Türkiye çok uzun zamandır Avrasyacılık-Natoculuk tartışmalarını yapmaya devam ediyor. ABD Başkanı Biden’in Cumhurbaşkanı Erdoğan ile hafta sonu yaptığı görüşme ve öncesindeki Nato zirvesi yine bu tartışmaların kamuoyonun gündemine gelmesine sebebiyet verdi. Bu eksen arayışının Türkiye’yi orta ve uzun vadede nerede konumlandıracağına dair polemikler bir tarafa AK Parti hükümetinin batı ile bozulan ilişkilerinin seçmen davranışına olası maliyetlerini ayrıca konuşmak gerekiyor. Türkiye, ihracatının yüzde 55’ini, ithalatının 50’sini Avrupa ülkeleriyle yapıyor. Özellikle Almanya, ABD, Birleşik Krallık ve İtalya ile gerçekleştirilen ihracat verilerine bakıldığında bu ülkelerin Türkiye ihracatının belkemiğini oluşturduğu görülüyor. Bununla beraber, yüzde 12’lik büyük bir payını Çin’e ayırmasına rağmen Türkiye, ithalatının çok büyük kısmını da ihracatta olduğu gibi yine Avrupa ülkelerine gerçekleştiriyor. Bu veriler -ithal edilen ürünlerin katma değerinin Türkiye ekonomisi için had safhada kritik olduğu gibi birçok etmeni de göz önünde bulundurarak- Türkiye’nin küresel ticaret ağının bir parçası olduğu ve Türkiye’yi Avrupa ülkelerinin politik, sosyal ve ekonomik atmosferinden azade düşünemeyeceğimiz anlamına geliyor. Buradan mülhem, AK Parti’de yaşanan ekonomik bozulma kaynaklı oy kayıplarının son dönemde Avrupa ülkeleriyle kurmuş olduğu ilişkinin muhteviyatı ile AK Parti’nin yerelde yürüttüğü siyaset stratejisinin küresel ölçekli aktörlerin ajandasıyla uyuşmaması neticesinde neşet eden ve hâlen etkisini güçlü şekilde devam ettiren sosyal ve ekonomik krizin paralelliğini göz ardı ediyor. Türkiye’de yaşanan bu ekonomik ve sosyal krizin boyutunu görmek açısından bir ülkedeki yaşam standardının önemli göstergelerinden biri olan Kişi Başına Düşen Gayrisafi Yurtiçi Hasıla verilerine bakıldığında Türkiye’de bu değerin 2013 yılından beri sürekli azaldığı görülüyor. 2020 yılında gerçekleşen Kişi Başına Düşen GSYH ise 2007’nin dahi gerisine düşmüş durumda. [caption id="attachment_171122" align="alignnone" width="673"] Kaynak: TÜİK[/caption] Benzer şekilde tüketicilerin kişisel mali durumları ve genel ekonomiye ilişkin mevcut değerlendirmelerinin yanı sıra gelecek dönemde ekonomik duruma ilişkin beklentilerini içeren Tüketici Güven Endeksi Türkiye’de -2 yılı aşkın süredir ve sürekli bir şekilde- 2008 yılında gerçekleşen kriz dönemindeki değerlerde seyrediyor. [caption id="attachment_171123" align="alignnone" width="670"] Kaynak: TÜİK[/caption] Sadece ekonomik değil, yaşanan birçok sosyal krizin de tetikleyicisi olan işsizlik oranı ve genç nüfusta işsizlik oranı ise 2013 yılından beri artıyor. 2018 yılında yaşanan döviz krizi ve 2020 yılında başlayan Covid-19 salgınının etkisiyle her iki oran da son 20 yılın en üst seviyesine çıkmış durumda. Bu ve buna benzer birçok veriye bakıldığında Türkiye’nin 2013 yılından başlayan istikrarsızlık sürecinin yıllar itibariyle çeşitli uğrakları olduğu, 2018 döviz kriziyle beraber artık yapısallaşan krizleri aşacak niteliğe sahip politik manevraları yapacak kadrolara sahip olmadığı, sadece yerel değil küresel aktörlerle de sürdürülebilir iş birliği mekanizmalarının işlemediği görülüyor. Ana muhalefetin bu dönemde siyasi yelpazenin bir araya gelmez birçok aktörünü uzlaştırarak -kendi iç dinamiklerini de bu süreçte dönüştürerek- iktidar partisi karşıtı bloğu oluştursa da 2013 yılından beri sürekli etkisini arttırarak devam eden sosyal ve ekonomik kriz karşısında ne Cumhur ittifakı çatısı altında konsolide olan seçmen grubuna sahici teklifler götürerek onları ikna edebiliyor ne de Cumhur ittifakı dışında kalan aktörlere yönelik hazırladığı “Nasıl bir Dünya? Nasıl bir Türkiye?” sorusuna cevap verebilecek dört başı mamur politik bir izleğe sahip değilmiş izlenimi veriyor.- Hasılı, kamuoyu araştırmalarına yansıyan AK Parti’deki ekonomik rahatsızlıklardan kaynaklanan oy kaybının AK Parti’nin 2018 döviz kriziyle beraber yapısallaşan ekonomik ve sosyal krizden çıkabilecek politika setlerini oluşturamamasından kaynaklanıyor. Her ne kadar sosyal ve ekonomik kriz son 20 yılın en şedit hâlini alsa dahi AK Parti iktidarıyla beraber orta sınıflaşarak özgüven kazanan muhafazakâr/mütedeyyin kesimin hâlen AK Parti’ye kredisi var. Yine AK Parti batı ile bozulan ilişkilerin sebep olduğu ekonomik bozulmaya takas edebileceği batı karşıtı dil ve jargonla tabanını konsolide ediyor olsa da bu durumun oy kayıplarını önleyecek yeterli tampon görevi göremediği de görülüyor.  Her geçen gün artan hayat pahalılığı, arkası kesilmeyen yolsuzluk hikayeleri, pandemi gerekçesiyle uygulanan keyfi yasaklar gibi sebeplerle bu kredinin günbegün azaldığı da göz önüne alındığında AK Parti’nin batı ile yaşanan gerilimlerden elde ettiği kitle motivasyonunun sürdürülebilirliğinin çok kalıcı olmadığını gösteriyor.