Rusya’nın gazı kısması Avrupa’nın psikolojisini bozuyor. Karamsar Avrupalılar faşist liderlerin arkasında hizalanıyor. Bu yazıda, Avrupa'daki faşist siyasetçilerin bir şemsiye altında bir araya gelip gelmeyeceklerini tartışmak istiyorum.
Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte beliren enerji sıkıntısı, Avrupa'da siyaseti ve medya gündemini güçlü bir şekilde meşgul ediyor. Bazı günler gazetelerin web sitelerinde örneğin ilk üç ya da dört haberin bu konuya ilgili olduğunu görüyorsunuz. Her gün bu meseleye ilişkin onlarca makale yayımlanıyor. Kimi zaman gazetecilerin kimi zaman enerji uzmanlarının ya da siyaset uzmanlarının kaleme aldığı yazılarda hiçbir optimist bir öngörüye temas edemiyorsunuz.
Rusya'nın Avrupa'ya yönelik gaz akışını kısması psikolojileri de yaralıyor tabiatıyla. Şimdilik derin bir şekilde hissedilmese de genel psikolojik tabloyu şekillendiren duygunun "karamsarlık" olduğunu söyleyebilirim. Bu aşamada bana ürkütücü gelen şey, insanların krizleri aşmada karizmatik, güçlü kişilik sergileyen otoriter/faşist eğilimli liderlerin arkasında hizalanması. Politikyol'da geçen hafta yayımlanan İtalya siyasetine ilişkin yazımda, hükümetin dağılmasının ardından anketlerde birinci sırada yer alan neonazi Giorgia Meloni ile ilgili olarak, "Meloni'nin yükselişi, ekonomi başta olmak üzere ülke yönetimine ilişkin birçok alanda oldukça inatçı bir türbülansın içinde bulunan İtalya'da krizlerin ancak güçlü ve kararlı liderlerin rehberliğinde aşılabileceğine inananların sayısının her geçen gün arttığını gösteriyor" tespitinde bulunmuştum. Bununla birlikte, "Bu bağlamda siyasetin giderek kişiler zemininde şekillendiği, yönetim şemalarının demokrasiden otokrasiye doğru değiştirilmeye çalışıldığı zamanlardan geçiyoruz" diye eklemiştim.
İlginç ama son zamanlarda "faşist enternasyonal" ifadesine rastladığım yazılar görüyorum. Aslında faşistlere ilişkin olarak çok da kullanılan bir kelime değildir "enternasyonal".
Bu yazıda, özellikle Avrupa'da faşist/ırkçı eğilimli siyasetçilerin bir şemsiye altında bir araya gelip gelmeyeceklerini tartışmak istiyorum. İlginç ama son zamanlarda "faşist enternasyonal" ifadesine rastladığım yazılar görüyorum. Aslında faşistlere ilişkin olarak çok da kullanılan bir kelime değildir "enternasyonal". Çünkü faşistler genellikle bulundukları ülkeyi ya da bölgeyi cehenneme çevirmekle meşgul oldukları için "enternasyonal" ifadesi faşistler için uygunsuz kaçıyor. Ayrıca, "enternasyonal"in ihtiva ettiği eşitlik ve evrensellik gibi kavramlar herhangi bir şekilde faşizme entegre edilebilir mi? Ancak Avrupa faşizmini yıllardır yakından takip eden bir gazeteci olarak düşünce zemininde birlikteliğin zaten var olduğunu söylemeliyim. Bu bağlamda, Avrupalı faşistlerin, insancıl unsurlardan arınmış olmaları, toplumda "ötekine" karşı nefreti, öfkeyi ve kaygıyı körükleyen yönleriyle köşeleri belirlenmemiş, aktif bir işbirliği içerisinde oldukları tespitinde bulunabiliriz.
Öte yandan, kokuşan küresel kapitalist sistem yoluyla bir faşisti salt tek bir ülkenin sorunu olarak algılamak hatasına düşmemeliyiz. "Günümüzde küresel siyaset açısından en çok konuşulması gereken mesele nedir" diye sorsanız, "Otoriter/faşist eğilimli rejimlerin sayısındaki patlama" derim. The Economist'in araştırma bölümü Economist Intelligence Unit (EIU) tarafından derlenen bir dizin olan Dünya Demokrasi Endeksi 2021'e göre, sadece 21 ülke "tam demokrasi" ile yönetiliyor. 59 ülkede ise "otoriter rejim"ler hüküm sürüyor. Kapitalizmin buhranları, savaşlar ve ekonomik krizler derken otoriter rejimle yönetilen ülkelerin sayısının artacağını söylemek yanlış olmaz. İklim değişikliği ve savaşlar benzeri dış etkenlerin baskısıyla ortaya çıkacak göçlerden kaynaklı güvenlik politikaların öne çıkması da otoriterleşme sürecini kuşkusuz hızlandıracaktır.
Bununla birlikte salt otoriter rejimlerin hüküm sürdüğü ülkelerde değil güya burjuva demokrasisi ile yönetilen ülkelerde de seçimleri muhalefetin kazanamaması için planlanan düzenlemelerin hiçbir sıkıntıya neden olmadan tüm kamuoyunun gözü önünde uygulamaya konulduğunu görüyoruz. Bu kapsamda Siyaset Bilimci Nicos Poulantzas'ın şu tespiti oldukça önemli, "İktidar; kapitalist devlet tarzının aldığı biçimler, bu biçimler altında şekillenen rejimler, bu rejimler içindeki devlet personeli (bürokrasi) ve elitlerin egemen sınıflarla kurdukları ilişkilerin çok katmanlı doğasıdır. Onun için faşizm 'kapitalist devletin özel bir rejim biçimidir." Otoriter rejimlerin sayısının artmasıyla birlikte bu "özel rejim biçimi"nin genelleşmeye başladığını göreceğiz.
AVRUPA MI? NEDEN OLMASIN...
Gelelim Avrupa siyasetindeki faşist işbirliği meselesine. Neonazi partisi Almanya için Alternatif'in (AfD) kadroları, Fransa'da Marine Le Pen, İtalya'da Matteo Salvini ve Giorgia Meloni, Macaristan'da Viktor Orban, Polonya'da Lech Aleksander Kaczynski, Hollanda'da Geert Wilders ve daha birçok faşist/ırkçı politikacı Avrupa siyaset sahnesinde boy gösteriyor. Bu liderlerin mensubu oldukları faşist akımların yerel tonları, onların bir federasyon ya da birlik altında bir araya gelmelerini engelledi bugüne kadar ancak faşistler yaşanan krizlerin de etkisiyle tarihi bir fırsatın yaklaşmakta olduğunu görüyorlar. Bu nedenle sürekli ülkeler arası birbirlerini ziyaret ediyorlar, koordine oluyorlar. Seçimlerde dayanışma mesajları yayımlıyorlar ve bir faşist seçim kazandığında sevinçten çılgına dönüyorlar adeta. Örneğin, Orban'ın son seçim zaferi Avrupalı faşistlerin daha da kaynaşmasına ve birlikte hareket etme isteklerinin artmasına yardımcı oldu.
Seçimlerde dayanışma mesajları yayımlıyorlar ve bir faşist seçim kazandığında sevinçten çılgına dönüyorlar adeta. Örneğin Orban'ın son seçim zaferi Avrupalı faşistlerin kaynaşma ve birlikte hareket etme isteğini arttırdı.
Meselenin Avrupa Birliği ayağında neler oluyor peki? Hani şu "demokrasi", "barış" ve "özgürlük" ideleri etrafında şekillenen Avrupa Birliği. Bana göre, Avrupa’yı etkisi altına alan faşist ivmelenmenin en önemli nedenlerinden biri AB Komisyonu tarafından dayatılan ekonomik politikalar. Bu noktada konuyu travmatize eden şey, AB’nin, finans kapitalizmin uzlaşmaya kapalı kurallarını üyelere dayatması. Bugünlerde bu tartışma doğalgaz/enerji sıkıntısı etrafında şekilleniyor. Faşistler buradan da nemalanıyor. Üstü kapalı bir şekilde "Bakın, biz demiştik Rusya'ya karşı gelmeyin diye. Yaşadığımız sıkıntının nedeni düzen partileri" demeye başladılar bile.
Tabii ki faşizmi salt ekonomik süreçlerin bir sonucu olarak değerlendirmek yanlış. Bu yanılgıya kapılmak, toplumsal aktörlerin rolünü ve faşizmin olağandışı bir devlet rejimi olma niteliğinin gözden kaçırılmasına neden olabilir. Siyaset Bilimci Mann’ın da vurguladığı gibi faşizmin toplumsal hayatı esir alan modernitenin içerisindeki en güçlü potansiyellerden biri olduğunu unutmamak gerekiyor. Mann'ın, "Faşistler modernitenin karanlık yüzünün bir parçasıydılar ve hâlâ öyleler" cümlesini bu bağlamda anlamlı buluyorum.
Sonuç olarak, faşizm aniden gelmiyor ya da iktidarı "beklemediğimiz" bir anda ele geçirmiyor. Faşist partilerin iktidarı ele geçirmesi devletlerin faşistleşme sürecinden ayrı düşünülmemeli. Faşizmin demokratik seçimleri kullanarak monolitik bir blok olarak iktidarı gasp etmesi, bu ideolojinin varlığında vücut bulan vahşeti, çelişkileri ve şiddet sevdasını göz ardı etmemize neden olmamalı. Bu yüzden içerisinde yaşadığımız şu periyotu faşistleşme sürecinin bir parçası olarak düşünmemiz ve ele almamız gerekiyor. Bu, doğru yaklaşım ve önlemler geliştirmek için hayati derecede önem taşıyor. Poulantzas'ın işaret ettiği gibi "faşizm, sakin bir gökyüzünde birdenbire kopan bir sağanak değil", hissettire hissettire, hazmettire hazmettire geliyor. Bugünlerde "savaş", "enerji krizi" falan derken özellikle Avrupa'da faşist işbirliğinin ayak sesleri güçlü bir şekilde duyuluyor.