Neden olmasın? Yaptığımız işi, el yordamıyla değil de işin “ilmi” ile yapabilirsek, “belalardan kaçınmak” mümkün… El yordamıyla yapılan işlerden biri de kent yönetimleridir. Bir hukuku olması gereken kent yönetimleri, çoğunlukla “ben bilirim” anlayışıyla hareket etmektedirler. O halde bir kent hukuku tanımına ihtiyacımız vardır. Pek çok tanım yapılabilir ama benim için kent hukuku, halkın çıkarlarının formüle edilmiş halidir. Halkın çıkarları varsa o çıkarları korumak ve geliştirmek de gerekir. Bu görev kime düşer? Elbette belediyelere… Belediye bir kurumdur; o kuruma dinamizm kazandıran, onu diğerlerinden ayıran yahut aynı kategoride değerlendirmemize neden olan yönetsel zihniyettir. Derler ya, “at sahibine göre kişner”! EMİR DEMİRİ KESER Mİ? Benim için belediyeler, halkın istek ve taleplerini şikayete dönüşmeden saptamak ve bunlara çözüm üretmekle mükelleftir. Çözümü kim, nasıl üretecek ve üretilen çözümü hangi yöntemle uygulanacak? Son tahlilde kararı kim verecek? Yakın tarihimiz, başkanların “emrinin demiri kestiği” bir süreçti. Öyleleri hala var. Öte yandan paydaşların istek ve taleplerinin karar haline geldiği bir süreç de mümkün… Halkın gündelik yaşamını kolaylaştırmak, geleceğe güvenle bakmalarını sağlamak ve hizmet üretme sürecinde halkın katılımını mümkün kılabilmek mümkünse bunu nasıl gerçekleştireceğiz? Soru çok; cevapları muhtelif… Benim cevabım biraz kestirme… Uzun süredir, belediyeciyim. Her düzeyde görev yapmış olmanın tecrübesiyle “nasıl bir belediye istiyorsun?” sorusuna çokça muhatap olmuşluğum da vardır. SENDEN HABERSİZ ÖLEN OLURSA… Benim belediyecilik anlayışımı Bedri Rahmi’nin şu dizeleri özetliyor:  “…sokaklarında tanımadık yüz, ensesine şamar atmayacağın kimse dolaşmasın. Her ağacına elin, her karış toprağına terin değsin. ve kuytu evlerden birinde senden habersiz ölenler olmasın.” Belediyecilik üzerine sayfalar dolusu yazılar yazmış biri olarak bu dizelerde özetlenen belediyeciliği yapmanın zor ama imkansız olmadığını düşünenlerdenim. Zor; çünkü Türkiye’de belediyecilik el yordamıyla yapılıyor. Belediye başkanları “deneme-yanılma” yöntemiyle süreci öğrenene dek halktan yetki aldıkları beş yıllık dönem sona eriyor. Öte  yandan imkansız da değil; çünkü imkansızı mümkün kılan bilimsel bilgidir ve eğer belediyeciliğin “ilmini bilirseniz” halkın gönlünü kazanmanız işten bile değildir. Belediyeciliğin, “ilmi”, zamanında, doğru ve iyi yönetimle doğrudan ilintilidir. Her ne yapılacaksa yapılsın; katılımcı olmak, esastır. “El elden üstündür, arşa kadar” sözü de bu esası doğrulamaktadır. Sandığa attığımız irademiz sonucu seçtiğimiz şahsiyetlerin aldıkları oyları ölçüt göstererek, kendisini, hizmet etmekle mükellef olduğu hemşerilerinden üstün görmesi kabul edilemez; elde ettiği erk nedeniyle onlardan daha bilgili ya da tecrübeli olduğu anlamına gelmez. Seçim, seçmenin irade beyanıdır ve hemşeri hukuku çerçevesinde insanların iradeleriyle başkanlık koltuğuna oturan kişi, başarının anahtarını, paydaşlarını sürece katmak; süreç boyunca açık, şeffaf ve hesap verebilir olmakta aramalıdır. SORUNUN ‘AŞİL TOPUĞU’ NERESİDİR? Başarmanın koşulu,” halkın dilini anlamak”tan geçer. Benim için sorunun “aşil topuğu”, halkın dilini bilmektir. “O dili” nasıl öğreneceğiz? “O dil”, bir ruh halinin somutlanmış hali de olsa konuşulabilmesi ve konuşulanın anlaşılabilmesi için terimlere ve kavramlara ihtiyacı olduğu muhakkaktır. Belediyecilik alanının da kendine özgü terim ve kavramları bulunmaktadır ve bu terim ve kavramlar, dağınık bir biçimde biliniyor olmakla birlikte ilk kez sözlük haline getirilmiş durumdadır. Bütün bu girizgahtan da anlaşılacağı üzere teknik terim ve kavramlar üzerinden ihtiyaca cevap verecek bir Temel Belediyecilik Sözlüğü hazırladım. Niçin mi? Cevabı, La Fontaine’in, “Kuyuya Düşen Müneccim” masalından aktarıyorum: “Kaçınılmaz belalardan /Kaçınmasını bilelim diye”…