Yasa ve demokrasi
Politikyol
Bir merkez etrafına eşit uzaklıklarda toplanarak oluşturulmuş bir çember… Çemberi oluşturan herkesin yüzü merkeze dönük… Söz almak isteyen bir adım merkeze yaklaşarak konuşuyor. Bir kişi konuşurken diğerleri susuyor, dinliyor... Aynı anda iki kişi konuşmuyor asla. Konuşması biten bir adım gerileyerek tekrar yerine dönüyor. Tüm konuşmalar boyunca hiç kimse merkeze sırtını dönmüyor ve çemberin merkezinde hiç kimse bulunmuyor ve hiç kimse çemberin içinden geçmiyor…
Demokrasi ve yasa kavramının esasına ilişkin çarpıcı bir ritüeldir bu. Eski Yunan dünyasında demokratik bir yönetim içinde hareket eden subayların bir savaş öncesinde ya da sonrasında önemli bir karar almak isterken sergilediği bir ritüel.
Merkezdeki boşluk yasayı temsil eder –konuşma yasasını. Herkes yasanın etrafındadır –ki bu sayede yasa herkesçe korunmaktadır. Ve yasa da herkese eşit uzaklıktadır –bu sayede de yasa, herkesi korumaktadır. Yani yasa, herkes için geçerli ve herkesçe korunan bir esas olarak bulunur merkezde. Ve merkezde hiç kimse bulunmaz; çünkü yasa hiç kimse tarafından temsil edilmez, edilemez ve hiç kimse yasa olarak, yasa adına konuşmaz, konuşamaz; yasayı tek başına teşkil edemez, koruyamaz, belirleyemez, kullanamaz! Bununla birlikte herkes yasa sayesinde, yasaya dönük şekilde konuşur. Söz almak için yasaya (merkeze) doğru atılan adımlar bir yandan yasaya duyulan saygıya, bir yandan da yasa tarafından korunan hakka –konuşma hakkına işaret eder. Herkes konuşma hakkına sahiptir ve yasa denen esas bu hakkın kullanımı esnasında daha bir yakındır herkese.
Konuşmak önemlidir, bir dile sahip olmak, dilsel bir iletişim kurmak büyük bir farklılık sağlar insana. İnsanı diğer hayvan türlerinden ayıran en önemli yetilerden biridir konuşma. Önemlidir, çünkü hayvanlar dünyasında yaygın olarak görülen fiziksel şiddetin titiz bir şekilde askıya alınmasına olanak verir. Çünkü fiziksel karşılaşmaların odak noktası bedendir. Ve bedenler arasında ortaya çıkan her tür uyuşmazlık bedensel olarak çözümlenir. Konuşmadaysa zihinsel bir çözüm esastır.
Konuşma, işitmeyi ve işitilmeyi esas alır. Söyleneni işitmemiz ve söylediklerimizin işitilmesi gerekir. Şayet sağlıklı bir konuşma yapmak istiyorsak, söylenenleri dinler ve söyleyeceklerimizi söyleriz. Ve elbette zamansal bir sıralama da söz konusudur: önce dinler sonra konuşuruz ya da önce konuşur sonra dinleriz. Basit bir esastır bu –çok basit bir esas. Çünkü aynı anda konuşmamız oldukça verimsiz bir iletişime neden olur: aynı anda konuşursak birbirimizi işitemeyiz; birbirimizi işitemediğimizde birbirimizi anlayamayız. Birbirimizi anlayamadığımızda birbirimizle anlaşma olanaklarından yoksun kalırız –dahası böyle olanaklara ulaşamayız bile.
Anlaşma da önemlidir. Konuşmanın pek çok erdemi içinde kritik bir yer tutar anlaşma. Çünkü bir arada yaşayabilmek için pek çok konu ve alanda anlaşmış olmak, anlaşmalar yapmış olmak gerekir. Anlaşmalar yapabilmek için de bilgilenmek esastır. Ve bilgilenme de konuşmanın bir diğer kritik erdemlerinden biridir. Konuşarak bilgilenebiliriz. Bilgilenerek anlaşabiliriz. Elbette, konuşarak bilgilenme biçimi, pek çok bilme biçimine göre köklü bir epistemolojik farklılık taşır. Sözgelimi bakmanın, dokunmanın epistemolojisinden çok daha farklıdır konuşmak. Çünkü konuşarak bilgilenebilmek, bilgilenerek anlaşabilmek için muhataplarımızı işitme ve muhataplarımızca işitilmeden çok daha fazlası gerekir. Bu noktada esas şudur: kim olarak, ne adına, ne şekilde konuşabileceğimizin belirlenmesi gerekir. Bunun için kurallarımızın, ritüellerimizin, yasalarımızın olması gerekir.
Her durumda bir insan teki olarak konuştuğumuz doğrudur, yani elbette konuşan bizzat kendimizizdir. Bununla birlikte konuşma eylemi de bir insan teki olmamızdan çok daha fazlasını ister bizden. Çünkü bizzat kendisi bir temsil düzeneği olan dil, onu kullananı da bu düzeneğin içine dâhil eder. Yani bazen bir sanatçı olarak konuşuruz, bazen bir siyasetçi, bazen bir bilim insanı, bazen bir filozof… vs. Fakat asla sanat olarak konuşamayız, siyaset olarak konuşamayız, bilim olarak konuşamayız, felsefe olarak konuşamayız. Bir konuşan olarak biz, asla sanat, bilim, siyaset, felsefe vb olamayız: bir siyasetçi olarak konuşabiliriz ama bizzat siyaset olarak konuşamayız; bir sanatçı olarak konuşabiliriz ama sanat olarak konuşamayız; bir bilim insanı olarak konuşabiliriz ama bilim olarak konuşamayız ve bir filozof olarak konuşabiliriz, ama felsefe olarak konuşamayız! Çünkü konuşanın ete kemiğe bürünen bir bedeni vardır, bilimin, sanatın, siyasetin, felsefenin ise bedeni yoktur –asla bir kişi ya da kişiler toplamı değildir onlar –ya da kişilerce üretilen düşünceler toplamı da.
Şu husus çok açık: düşüncelerimizi başkalarına iletmek için konuşuruz –yazarız. Ve başkalarının dile getirdiklerimizi mümkün olan en doğru şekilde anlamalarını talep ederiz. Şu halde, bu talebin karşılanması için düşüncelerimizi doğru bir şekilde ifade etmeye özen göstermek sadece edebi bir başarı değil, aynı zamanda etik bir sorumluluk olarak da çıkar karşımıza. Dilediğimiz şekilde konuşamayız, dilediğimiz şekilde yazamayız –nitekim böyle bir durum her iletişimi bir tür solipsizme, iletişimsizliğe iter.
Soru şudur: nasıl kurallar, nasıl ritüeller, nasıl yasalar konuşmalarımızı, bir arada yaşama olanaklarımızı var edebilir, artırabilir, geliştirebilir? Herkesin yasalarla birlikte, yasalar sayesinde ve yasalar için konuşmasına; yasalarla birlikte, yasalar sayesinde ve yasalarla yaşamasına olanak tanıyan ideal bir sistemin olup olmadığı tartışıladursun, açıktır ki, bunun için en elverişli topraklardan biridir demokrasi. Çünkü demokrasi toprağında, başkalarının düşüncelerine gösterilen saygı, koşulsuz bir zeminde değil, anlamsal bir ilişki zemininde –yani doğru arayışı içinde olunan bir zeminde var eder kendini. Yani konuşmanın ve dolayısıyla konuşanların anlamsal bir ilişki içinde var olmasıyla bir arada yaşama olanakları korunabilir, geliştirilebilir ve artırılabilir. Bir başka ifadeyle, konuşmanın anlamsal bir ilişkiye terfi etmesi gerekir ki, doğru düşünceler ve doğru ilişkilenmeler söz konusu olabilsin.
Peki, bir konuşma, anlamsal bir ilişkiye nasıl terfi edebilir? Kuşkusuz ki, haklı çıkmayı değil, haklı olanı bulmaya yönelindiğinde böyle bir terfi söz konusu olabilir. Bunun için de ötekilerin –diğer konuşanların ve konuşmayanların da dâhil olduğu tüm ötekilerin– bir bütün olarak radikal bir şekilde tanınması ve sayılması gerekir. Ki böylece konuşmada ifade edilen düşünceler de kişilere ait olarak değil düşünmenin kendine ait olarak yol alabilsin. Bu sayede, kişilerin söyledikleriyle, kişilerin kendileri arasındaki ince ayrım dikkate alınabilsin –sözgelimi basit bir gündelik tartışmada “Sana katılmıyorum” demekle “Senin söylediklerine katılmıyorum” ifadeleri arasındaki fark, fark edilebilsin. Böylece, konuşmalar ve tartışmalar bir zafer, bir kazanım üzerine değil, bir paylaşım üzerine kurulabilsin.
Bilginize.
Yorumlar
Popüler Haberler
Menzil'de miras kavgası: Taş ve sopalarla birbirlerine girdiler
MHP'li İlyas Topsakal'ın torpil istediği belge ortaya çıktı
Yeni kabine kulisi: 5 bakan gidici
İddia: Ayşe Barım’ın şirketine bağlı çalışan Mert Demir ve Serenay Sarıkaya ifade verecek
Serbest bırakılmıştı: Dersine girdiği 12 yaşındaki öğrenciyi istismar eden müftü tutuklandı
TYH Tekstil işçilerinden eylem: 'Buradaki zulüm, başka hiçbir fabrikada yok'