Biji Türkiye sloganları atıldığı gün değişecek bu coğrafyanın kaderi. Elimizi uzatmaktan geri durmayalım. Emin olun tutacak birileri var. Türkiye’nin istikameti tiranlık zira mevcut rejim yasaları ve anayasayı tanımayarak yönetme konusunda ısrarcı. Son günlerde ardı arkası kesilmeyen din referanslı konuşmaların, MGK bildirilerinin ve OHAL ilan edileceği söylentilerinin sebebi bu. Tarihi kavşaklardan birine yüksek hızda ilerliyoruz. Olağanüstü zamanlardan geçiyoruz ve bu olağanüstü düşünmemizi gerektiriyor. Rejim, kimi tarihsel kimi dönemsel çeşitli acılara, travmalara dayalı korku ve öfkeyi zinde tutarak ayakta kalabiliyor. Çeşitli televizyon dizileri veya hamasi söylemlerle sahte hayaller, sahte umutlar vaat ediyor. Millete ve aslında kendimize yapabileceğimiz en büyük kötülük, bu zulme kayıtsız kalmak. Onlarla aynı ittifakta olmamak bizleri aklamıyor. Mühim olan onlar değil, temsil ettikleri zihniyet. Neye, kime karşı muhalif olduğumuz, bu zihniyete karşı duruşumuzda kendini gösteriyor. Cumhur İttifakı’na muhalif olmak, onların sözcülüğünü yaptığı zihniyete karşı çıkmadığımız müddetçe, bir anlam ifade etmiyor. İktidarları, artık hepimizin idrakine vardığı üzere kutuplaştırıp ayrıştırma üzerine kurulu. Bunu bile bile nasıl ve neden onların dilini aşamıyoruz, bunu sormalıyız kendimize. İyi niyet yetmiyor, irade gerekiyor. Meral Akşener, Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu kendilerini içinden geldikleri partilerden ayrıştırma ihtiyacı duydular, bu niyeti gösterdiler ama görüldüğü üzere Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığını yapamıyor, içinden geldikleri zihniyete karşı irade ortaya koyamıyorlar. Yani iyi niyetlerini irade ile tamamlayamıyorlar. Bu da halkın nazarında onları ilgi çekici, güven uyandırıcı ve ümit verici kılmıyor. Halka değil devlete konuşuyorlar. İYİ Parti’nin MHP’den, DEVA ve GELECEK partilerinin AKP’den ne farkı var? Ayrı tabela olması ayrı zihniyet olduğunuz anlamına gelmiyor veya ekonomi modelinizin farklı olması sizleri daha demokrat yapmıyor ya da parlamenter rejim istemek özgürlük, eşitlik ve adaleti kendiliğinden getirmiyor.
İYİ Parti’nin MHP’den, DEVA ve GELECEK partilerinin AKP’den ne farkı var? Ayrı tabelalarınızın olması ayrı zihniyet olduğunuz anlamına gelmiyor. Parlamenter rejim istemek özgürlük, eşitlik ve adaleti kendiliğinden getirmiyor.
Dini ve milliyetçiliği öylesine yıprattılar ki, çürüme köke kadar indi. Onlara tutunarak ayakta kalamıyoruz artık. Din sonbaharını yaşıyor, uzun ve sert bir kışa girecek. Milliyetçilik ise kendine inananların kurduna dönüştü. Dini ve milli duyguların uğradığı bu korkunç talana ancak içinden gelenler dur diyebilecekken maalesef böylesi bir liderliği görebildiğimiz kimse yok. Birlik ve beraberliğin yolu bu değerlerin metalaştırılmasından, siyaset masalarına meze yapılmasından geçmiyor. Redd-i miras veya devr-i sabıktan da geçmiyor bu birlikteliğin yolu. Geçmişle yüzleşmeli, yaşattığımız, yaşatmasak da yaşatılmasına destek verdiğimiz ya da kayıtsız kalarak sebep olduğumuz acıların farkına varmalı, telafi etmenin yollarını aramalıyız. Duygularımızın istismar edilmesine ancak bu şekilde dur diyebiliriz. Geleceğe dair hayalleri, bugünün günahlarını iktidara yıkarak değil, kendi payımız üzerine düşünüp, kendi adımıza da bu enkazı sırtlayarak kurabiliriz. Diğer türlüsü kör döğüşü, bitmek bilmeyen bir intikamlar silsilesi olarak çarpıp duruyor yüzümüze. Ezberlenmiş naraları tekrar ederek yurttaş olmuyoruz, dahil olduğumuz kalabalığın adı da toplum olmuyor. Bunu yaşayarak tecrübe ettik. Dünün makbullerinden bugünün maktullerini yaratan ve bunu kısır bir döngü içerisinde tekrar ettiren rejim bizleri yurttaş değil taşeron olduğumuz sürece makul vatandaş olarak kabul ediyor. Sünni Türklerin devlet zulmüne karşı kayıtsızlığı, Kürtlere veya Alevilere bugün yaşatılanları geçmişte yaşamalarından ileri geliyor. Bizim devletimiz gücünü adaletinden değil zulmünden alıyor. Bu rutin içerisinde yaşamaya o kadar alıştık ki, muhalif olmak dahi anlamını yitiriyor. Yasakları delerek veya zulmün faili olmadan, ahlaki ve konforlu bir alanda muhaliflik yaparak bir ömür yaşayabilirsiniz. Alkışınız bol olur. Peki mühim olan yasakları delmek mi, yoksa onları kaldırmak mı? Mühim olan zulmün faili olmamak mı, yoksa zulme son vermek mi? Rejimle mücadele, onun klişelerine kafa tutarak olabilir. Seksen üç milyon olarak kendi özgün hikâyemizi yazmanın yolu buradan geçiyor. Değişimin hissettirdiği telaştan korkmamalıyız. Ötekinin hassasiyetlerine kulak kabartmanın, slogan atmaktan kıymetli olduğunun farkına varmalıyız. Aramıza örülen duvarları yıkabilmenin yolu biraz da birbirimize güvenmekten geçiyor. İlk adımı kimin attığının hesabına girmeden yaklaşmalıyız ötekine. Ne sığınabileceğimiz ortak bir geçmişimiz ne de hayalini kurabileceğimiz ortak bir geleceğimiz var. 12 Eylül’ün inşa ettiği nizam tüm sütunları ile yıkılmadan yaşadığımız anlar dışında elimizde avucumuzda bir şey yok. Onu da nasıl yaşadığımız ortada. Korkmayalım artık birbirimize yaklaşmaktan. Çekinmeyelim birbirimizle konuşmaktan. Her birimizin diğerinin yaralarını sarıp, korkularını gidereceği bir iklimi hâkim ve daim kılmalıyız. Kendi yurttaşına cenaze arabasını çok gören, ölülere toprak altında dahi huzur vermeyen bu zalim ve köhnemiş zihniyetle ancak bu şekilde hesaplaşabiliriz. Halkın 2019 yılında açtığı yolda, gösterdiği hedefe, hiç durmadan yürüyeceğimize ant içsek kâfi. Biji Türkiye sloganları atıldığı gün değişecek bu coğrafyanın kaderi. Elimizi uzatmaktan geri durmayalım, emin olun tutacak veya tutunacak birileri var, hem de dört bir tarafta.