İktidar seçimi kazanmanın dış politikada hamaset, iç politika da kimlik temelli toplumsal fay hatlarını hareket geçirmekten geçtiğini düşünüyor olabilir. Ama bunun mevcut ekonomik koşullarda kolay olmayacağını da açıktır.  AK Parti'nin 3 Kasım 2002'de iktidar olması ile başlayan süreç Türkiye'de devlet-toplum ilişkisindeki asimetrik halin normalleşme sürecini başlattı. Askeri vesayetin kırılması, bürokratik vesayetin gerilemesi ve siyasal alanının genişlemesi bu sürecin en önemli ayakları oldu. Makro düzeyde, değişimi, normalleşmeyi temsil eden AK Parti, ne yazık ki değer eksenli siyasal tercihlerde yani mikro alanlarda özellikle son 3 yıl içinde giderek muhafazakâr tonu ağır basan bir partiye dönüşüyor. Bunun en belirgin işaretini 2011 seçimlerindeki milletvekili listesinde gördük. 2007'de toplumun farklı kesimlerinden liberal, solcu isimleri alarak bir tür 'demokrasi koalisyonu' kuran AK Parti, 2011 seçimlerinde tercihini kendi siyasal kimliğinin tahkim etme üzerine kurdu. Siyasal kimlik düzleminde yaşanan bu değişim bugün de devam etmektedir. Başbakan Erdoğan sık sık ifade ettiği ve çoğunlukla 'özel alana' ait değer temelli siyasal tercihler bu değişimin en gözle görünür hali oldu. Gençlik, kadın, beden, ahlak gibi değer eksenli mikro politik konularda muhafazakâr bir tutum giderek belirginleşmeye başladı. Bunun son örneğini geçen hafta yaşadık. Son dakikada torba kanuna eklenen ve alkol satışı konusunda düzenlemeyi içeren yasa değişikliği pek çok açıdan sorunludur. Son dakika 'oldu bittisinin' ötesinde gerek tüketim oranlarının düşüklüğü gerekse toplumsal semptomlarının sorun olmadığı ülkemizde bu alanda anayasal referans gösterilecek yapılan her kısıtlayıcı düzenleme sınırların daraltılması ve devletin yasal gücünü kullanılarak topluma siyasal bir tercih dayatmasıdır. Bu, nereden bakarsanız devlet eliyle bir ahlak dayatmasıdır. Devleti yönetenlerin kendi 'doğru' ve 'inançları'nı tüm toplumu kuşatacak 'norm' haline getirmeleri başlı başına 'doğru' yaşam tarzını, diğerlerine empoze etmektir. Alkol konusunda yapılan düzenleme bir kez daha göstermiştir ki AK Parti makro siyasi konularda gösterdiği Türkiye partisi olma hedefini değer eksenli mikro siyasal tercihlerde gösteremediğidir. Bu açıdan AK Parti'nin mikro siyasal tercihlerde Türkiyelileşmesi ve toplumun tüm farklılıklarını kucaklaması gerekiyor. AK Parti siyaseten kendi siyasal kimliğini tahkim eden tercihlerde bulunabilir. Bu en doğal hakkı. Ama unutmaması gereken nokta; Başbakan tüm Türkiye'nin başbakanıdır. Ve Türkiye dilinden kültürüne, dininden yaşam biçimine kadar farklı alanlarda heterojen bir toplumdur. Kemalizm toplumu homojenleştirme projesiydi başarısız oldu. Türkiye'nin 'Yeni Kemalizm'lere ihtiyacı yok. Bu açıdan bu düzenleme AK Parti'ye yıllardır kuşku ile bakan toplumsal kesimlerin bu kuşkularını haklı çıkarmak için malzeme üretmekten başka bir şey değildir. Her şeyden önce Türkiye'de toplumsal barış, toplumsal farklılıklara, kimliklere ve değerlere hakem olacak bir devleti zorunlu kılar. Yönetenlerin kültürel ve dinsel tercihlerinin tüm topluma giydirilmesi demokrat bir tutum olmadığı gibi devletin 'laik'lik nosyonu ile de bağdaşmaz. Bu ataerkillik üzerinde yaşanan otoriterleşmedir. İslamcılığın sekülerleştiği bir süreçte devlet eliyle ahlak dayatması sürecin devlet eliyle terse çevrilmesidir. Bir toplumda güçlü ve çoğunluk olanın azınlığa karşı sorumluluğu daha fazladır. Toplumsal olarak az ve azınlık olanların haklarının anayasal güvenceye alınması gerekirken; tersine siyasal çoğunluğun bu gücü ile 'az ve azınlık' olanları kendine benzetme girişimi muhafazakârları seküler yaşam tarzına sahip olanların hak ve özgürlüklerini koruma konusunda bir sınavın önüne bırakmaktadır.”
Bugün AK Parti, bir siyasi partiden çok şirket. Onu iktidar kılan, iktidar olma halini sürdüren yegâne şey devletin yarattığı ekonomik güç ve bu gücün kendini destekleyenler arasında dağıtılmasıdır.
Bu satırlar dün yazılmadı. Bundan tam 9 yıl önce Gezi protestolarının ilk günlerinde yani 28 Mayıs 2013’te yazıldı ve 29 Mayıs 2013’te Yeni Şafak’taki köşemde yayınlandı. Aradan geçen 9 yılda ne yazık ki 2011’de başlayan ve esas olarak kamusal alanın dönüştürülmesini hedefleyen süreç ağırlaşarak devam etti. Siyasi iktidar, başlatmış olduğu toplumsal dönüşümü devlet imkânlarını kullanarak hız kesmeden sürdürüyor. AK Parti iktidar olarak yakalama imkânını sağladığı “Türkiyelileşme” imkânını kaybetti. Devlete eklemlenen Siyasal İslamcı bir partiye dönüştü. Kendi kültürel kimliğini topluma dayatması, kendi din, ahlak, birey-toplum anlayışını biricikleştirerek tüm toplumu buna uymaya zorlaması, bunu başaramadığı ölçüde zor kullanması; toplumdaki direnci kırmadığı gibi tam tersine büyüttü. Bugün AK Parti, bir siyasi partiden çok şirket. Onu iktidar kılan, iktidar olma halini sürdüren yegâne şey devletin yarattığı ekonomik güç ve bu gücün kendini destekleyenler arasında dağıtılmasıdır. Gerçek şu ki güç azaldıkça, destek de sadakat de azalıyor. İktidar bu sadakati yeniden üretmek için özellikle dış politikada sert söylemler ve yeni adımlarla algıyı yönetmeyi deniyor. Son olarak Erdoğan’ın dünkü grup toplantısında Gezi’ye katılanlar için sarf ettiği “sürtük” kelimesi de bunlardan birisidir. İktidar seçimi kazanmanın dış politikada hamaset, iç politika da kimlik temelli toplumsal fay hatlarını hareket geçirmekten geçtiğini düşünüyor olabilir. Ama bunun mevcut ekonomik koşullarda kolay olmayacağını da açıktır.