de “ülkenin egemenlik haklarını ihlâl eden bir durum” meydana gelse bile, “diplomasi yoluyla çözümü” tercih edenlerin oranı yüzde 60 civarıydı. “Gerekirse askeri güç kullanılır” diyenler ise, yüzde 30’lardaydı. Buna karşılık, Yunanlıların yüzde 46’sı “askeri güç kullanılmasından” yana idi. Aradan geçen sürede, özellikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve “gerçekten savaşmanın ne olduğu”, Türkiye ve Yunanistan kamuoylarına ne öğretti henüz bilmiyoruz. Düşünce kuruluşu ELIAMEP’in, Sabancı Üniversitesi Politikalar Merkezi ile iki ülkede ortaklaşa düzenlediği Şubat 2021’deki kamuoyu araştırmaları da, Türkiye ve Yunanistan halkları genelinde, 2020 yazındakine benzer eğilimleri ortaya koyuyordu. Şubat 2021’de, Türkiye kamuoyunun yüzde 70’i; “Yunanistan ile aramızdaki sorunlar diplomasi ve uzlaşma ile çözülür” derken, Yunan tarafında bu oran yüzde 59 idi. Ancak, Aralık 2021’e gelindiğinde, Yunanistan’da “pozitif angajman” görüşündekiler yüzde 62’ye çıkarken; Türkiye’dekiler yüzde 58’e düşmüştü. O nedenle, çok fazla “özgüven”, iki ülkelerine çok da hayır getirmeyebilir. Hele ki, Türkiye’de iktidar değişikliği ihtimali iki koca on yıl sonra ilk kez bu kadar “muhtemel” iken… Ve Yunanistan’da da, ülkenin “Watergate”i olarak adlandırılan bir “konuşma kayıtları sızıntısı” yaşanırken… Özetle, Başbakan Kyriakos Mitsotakis’in yakınlarının da içinde bulunduğu ve Yunanistan ishihbarat servisi EYP’nin gazeteciler, muhalefet siyasetçileri gibi kimseleri dinlemesine yönelik konuşma kayıtların medyaya sızması skandalı konuşuluyor bu aralar Yunanistan’da… İki tarafta da, halkın sırtına binen yaşam masrafları artışı da gündem ve enerji faturaları (ve dolayısıyla tüm geçim yükü) nedeniyle bu kışın zor geçeceği de… İki tarafın “çatışma çıkmaz özgüveni”, siyasetin hırslarına kurban gidebilir açıkçası. “Bir gece ansızın” şiirinin Ümit Yaşar Oğuzcan’ın; “bu kadar yürekten çağırma beni” kısmı da var zira.