Net olan bir şey var ki Kemal Bey ‘ben Alevi’yim’ diyerek bir yandan devlete ‘yeter kardeşim’ demek istedi ve başka ortak paydalarının öne çıkararak kendisinin de makbul olmanın ötesinden ‘doğru’ aday olduğunun altını çizdi. Türkiye’de Kürt bir başbakan oldu, Kürt bir Cumhurbaşkanı da oldu. Alevi bakanlar da oldu. Hatta sanıyorum kendini hiçbir etnik gruba bağlı hissetmeyen deist ve ateist üst düzey devlet yöneticileri de oldu. Ancak bunların hiçbirisi sahip oldukları ya da olmadıkları kimliklerini açıkça ifade edemediler. Cumhuriyet’in aslında Osmanlı’dan bu yana gelen Sünni Hanefi Türk şablonlaştırmasının ve de makbul vatandaşının dışına çıkamadılar. Adına ister sistem deyin isterseniz de devletin farklı güçlerinin kesişim noktası olan bir güç kümelenmesi deyin bir yapı zımnen bu durumun ortaya çıkmasına engel oldu. Kısacası tarihte ayakta kalan batı Türk devletinin şimdiki versiyonu kendisini bu şekilde korumaya çalıştı. Ama şu anda işler değişiyor gibi. Ya da değişime hiç bu kadar yakın olunmamıştı. İlk defa bir Dersim Alevi’si devletin en tepesine çok yakın. Hem de Erdoğan gibi hem mezhebini hem de etnik kimliğini siyasal olarak çok ‘başarılı’ bir şekilde araçsallaştıran bir siyasetçiye karşı. Kemal bey kuşkusuz ‘ben Alevi’yim’ derken görünürde öncelikle kendi kitlesini konsolide etmeyi ve sonrasında da Anadolu’da kendisi için yapılan negatif propagandaya meydan okumayı hedefliyordu. Zira hiç açıktan konuşulmasa da Anadolu kahvehanelerinde ‘siz bunlardan su içmezsiniz bir de oy mu vereceksiniz?’ şeklinde rezil, çağ dışı ve basit bir propaganda yapılıyor. Buna karşın Kemal bey ‘evet kardeşim ben bu buyum ama aynı zamanda da bu Cumhuriyet’in bir evladıyım en az senin gibi’ diyerek meydan okudu. Bence çok da iyi yaptı. Ama sanıyorum bu meydan okuyuş bunun daha ötesinden devletin içerisindeki kimi yapılara da yönelikti. Kimileri ‘devlet Erdoğan’dır’ dese de ben bu işin o kadar da kolay olduğunu düşünmüyorum. Nasıl ki Osmanlı devleti sahiplenen aileyi değiştirirken Selçukluları reddetmediyse ve devlet geleneği sürdüyse, Cumhuriyet ile birlikte de rejim değişti ama Osmanlı devlet geleneği devamlılık gösterdi.
Devletin bir kolu olayı bir yere çekmek isterken diğer yeri diğer tarafa çekmek istiyor. Kimin kasları daha güçlü, kimin daha dayanaklı bir direnci var bunun bilmem çok zor
Bu bağlamda da devlet derini ve görüneni ile asla tek parçalı bir yapı değil. Birçok farklı ve bir biri ile iç içe geçmiş yapısı Türk devletinin ve benim hem okuyabildiğim hem de farklı çevrelerden duyabildiğim kadarıyla bu yapının kimi unsurları şu an için birbirleri ile çok da örtülü olmayan bir şekilde çekişiyorlar. Bu bağlamda bir yapı Erdoğan yönetimi kalırsa Türkiye’nin içeride daha baskıcı ve ekonomik olarak zor durumda kalacağını düşünüyor ki bu konuda çok haklılar. Dahası Erdoğan’ın Avrupa-Atlantik güvenlik hattını zora sokacak dış politika tercihlerinin de hem ülkeye hem de dünya güvenlik stratejilerine zarar vereceğini düşünüyorlar. Rusya’nın Karadeniz üzerinden çevrelenmeye çalışıldığı, Çin’in dengelenme ihtiyacının olduğu bu zamanlarda Erdoğanlı bir Türkiye’nin büyük riskleri de var. Diğer bir kanat ise devleti ‘meşru öteki ’ye’ teslim etmek istemiyor. Gerekçelerinde Kürtlük de var Alevilik de. Onlara göre bu sadece devlet geleneğinin yıkılması değil aynı zamanda da bir şekilde Türkiye’nin kendi iddia ettikleri mermer yapısında olmadığı ve bir mozaik olduğunun ortaya çıkması kaygısı. Ne kadar meşru bir gerekçe bu ve bunu tartışmak lazım mı bilemem ama galiba tarihsel muhafazakârlık da böyle bir tartışmaya zaten doğası itibariyle kapalı. Kısacası devletin bir kolu olayı bir yere çekmek isterken diğer yeri diğer tarafa çekmek istiyor. Kimin kasları daha güçlü, kimin daha dayanaklı bir direnci var bunun bilmem çok zor. Ama net olan bir şey var ki Kemal Bey ‘ben Alevi’yim’ diyerek bir yandan devlete ‘yeter kardeşim’ demek istedi ve başka ortak paydalarının öne çıkararak kendisinin de makbul olmanın ötesinden ‘doğru’ aday olduğunun altını çizdi. Bakalım bu mesaj bizlerin göremediği ama hissettiği kimi dehlizlerde nasıl yankılar bulacak.