Batı kendisi için son derece mantıklı bir “emperyalist” program geliştirmiştir. Gelişmemiş ülkelerin hem zengin hem akıllı hem de iyi eğitim görmüş çocuklarını ülkelerine alıyor. Hem de sonsuza kadar. Osmanlı’daki devşirme sistemini hatırladınız değil mi? Yabancı bir program olan IB (International Baccalaureate) uluslararası geçerliliği olan diplomalar sunmaktadır. Türkiye’de ise bu diploma sayesinde öğrenciler vakıf üniversitelerine öncelikli olarak alınmakta hatta ÖSYM’nin üniversiteye sınavsız girme imkânı çalışmaları da devam etmektedir. Düşünün ki bu programla mezun olan bir kişi sizin çocuğunuzu sollayarak üniversiteye sınavsız girebilecek! IB yoğun bir program. İkinci dil ve bu dilde edebiyatlar, matematikler, akademik çalışmalar, projeler… Bu programın A1 dersinde “Öğrencinin en iyi olduğu dilde eğitim ve edebiyat” diye bir tanım bulunmaktadır. Neredeyse hiçbir kısmında Türkçe ibaresi bulunmuyor. En iyi olduğu kısım İngilizceyse onu da seçebilir yani. E zaten ortaokul kısmında da özel okullarda 20 saatlik İngilizceye karşın 8 saat Türkçe eğitimi veriliyor. Dolayısıyla bu çocuğun en iyi olduğu dil Türkçe değil İngilizce olsun diye adeta emek harcanıyor. Yani milli programdan ziyade “global” bir program. Global yerine “milli olmayan eğitim” ifadesini getirsek daha doğru olabilir. İstediğiniz kadar okuyabilirsiniz bu programları. Hepsinin temelinde kendilerine ait öğrenci yetiştirme vardır. Bu diploma programından mezun öğrenciler yurt dışı üniversitelerine girme konusunda da öncelikliler. Peki bu program devlet okullarında var mı? Var ama bir elin parmağını geçmez. Çoğunlukla özel okullarda mevcut. Yani Batı kendisi için son derece mantıklı bir “emperyalist” program geliştirmiştir. Sıfırdan bir çocuğu alıp yetiştirmek son derece maliyetli olduğu için gelişmemiş ülkelerin hem zengin hem de akıllı hem de kendisinin istediği gibi bir eğitim almış çocuklarını ülkelerine alıyor. Hem de sonsuza kadar… Osmanlı’daki devşirme sistemini hatırladınız değil mi? Mevcut devlet okullarının da her geçen gün öğretimi zayıflatılmakta, çağdaş eğitim sisteminin ayakları kırılmakta, bilimsellikten uzaklaştırılmaktadır. Yani Batı kendisi için “kaliteli” öğrenci yetiştirme çabasındayken ülkemizde kalan öğrencileri de tabiri caizse çürük hale getirmeye çalışmaktadır. Tam da bunu yazarken aklıma Fakir Baykurt’un Türk Eğitiminde Emperyalist Etkiler adlı kitabı geldi. “Emperyalizmi siz sadece maddi sömürü mü sanıyorsunuz?” diyor ve açıklıyor üstat; “Şimdi emperyalizm bir “Truva atı”, bir “Alicengiz oyunu” dur. Bankalarda “karşılık para”, tanesi 25 liraya dolar, limanlarımızda 6.Filo’dur. Okullarda süttozu, sinema ve stadyumlarda çiklet, radyolarda reklam: ‘Memlekette Sana’dır yağların en güzeli!’ Sofralarda soya, ovalarda TÜSonora-64, silolarda ışınlanmış buğday, zeytinyağlarımızda parafin, üzümlerimizde keçi gübresi, Mobil, Shell’dir. En sıkışık zamanlarımızda jetlerimize verilmeyen yakıt, sermaye ithalatı, montaj ve hafif metal endüstrisi, kapitalizmin en son gelişme evresi, tekelci kapitalizm… Yerlisi 979 kuruşa yabancısı 2020 kuruşa alınan ilaç; dünya fiyatlarından %35 pahalıya aldığımız petrol… TÜBİTAK’ın verdiği bilim ödülleri… Program geliştirme… Doktorlarımızı, mühendislerimizi Amerika’ya, Kanada ve Almanya’ya çeken güç… Kısacası üzerimizdeki baskı…” Fakir Baykurt çok değerli bir yazar ve eğitimciydi. Halk için çalışan ve toplumsal olarak Türkiye’yi ileri taşımayı hedefleyen biriydi. O yüzden bu sözlerini kulağınıza küpe etmenizi öneririm. Bir de Fakir Baykurt’un emperyalizmin amaçlarını anlatan şu sözlerini sizlere aktarmak isterim; “İnsanın yetişmesi çok pahalı yatırımlar gerektirdiğinden, sömürge ülkelerin entelektüel güçlerini alıp götürmek, bunları ölünceye kadar ülkede çalıştırmak asıl hedefleridir.” Devam edeceğim ancak Fakir Baykurt’tan…Keşke imkânım olsa da bütün bildiriyi buraya sığdırabilsem. “Eskiden sömürge ülkenin çocuklarına ilköğretimi bile çok görüp, çok çok ortaöğretime kadar izin tanıyanlar, bugün teknik öğretime, yüksek öğretime yardım ediyorlar! Oralarda batı tipi “high school”lar, kolej ve üniversiteler geliştirip, öğretim dili olarak İngilizceyi, kadro olarak da kendi üniversitelerinin bir parçasını görevlendiriyorlar.” Sanırım şimdi bu sözlerle birlikte IB programları daha da zihninizde oturmuştur. Oturmadıysa bir paragraf da Avrupa Birliği’nin sitesinden ekleyeyim.  Avrupa'nın zengin kültürel mirasını ortaya çıkarmayı hedeflemektedir. Kültür alanında AB ortak mirasın korunması, kültürel çeşitliliğin ve zenginliğin korunması ve teşvik edilmesi gibi konulara önem vermekte, kültür alanında üye ülkeler arasında iş birliğini teşvik etmektedir. 2020 Eylül ayında Birlik düzeyinde 2025’e kadar Avrupa Eğitim Alanı oluşturma vizyonu açıklanmıştır. Bu vizyon,
  • Yurtdışında okumak ve öğrenmek için bir süre yurtdışında kalmanın norm haline geldiği,
  • Okul ve yükseköğrenim becerilerinin AB genelinde tanındığı,
  • Anadile ek olarak en az 2 dil bilmenin standart olduğu,
  • Herkesin sosyoekonomik statüsünden bağımsız olarak yüksek kaliteli eğitime erişebildiği,
  • İnsanların güçlü bir Avrupalı kimliği, Avrupa’nın kültürel mirası ve çeşitliliği bilincine sahip olduğu
bir ortamı tarif etmektedir. Kültürel alandaki ve eğitim alanındaki detaylar dikkatinizi çekmiştir. Şimdi burada yazan cümleler ile Fakir Baykurt’un cümleleri arasın bağlantı kurmanızı istiyorum. Avrupa kültürünün Türkiye’de gelişmesini bu kadar önemseyen Avrupa cümlenin sonunda “üye ülkeler” ifadesini kullanmıştır. Kültür ve eğitim konusunda bizi bu kadar önemseyen (!) Avrupa Birliği’ne zaman üye olduk? Cümleleri süsleyin çünkü bu oyun, velileri oyuna dahil etmeden oynanamaz…