Bu ülke laikliğe karşı birleşmiş bir kesimin ülkenin tüm kodlarını yeniden yazma girişimine karşı, hala varlığını ve birliğini muhafaza ediyorsa, bunu kurucu düzenin sağlamlığına yani bizatihi Mustafa Kemal’e borçluyuz. Atatürk 57 yaşında öldü. Bugün 57 yaşında biri ölse çok genç gitti diye göz yaşı dökersiniz. Kahramanlar çağında çok yaşamanın kıymeti yoktu. Uzun yaşayanın değil iz bırakanın kıymeti vardı. Atatürk bugün yaşasa muhtemel ki 57 yaşında ölmeyecekti. Tıbbın imkanları onu çok daha fazla yaşatacaktı. Tabii ki tarihi yeniden yaratmak ya da yazmak mümkün değil. Geçmiş yaşanır biter ve belleklerde yerini alır. İmparatorluklar çağı dünyanın her yerinde biterken, Türkiye’nin bundan nasibini almaması mümkün olamazdı. Atatürk’ün bir taraftan Avrupa’da hasta adama dönüşmüş Osmanlı subayı olarak başlayan hayatı, diğer tarafta Milletler Cemiyeti’nin kurucu ülkesi olarak devam etmişti. Atatürk’ün Aydınlanma geleneğinin ve ideallerinin öğrencisi ve uygulayıcısı olarak yaptıkları ülkenin kalbinde derin biçimde yer etti. Bu yerin tüm çabalara rağmen hala önemini koruması bugünkü siyasi iktidarın bir kompleksi olarak görülmeli. Böyle bir kompleks olmasaydı, Atatürk ismini ülke hafızasından silmeye yönelik adımları bu kadar çok görmezdik. Tabii ki Atatürk’ün adının anılması, Atatürk’ün anısının yaşatılması manasına gelmez. Bunun en meşum örneği 12 Eylül rejimidir. Atatürk’ün kurduğu partiyi kapatmaktan çekinmeyen rejimin dilinden düşmeyen söz “Atatürkçülük” idi. Uğur Mumcu’nun deyimiyle; “Atatürk diye diye tepelendi Atatürk.” İlhan Selçuk ise “ben Atatürkçü değilim” diyerek çıkış yaptı. Bütün bunlar aslında 1980’lerin dünyasının bir sonucuydu. Atatürkçülük bile o günün dünyasında solculuk manasına geliyordu. Dünya ak-kara diye ikiye ayrılmıştı. Ak Amerika idi. Kara ise Sovyetler. Atatürkçülüğün laiklik boyutu Amerika’nın Sovyetlere karşı mücadelesinde işini bozuyordu. Afganistan’da Pakistan’da laik rejimler alaşağı edildi. Türkiye’de laiklik alaşağı edilemeyecek kadar güçlenmişti. Onun altını oymak çare olarak görüldü. Sovyetler dinsiz komünist olduğuna göre, ona çare dini güçlendirmekti. Atatürk’ün altı okundan biri olsa da aslında demokrasinin de teminatı olan laiklik zemini kaydı. Bu kayan zemin demokrasinin sadece seçimden ibaret olduğuna, kurumlarınsa önemsiz olduğuna inanmamızı salık veren bugünlere getirdi bizi. Atatürk’ün bir aydınlanmacı olarak insanlara anlayarak ibadeti önermesi yani ana dilde ibadet uzun yıllar önce rafa kalksa da bu laiklik karşıtı düzende sanki başarıya ulaşmış gibi yargılandı, yargılanıyor. Dinsel kökenli bir cemaate devlette sağlanan ayrıcalıklar ülkeyi neredeyse uçurumun eşiğine getirdi. Bütün bu yaşananların aslında tek sebebi şimdi “kahrolsun Amerika” diyenlerin bir zamanlar “Bizim çocuklar başardı” diyerek yapılan 12 Eylül darbesinin yarattığı zeminde serpilmeleriydi. Bugün laiklik karşıtı cephe pervasızca bu ülkenin Alevilerini dışlayabiliyor. Sunni-Alevi ayrımcılığı alevini körüklemekten geri durmuyor. Atatürk’ün değerini sadece iktidara akıl hocalığı yaparken, bir devlet bankasından da akçe alacak kadar, iktidarla iç içe girmiş bu kişinin ülkeye verebileceği zarardan anlayabilirsiniz. Laikliğe karşı tasallut ve tasavvurda birleşmiş bir kesimin ülkenin tüm kodlarını yeniden yazma girişimine karşı, hala ülke varlığını ve birliğini muhafaza ediyorsa bunu kurucu düzenin sağlamlığına yani bizatihi Mustafa Kemal’e borçluyuz. 20.yüzyılın şimdi uzak gelen geçmişinde 1945’den 1991’e kadar devam eden iki kutbu arasındaki çatışmada en çok laiklik ilkesi yara aldı. Bugün bunun acısını en derinden çekiyoruz. Bunu sadece demokrasi kaybı olarak değil, dinsel değerlerimizin aldığı hasarla da hissediyoruz. Dinin siyasileşmesi kimilerini zengin, müreffeh ve muktedir ederken, ülkenin kahir ekseriyetini de dinden, ibadetten ve diyanetten soğuttu. Siyasal dinciliğin elinde cami minareleri çoğalırken, camilerin içi boşaldı. 1881’de doğan Atatürk’e doğumundan 140 ölümünden 83 yıl sonra bu ülkede verilen itibar, 20 yıllık AKP iktidarının bunu ortadan kaldırma çabasına karşın hala göz alıcı. Bugün Atatürk’e yakın durmanın, ekonomik bir çıktısı devlet nezdinde bir değeri yok. Bunun tersini iddia eden herkesle tartışmaya hazırım. Buna karşılık siyasi iktidar kendi yazdığı yarı masal tarih ve dinselleştirilmiş lider kültü ile ancak kendi dar ve sistemden beslenen kitlesinde heyecan yaratıyor. Atatürk AKP’nin 20 yıllık çabalarının bir sonucu olarak bir sivil toplum değerine dönüştü. Bugün Atatürk’e generaller, bürokratlar değil halk sahip çıkıyor. Siyasal dincilik deneyi halkta neyin kaybedileceği konusundaki bilinci tahkim etti. Atatürk adı anılmadıkça anısını büyüttü. Büyütüyor. Bu onun gibi etten kemikten bir faninin değil ortaya koyduğu ideallerin nişanesidir. RUHU ŞADOLSUN.