Diliyorum, normal şartlar altında demokrasinin teminatı ve yasama ve yürütme açısından büyük bir denge ve denetleme mekanizması olarak görülebilecek Anayasa Mahkemesi hak ettiği yönetime kavuşur.Bununla birlikte, bu sayılan ve geçmişte çokça eleştiriye tabi tutulan isimlerin kıymetini anlamak konusunda Arslan’ın başkanlığındaki dönemler, iyi bir “litmus testi” olur diye düşünüyorum. Öyle zannediyorum ki, AYM hiçbir döneminde şimdiki kadar ezik bir pozisyona mahkûm olmamıştı. Zühtü Arslan, görev süresinin tamamlanacağı 2024 yılına kadar, yaklaşık bir yıl daha başkan olarak görev yapacak. Ben bu seçimin, “önümüzdeki genel seçimleri hele bir bu şekilde atlatalım, sonrasına bakarız” düşüncesiyle şekillendiğini sanıyorum. Peki, esas sorumuza gelelim. Anayasa Mahkemesi’ne kimin başkan olacağı o kadar da önemli mi? Bir başka ifadeyle AYM’de kimin başkan olacağı gerçekten de Türkiye’de bir sorun mu? Normal ve olağan bir hukuk rejiminde, gerçek bir hukuk devletinde yaşıyor olsaydık, bu bir sorun olabilirdi. Zira, yüksek mahkemenin yapacağı hukuk yorumlarında, özellikle temel hak ve özgürlükleri genişleten ya da daraltan yorumların çıkabilmesi, mahkeme başkanının kişiliği ile de yakından alakalı olabilir. Mesela Amerikan Yüksek Mahkemesi’ne kimin başkan olacağı, seçilecek mahkeme üyelerinin hukuki görüşleri ve siyaseten hangi görüşe yakın oldukları, verilen kararların ana çizgisini değiştirmese bile, gerekçeli kararlarda yaptıkları yorumlar yoluyla alan genişletip daraltabildikleri için son derece önemli kabul ediliyor. Oysa bizimki gibi bir olağanüstü hâl, hatta kalıcı sivil sıkıyönetim hukuk rejiminde mahkeme başkanının kim olduğunun aslında o kadar da büyük bir önemi yok. Mahkemede görev yapan neredeyse tüm raportörler tekil bakış açına sahip, bir örnek siyasi görüşe sahipken, milliyetçi-muhafazakâr dünya görüşünün dışında tek bir mahkeme üyesi atanamıyorken, özellikle yakıcı konulardaki mahkeme kararları tamamen basmakalıp, birbirinin aynı, kopyala yapıştır kararlardan ibaretken, laikler, liberaller, sosyalistler, Kürtler, Aleviler ve hatta Diyanet İşleri Başkanlığı yorumu dışından bakabilen Sünniler, ne kimlik ne de hukuki görüş olarak mahkemede hiçbir şekilde temsil edilemezken, mahkeme başkanının kim olduğunun o kadar da büyük bir önemi yok! Mahkemenin sahibinin sesi, her yerden ve kanaldan zaten işitiliyor. Diliyorum, normal şartlar altında demokrasinin teminatı ve yasama ve yürütme açısından büyük bir denge ve denetleme mekanizması olarak görülebilecek Anayasa Mahkemesi hak ettiği yönetime kavuşur. Önümüzdeki seçim sonrası olasılıkla değişecek iktidarın gündemindeki en önemli sorunlardan biri olarak varlığını koruyan gerçek yargı reformunda mahkemenin varlığını koruması, yine mahkemenin alacağı bazı kararlara bağlı olacak.
Anayasa Mahkemesi’ne kimin başkan olacağı sorunu
Politikyol
Ben bu seçimin, “önümüzdeki genel seçimleri hele bir bu şekilde atlatalım, sonrasına bakarız” düşüncesiyle şekillendiğini sanıyorum. Peki, esas sorumuza gelelim. Anayasa Mahkemesi’ne kimin başkan olacağı o kadar da önemli mi? Bir başka ifadeyle AYM’de kimin başkan olacağı gerçekten de Türkiye’de bir sorun mu?
Bilindiği üzere, Anayasa Mahkemesi dün yeni dönem başkanını kendi üyeleri arasından salt çoğunluk ile seçti. Her şeye rağmen Zühtü Arslan’ı kutluyorum ve başarılı bir dönem diliyorum.
Adaylar geçen hafta belirlenmişti; ilk aday, kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim olarak İrfan Fidan idi. Fidan’ın yargısal aktivizm konusunda uzman statüsündeki eylem ve işlemlerini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı döneminden hatırlıyoruz. Hatta ben de kamuoyunda Büyükada Davası olarak bilinen, diğer on insan hakları savunucusu arkadaşımla birlikte gözaltına alınarak tutuklanmamız vesilesiyle tadına bakmıştım. Fidan’ın Cumhuriyet Başsavcılığı döneminin özellikle temel hak ve özgürlükler, insan haklarının korunması, temel ceza muhakemesi ilkeleri ve demokratikleşme açılarından damakta son derece kekremsi bir tat bıraktığını söyleyebilirim.
Fidan’ın Anayasa Mahkemesi üyeliği de hatırlanacağı üzere tartışmalı olarak gerçekleşmişti; zira AYM’ye üye olmak için gereken Yargıtay üyeliği şartını yalnızca bir gün yerine getirebilmişti. “İstanbul Grubu”nun başı olarak, hukuka aykırı işlemleri yerine getirmesinin mükafatını önce Yargıtay üyesi yapılarak, bir gün sonra da AYM üyesi seçtirilerek almıştı. Geçtiğimiz hafta da AYM başkanlığına adaylığı açıkladığına göre, baştan beri Beştepe planının Fidan’ı AYM başkanlığına getirmek olduğunu düşünmemek için bir neden yok. Özellikle parti kapatmalar ve olası seçim sonrası yüce divan yargılamaları dizaynını göz önünde bulundurursak, Beştepe açısından başkanın kim olacağı çok önemli.
Fidan’ın karşısındaki aday ise, AYM’nin şu anki başkanı Zühtü Arslan’dı. Arslan iki dönemdir başkanlık yaptığı mahkemede rahat değildi, çünkü görece liberal görüşleriyle bilinen bir yargıç olarak AYM’nin imza attığı çeşitli hukuk kepazeliklerine göz yummak zorunda kaldı. Yeterince ses çıkarsaydı, çoktan başka gerekçelerle “suçlanarak” defteri dürülürdü; o da bunu bildiği için düşük profilde kalmayı tercih etti.
Kamuoyuna yansıyan “Cumhurbaşkanıyla karşı karşıya geldi” tadındaki kurgu-haberleri çok da ciddiye aldığımı söyleyemem. Neticede misyonunu tamamlamış görünüyordu, ancak Mahkemenin 15 üyesinden 8’i Zühtü Arslan’ı bir yıllığına eski görevine “mahkûm etti”. Yekta Güngör Özden, Ahmet Necdet Sezer, Mustafa Bumin, Tülay Tuğcu ve Haşim Kılıç gibi isimlerin eskittiği koltuk, elbette Zühtü Arslan’a da kalmayacaktı; malum, mahkeme kadıya mülk değil.
Yorumlar
Popüler Haberler
Deniz Zeyrek, Sözcü gazetesinden ayrıldı
Mahkeme tespit etti: Boğaziçi Üniversitesi, mülakatta usulsüzlük yapmış!
MSB kaynakları, Bosna'da görev yapan Türk askerinin pedofili suçunu doğruladı
Adaylık kulisi: 'İktidarı en mutsuz edecek' İmamoğlu-Yavaş formülü
Ahmak davası: AYM’nin İmamoğlu kararı 9 ay sonra Resmi Gazete'de
Otopsi raporu ortaya çıktı: Rojin'in ölüm nedeni belli oldu