Çünkü avukatlık iyiliğin ve kötülüğün henüz belirlenmediği yerde yapılır. İyiliğin gerçekte iyilik olmayabileceğini, kötülüğün de kötülük olmayabileceğini kabul ederek yapılır.

Avukat Cihan Eren’in anısına…

Avukatlar günü geldi. Kutlu olsun! Galiba tarihte pek az “iş” avukatlık kadar farklı duygular yaşatmış ve çelişik toplumsal anlamlar yüklenmiştir. Bir yandan erdemin yürüyen abidesi gibidir avukat. Neredeyse içgüdüsel bir övünç ile varlık kazanır. Bütün varoluşu ile toplumun erdemini taşır ve onu hakkıyla temsil etme cüretini gösterir: Boyun eğmenin ve eğdirmenin olmadığı bir “evren”dir avukatlık: “Avukatlar tarih boyu köle kullanmadılar ama hiçbir zaman efendileri de olmadı!"  Ama diğer yandan utanç verici ithaflar da avukatın peşini bırakmamıştır. Alın size bir Kuzey Amerika esprisi: “Bir avukatla bir yılan arasında ne fark vardır? Ölü bir yılan ile karşılaştığınızda geriye dönüp ölü taklidi yapıp yapmadığını kontrol etmek zorunda kalmazsınız…”  Dahası da var.Avukatların köleleri de çok oldu ve hele de efendileri… ABD’nin 2. ve 3. başkanları avukattılar ve köleleri vardı. 3. başkan bir süre hakimlik yaptı ve metresi de Afro-Amerikan bir köleydi. Ayrıca para ve şansız duramaz avukat. “Öldüğünde bile ölü taklidi yaptığı”ndan şüphelenilecek kadar beceriklilik gerektiren bir “tiynet”e ve “hırs”a da sahip olabilmiştir aynı zamanda… AVUKATTAN AVUKATA BİR YOL GİDER Yani avukattan avukata o kadar uzun ve ulaşılamaz bir mesafe vardır ki bu durum avukatlığı oldukça geniş bir nesebin meclisi haline getirir.Zaten onu her haliyle hak ve özgürlüklerimizin ana taşıyıcısı yapan şey de burasıdır. Dışarısı olmayan bir evrendir avukatlık. Bu nedenle çok farklı duygular yaratan, çok farklı eğilimleri olan, çok farklı ideolojik ve politik yaklaşımlara sahipbir loncada kendi varlığınla, “eda”nla ve “yol”unla var olmak demektir avukatlık. Av. Pat Funicane’i, Av.Tahir Elçi’yi de görürsünüz o loncada. Vergi rekortmenini de… Fuat Erdoğan’ı da görürsünüz orada. Şüpheliyi “garantili” ve “bedelsiz” dövme hakkıyla cezaevinde ziyaret edenini de… Av. Cihan Eren’i de görürsünüz. Siyasi gücünü yargı makamları ile işbirliği içinde “endüstriyel” biçimde kullanan avukatları da… Av. Selçuk Kozağaçlı’yı da görürsünüz. cinayet sanığı müvekkilini kurtaracağını zannederek maktuleyi bir kez daha, bu kez duruşmada “taciz eden” avukatı da… AVUKAT İNSANIN KURDUDUR… Şimdi şöyle bir toparlayalım bakalım: Avukat avukatın kurdudur. Çünkü insan insanın kurdudur. Avukatlığı avukatlık yapan, onu tüm toplumun temsil edici ve taşıyıcı faili yapan şey işte bu tezatlık ve karşıtlığın ta kendisidir aslında. Bu karşıtlığın bir “hak” ekseninde karşı karşıya gelmesidir. Kavga, rekabet, yarışma bir toplum zemininde yapılır. Avukat toplumun tüm farklı hallerini; iddia ve taleplerini bir “hak” haline getirip hepimizin önüne koyar. Onun işi yaptıklarımızı bir “hak”ka dönüştürmektir. Avukatlığın dinamizmi buradan doğar. Avukatlık ekolleri buradan doğar. Toplumun “hak”ka bakışı, uygulaması, pratikleri buralardan belli olur.Hukuk burada ortaya çıkar. Norm da orada belirir. Bir toplumu onun kendi parlamentosundan çok daha büyük isabetle temsil eder avukatlık alanı. Her bir avukatlık hali gerçek ve somut bir “hak” tasavvuruna dayanır… İYİNİN VE KÖTÜNÜN ÖTESİNDE Peki neden böyledir? Çünkü avukatlık iyiliğin ve kötülüğün henüz belirlenmediği yerde yapılır. İyiliğin gerçekte iyilik olmayabileceğini, kötülüğün de kötülük olmayabileceğini kabul ederek yapılır. Yeniden yaratan ve kuran bir eylemin sahibidir avukat. Sanıldığının tersine deontoloji avukatı pek az bağlar. Deontolojisi kendisine hastır. Çünkü tıpta olduğunun tersine avukat doğrunun ve yanlışın, iyiliğin ve kötülüğün yer değiştirebileceği, değiştirmesinin gerektiği bir “iş”e sahiptir. “Devlet ve toplum size yalan söyletiyor olabilir…” Avukatlık da zaten böyle yapılır… Yani neden böyledir? Çünkü avukatlık “yarışan” bir “görev” alanıdır. Avukatlık haksız çıkma riskinin üstlenildiği yerdir aynı zamanda. Bir daha mı söyleyelim? Çünkü avukatlık toplumun tüm çelişen çıkarlarının karşı karşıya geldiği yerde faaliyet yürütür. Çünkü avukatlık tüm bu farklılıkları, düşmanları bir araya getiren yerde: yani bir “toplum”un olduğu yerde var olur… Yani avukat Benjamin’den çalarak söylersek tıpkı polis gibi yasayı her gün yeniden yaratan, yaratmaya çalışan, yaratmaya aday bir aktördür… Peki ya bir toplumun yoksa: Bir yarışma alanın yoksa? Bir ekolün yoksa? “TÜRK TİPİ AVUKATLIK” Ya peki Türkiye? Evet biraz da burada oyalanalım bakalım şimdi. Ve Türkiye’de avukatlık? Ve Türkiye’de avukatlık ekolleri? Ve Türkiye’de avukatlığın halleri… Konu ve tartışma çok uzar. Ama hızlıca gidelim ve özetle ilerleyelim: Dünyada “Türk Tipi avukatlık” diye bir “şey” vardır. Kendine özgü yanları çoktur. “Türk avukat”ların neredeyse tümü gerçeğin ve doğrunun tek olduğuna inanırlar örneğin. Bu zihniyet biraz erken aydınlanmacı düşünceden, biraz Hanefi fıkıhından biraz da Osmanlı-Türk merkeziyetçi ve memurin geleneğinden gelen kökenlere sahiptir. “İyi öğretilmiş, ama, kötü eğitilmiş” bir hukuk fakültesi eğitimi de bir başka sorundur. Klasikler hiç okunmaz da hukuk tekniği hiç fena değildir örneğin Türk avukatlığının. Latin Amerikalı iki sosyolog 1960’larda yazdıkları bir makalede şöyle tarif etmişlerdi buna benzer bir yaklaşımı : “Doğrunun çoğunluklar ile azınlıklar arasındaki demokratik oyuna konu olmasına asla izin vermezler. Onlar için doğru tektir ve değişik çözüm önerileri asıl doğruyu bulandırdığından etkisiz kılınması gerekir.” Türk avukatlığının genel eğilimi budur. Oysa bu yaklaşım avukatlığı öldürür gerçekte. Müzakereyi yok eder ve avukatlığın varlık kazanacağı zemini bitirir. Türk avukatı memurin bir dünyanın içinden doğmuştur. Ne “Pakistan avukatı”na, ne “Filistin avukatı”na hatta ne de “Kürt avukatı”na benzer. EKOLSÜZ AVUKATLIK Ne diyorduk? Türk tipi avukatlık vardır ve bu avukatlık “ekolsüz” bir avukatlıktır örneğin. Ekolsüz avukatlık olur mu? Alın işte Türk tipi avukatlıkta olur. Kaldı ki Cumhuriyetin kurucu kadrolarında tek bir avukata rastlanmaz bile. Ahmet Ağaoğlu ve Sadri Maksudi Arsal’ı saymazsanız ki onlar da birer “göçmen”dirler örneğin Türkiye hukuk düzeni açısından… Hızla devam edelim: Toplumu da yoktur aslında Türk avukatlığının. Çatışmayı ve yarışmayı üzerine yerleştireceğiniz bütünlüklü bir toplum, bir hak alanı yoksa avukatlık nasıl yapılabilir? Türk avukatlığı bir “toplum”a da sahip olamadı maalesef. Ve o toplumu birbirine bağlayan “hak” ve “özgürlük” bağlamlarına. Avukatlığı içten kemiren bir avukatlık geleneği vardır Türkiye’de bu nedenle. Ekollerin yerini “cemaatler” almıştır çünkü. Onların “toplum”u aslında kendi “cemaatleri”dir. Cemaatler avukatlık cemiyetinin önüne geçmiştir. Cumhuriyetçiler, Gülenciler, İslamcı muhafazakarlar cemaatlerini kamuya açacak bir toplumsal ve hukuksal düşünceden ve hazırlıktan yoksundurlar… Ayrıca hafızamız yoktur bir defa avukatlıkta. Bırakın 19.yy’de Osmanlı’da avukatlık yapanların isim ve hikayelerini ve mücadelelerini daha bir iki kuşak öncesini bile bilmiyoruz. Menahem Adato’yu duyan var mı? Türkiye’de 1930-40’larda avukatlık yapmıştı kendisi. Ali Faik Bucak’ı. 1940’larda hakimlik sonraki dönemlerde avukatlık yapmıştı. Kenan Öner’i duyan var mı? Hukuk profesörü ve 1930-40’larda avukatlık yapmıştı. Şevket İnce? Geçelim bunları ki1960’larda avukatlık yapan bir avukat bile çoktan tarihe gömülmüş, zihinlerden silinmiş durumda… Cihan Eren’i hatırlayan var mı peki? Daha iki on yıl bile geçmedi katledilmesinden bu yana… Ne ayıp… AVUKAT CAMİ AVLUSUNDA MI BULUNDU? Devam edelim. Bunca avukatın olduğu bir ülkede bir avukatlık tarihi olmaz mı? Bir hafızanız yoksa, 1930’larda hak mücadelesi vermiş bir avukatın hikayeleri sizi bağlamıyorsa, bırakın bağlamayı hatırlanmıyorsa sizin vereceğiniz mücadelenin geride kalan kuşaklara bırakacağı şey ne olabilir ki? Bir avukatlık hafızası olmaz mı? Çok şaşırtıcı gerçekten. Ama olmamış! Olamamış! Eee bir avukat böyle bir gelenek içinden toplumsal ve siyasal alana nasıl dahil olabilir? Hak mücadelesini nasıl verebilir? Doğru ve yanlış ölçütlerini değiştirebileceği bir hafıza ve değerler eğitimine sahip değil ise? Topluma erdemini nasıl kanıtlayabilir? Onu daha adil hadi onu geçelim “daha anayasal” bir pratiğe nasıl çağırabilir? Tartışma çok uzatılabilir daha. Çok şey de eklenebilir. Ama “ne avukatlığı kardeş! Ne avukatlar günü kutlaması” demek değil niyetim. 5 Nisan avukatlar gününü kutlamaktan uzak durmak da değil niyetim. Öyle bir çağrım da yok. Tam tersine avukatların ve avukatlığın Türkiye tarihinde yeni ve önemli bir döneme girdiğini düşünüyorum. Daha umutlu dönemlere…
Gelenek olmasa da bir gelecek olacağı şimdiden belli olan bir avukatlık süreci var Türkiye’de. Hala umudu barındırabildiği için 5 Nisan avukatlar günü kutlu olsun…
Haklarını yemeyelim ki önemli gelişmeler de oluyor son süreçlerde Türkiye avukatlığında. Bir defa Türkiye’de avukatlık ve avukatların en iyi yanı herhalde kendilerini eleştirmekte yargıç ve savcılardan çok daha önde olmalarıdır. Avukatlık açısından burada bir umut vardır bence. Hukukçuluğa güncel planda yön veren ana karargah ve mevzi artık kesin olarak avukatlıktır Türkiye’de politik ve toplumsal önemi her zamankinden daha yüksektir. Anglosakson geleneğinde hukukçuluk esas olarak avukatlıktan gelmiştir. Yargıçlık, savcılık avukatlığın bir türevidir. Avukatlığın güçlü etkileri görünür hukukçuluğun diğer görev alanlarında o gelenekte. Türkiye açısından bakıldığında da hak ve özgürlükler açısından Anglosakson geleneği gibi olmasa da yaşadığımız bugünlerde asıl dinamik alanının avukatlık pratikleri olduğunda kuşku yoktur. Çoklu baroya karşı yürütülen mücadeleyi herhalde unutamayacağız örneğin. Unutmayalım! Şöyle bitireyim: Gelenek olmasa da bir gelecek olacağı şimdiden belli olan bir avukatlık süreci var Türkiye’de. Ve toplumun hak mücadelesinin kurucu ve yapıcı etkilerini üstlenebileceği bir momentin de tam içindeyiz. Bu nedenle çok fazla sorunla birlikte hala umudu barındırabildiği için 5 Nisan avukatlar günü kutlu olsun…