Babacan, çıktığı her programın bitiminde “ekonomideki umut” olduğunu, hiçbir krizden korkmadığını ve tecrübesini ısrarla vurguluyor. Geçen hafta, Altılı Masa, tuhaf bir konuyla gündeme geldi. Ahmet Davutoğlu’nun “28 Şubat ve kazanımlar” metnine DEVA Partisi oybirliğiyle katılmayı reddettiğini açıkladı. İçinde yazanlara katılmakla birlikte bence bugünkü konjonktürde anakronik bir metindi bu çünkü 28 Şubat’a dair en sert ve en dönüştürücü eleştiriler CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ndan geldi. Dolayısıyla böyle bir bildiriyi üç partinin hassasiyeti gibi göstermenin doğru olduğunu düşünmüyorum. Bu bildiri, gerekli görülürse, pekâlâ Altılı Masa’nın ortak metni olabilir ama sadece üç partiyi öne çıkarıp “endişeli muhafazakârları” rahatlatma amacı taşıdığında bence “sinerjiyi” dağıtan bir özelliğe bürünüyor. DEVA’nın metni reddetmesini bu açıdan mantıklı buluyorum, gereksiz bir tartışmanın başlamasını engelledi ama reddedişi açıklarken takındığı “arrogan” tavır büyük zarara yol açtı. Gelecekliler haklı olarak küçük düşürüldüklerini düşünüp, derhal esas hatanın o teklifi yapmak olduğunu söylemeye başladılar. Ortada fol yok yumurta yokken böyle bir tartışmanın başlamasını “endişeli muhafazakârlar” dense de asla amorf olmayan milyonlarca insan nasıl değerlendirecek acaba? Gelecekli ile DEVA’lı isimlerin birbirlerine hınçla dolması başta seçim güvenliği olmak üzere bütün geleceğimizi tehdit eder. Gerek Gelecek gerekse de DEVA açıkladıkları eylem planları ve çözüme endeksli yol haritalarıyla şu anda Türkiye siyasetini belirliyorlar. İki parti de liderlikten ziyade çok güçlü bir kadro hareketine dayanıyor: Bizim sitede yazılarını düzenli okuduğunuz Serap Yazıcı ile Ömer Gencal’ı bir yana bırakalım, siyaset sahnesine çıkan yepyeni isimleri bir gözünüzün önüne getirin; Burak Dalgın’ın, Kerim Rota’nın, Serkan Özcan’ın, Gülçin Avşar’ın ve daha birçok ismin siyasete ne kadar büyük nitelik kazandıracağını hayal edin. “Alma abi” diyen Merkez Bankası Başkanları döneminden bir anda liyakatin öne çıkacağı bir düzene geçildiğinde Türkiye’nin sıçraması da kaçınılmaz. İşte gündem böylesine bu iki parti ekseninde ilerlerken Ali Babacan’ı Karar TV’de izledim. Sizi bilmem ama sevgili Elif Çakır’la Taha Akyol’un Karar TV’de sunduğu Gündem Özel’i ben hiç kaçırmadan izliyorum. Babacan, çıktığı her programın bitiminde “ekonomideki umut” olduğunu, hiçbir krizden korkmadığını ve tecrübesini ısrarla vurguluyor. Programın sonunda Elif Çakır yaratılan bu polemiği sorduğunda Babacan yazılı ve sözlü mülakat arasında meramı anlatabilmek açısından fark olduğunu söyleyerek yanıtladı. “İçeriğine katılıyoruz, gayet makul şeyler yazıyor o deklarasyonda ama Altılı Masa varken üç partinin ayrı çıkmasının kamuoyunda kafa karışıklığı yaratacağını düşündük,” dedi. Dolayısıyla, aslında ortada bir sorun olmadığını da açıklamış oldu Babacan. Elif Çakır, çok haklı bulduğum şekilde, herkesin konuştuğu adaylık meselesini ve adayın kim olduğunu açıklamak için Masa’nın niye beklediği sorusunu da Babacan’a yöneltti. DEVA Genel Başkanı ise Altılı Masa’nın ortak adayı olacağını, bunun için çalıştıklarını ama henüz bir isimde uzlaşmadıklarını, daha doğrusu görüşmelerde ismin gündeme hiç gelmediğini söyledi. Taha Akyol’un Malezya örneği vererek sorduğu “Altılı Masa, ekonomi ve adalet gibi alanlar başta olmak üzere kimin hangi konuma geleceğini ve neden sorumlu olacağını açıklayacak mı?” sorusu üzerine “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Modeli”ne geçilme hedefi olduğunu ama öncesinde “Geçiş Sürecinin Yol Haritası”nın da aynı şekilde kamuoyuna açıklanmasını önemli gördüklerini belirten Babacan, “seçilecek Cumhurbaşkanı’nın parlamenter sistemin ruhuna uygun çalışması gerektiğini düşünüyoruz ama bu kişi kara verirken katılımcılığı, yetki paylaşımını gözetecek ama kukla da olmayacak,” dedi. Altılı Masa’nın gereksiz tartışmalarla zaman kaybetmemesini çok önemsiyorum. Yapılacak çok iş, çözülmesi gereken o kadar çok sorun var ki…