Yazılar

Afetlerle mücadelede nasıl bir yol izlenmeli?

Abone Ol
Hızlı ve etkin müdahalenin yaygın hayat kurtardığı afetlerde her resmi görevlinin karar alma sürecinde bir üstünden onay alması ve bu sürecin Cumhurbaşkanı’na kadar uzaması, ilk 72 saatteki büyük sorunların ana kaynağıdır.

Doğal afet türlerinden olan deprem, belirsizlik oranın en yüksek olduğu, en çok can ve mal kaybına neden olan afet türüdür. Depremsellik oranının hayli yüksek olduğu Türkiye’de, toprakların %96’sı deprem riski altındadır. Yerleşim alanlarında yaşayan nüfusun doğrudan ve dolaylı olarak %98’i depremden olumsuz etkilenmektedir. Yalnızca Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar geçen zaman içinde can ve mal kaybına neden olan 40’tan fazla büyük deprem yaşanmıştır. Türkiye’de 1903-1999 yılları arasında, depremlerde oluşan toplam can kaybı 81.630 kişidir.

Bu dönemde Türkiye’nin en büyük depremlerinden olan 1939 tarihli 7,9 büyüklüğünde Erzincan depremi meydana gelmiştir. Depremde 116.720 konut ağır hasar görmüş ve 32.962 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu depremin ardından 1999 yılında Türkiye tarihinde derin izler bırakan ve İzmit, Adapazarı, Yalova, Düzce, İstanbul, Bursa, Eskişehir, Karabük, Zonguldak illerini etkileyen Marmara Depremi yaşanmıştır. Marmara Depremi’nin sonuçlarına ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü’nün 14.02.2000 tarihli hasar tespit durumuna göre 307 bin konut, 45 bini işyeri olmak üzere toplam 352 bin konut ve işyerinin hasar gördüğü belirtilmiştir. Yıkılan, ağır ve orta hasar gören konut ve işyeri sayısı 224 bindir.

Yıkım ve hasardan direk etkilenen insan sayısının ise 1 milyon 500 bin civarında olduğu açıklanmıştır. 2010 yılında yayımlanan Meclis Araştırması Raporuna göre depremde 18.373 kişi can vermiş, 48 bin 901 kişi ise yaralanmıştır. Yaklaşık 16.000.000 insanın doğrudan ve dolaylı olarak depremden değişik düzeylerde etkilendiği bilgisi paylaşılmıştır. Deprem manevi ve maddi kayıplar açısından çok geniş bir coğrafyayı etkilemiş ve ülkede büyük sıkıntılara neden olmuştur. Hemen hemen her gün jeologların, sedimantoloji ile deniz jeolojisi uzmanlarının bölgesel ölçekli deprem uyarılarının yapıldığı ülkemizde, depremle mücadele alanında bir takım önlemler alınmaya çalışılsa da 6 Şubat 2023 tarihinde yaşanan depremler, bu önlemlerin koordinasyonsuzluk çatısı altında yıkıldığını göstermektedir.

6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen ve merkez üssü Kahramanmaraş-Pazarcık ve Elbistan olan depremler, son 150 yılın en büyük depremleri arasında sayılmaktadır. Bu depremlerde AFAD tarafından yapılan en son açıklamaya göre, 50 binin üzerinde insanımız hayatını kaybetmiş, yaralı sayısı ise 110 bini geçmiştir. Yıkılan bina sayısı 6 bin 444, “yıkıldı” ihbarı gelen bina sayısı da neredeyse 12 bindir. Yaşanılan depremin koordinasyon-uyum bağlamında etkilerini değerlendirmek amacıyla hazırlanan bu çalışma sonucunda ilk 3 günde depremle mücadelede koordinasyonsuzluğun sonucunda büyük kayıpların gerçekleştiği bulgusuna erişilmiştir.

Yıkıcı etkilerinin 1999 Depremi ile karşılaştırıldığı bu deprem, Devlet yönetiminin 23 yılda, depremle mücadele konusunda koordinasyonunu yitirerek daha kötü bir noktaya geldiğini gözler önüne sermiştir. Süreçte bu koordinasyonsuzluk ana neden olarak görülmektedir. Bu süreci biran önce toparlamak, bir sonraki yaşanabilecek deprem felaketinde aynı hatalara düşmemek adına çok hızlı ve koordineli bir şekilde harekete geçmek gerekmektedir.

Bu kapsamda çalışmada, sivil savunma ve afet yönetimi alanında yetkin bilgisi olan eski, mevcut devlet görevlileri, bölgede görev yapan kamu görevlileri, depremzedeler, sahada arama-kurtarma faaliyetlerine destek veren sivil toplum örgütü temsilcileri ile yapılan görüşmeler ışığında, depremle mücadelede dirençli kentler ve toplum inşa etmek için bir dizi öneri seti geliştirilmiştir. Türkiye’de afetlerle mücadelede risk azaltma strateji ve politikalarının koordinasyon çatısı altında etkin hâle getirilmesi için yapılması gereken hususlar aşağıdaki şekilde değerlendirilmiştir:

Türkiye'de afet yönetimi için mümkün olduğunca sade, kendi iç mantığına uygun, merkezi idarenin yönlendirici olduğu, liyakate dayalı ve yerel yönetim organlarının (merkezi idarenin taşradaki temsilcileri dahil) etkin bir şekilde planlama ve uygulama yaptığı esnek bir model benimsenmelidir. Ulusal afet yönetim sisteminde sahip olduğumuz parçalı yapının yarattığı sorunlar, 2009 yılında bütünleşik afet yönetimi sisteminin uygulanması amacıyla, afet ve acil durum hizmetlerinin tek elde koordine edilmesini sağlayan düzenleme sonucunda İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan AFAD üzerinden çözülmeye çalışılmıştır.

Türkiye’de 2009 yılı ile birlikte geliştirilen bütünleşik afet yönetimi mevzuatı, özellikle arama-kurtarma faaliyetlerinin eşgüdümünün sağlanması açısından son derece yeterlidir. Ancak depremlere müdahale sürecinde mevzuatın uygulanmasında ciddi sorunlar yaşanmıştır. Hızlı ve etkin müdahalenin yaygın hayat kurtardığı afetlerde her resmi görevlinin karar alma sürecinde bir üstünden onay alması ve bu sürecin Cumhurbaşkanı’na kadar uzaması, ilk 72 saatteki büyük sorunların ana kaynağıdır.

Ancak kurumun nitelik ve nicelik olarak yeterli kapasiteye sahip olamaması, afetlerle mücadele alanında koordinasyonsuzluk sorunun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu durumun ivedilikle çözülmesi için merkezi idarenin yönlendirici olduğu, afet yönetiminin Bakanlık seviyesinde bir örgütlenme üzerinden ve yerel yönetim organlarının (merkezi idarenin taşradaki temsilcileri dahil) da etkin bir şekilde planlama ve uygulama yaptığı esnek bir model benimsenmelidir.

Afet yönetiminin Bakanlık seviyesinde bir örgütlenme üzerinden ve yerel yönetim organlarının (merkezi idarenin taşradaki temsilcileri dahil) da etkin bir şekilde planlama ve uygulama yaptığı esnek bir model benimsenmelidir.

Bu modelde, sivil toplum kuruluşlarına önemli bir rol verilmeli ve afet yönetimi sürecinde aktif bir şekilde yer almalıdır. Aynı zamanda, mahalli idareler sadece yetkili değil, aynı zamanda sorumlu bir şekilde afet yönetimine dahil olmalıdır. Yine bu model içerisinde liyakate dayalı profesyonelleşme sağlanmalı ve uzman yöneticilerin deneyimleri, merkezi idare ve yerel yönetimlerin afet yönetimi konusundaki kapasitelerinin geliştirilmesinde kullanılmalıdır.

Bu kapsamda afetle mücadele alanının her aşamasında görev alacak olan personelin seçiminde uzmanlaşma alanları dikkate alınarak liyakate dayalı bir sistemin belirlenmesi ve personel alımlarının bu sisteme göre yapılması gerekir. Türk Silahlı Kuvvetleri de bu modelin içine yerleştirilmelidir. Bu kapsamda Emasya Protokolü’nün düzenlenerek tekrar yürürlüğe girmesi gerekir. Hukuk standartları çerçevesinde Emasya Protokolü revize edilerek deprem, yangın, sel gibi doğal afet durumlarında İçişleri Bakanlığı, ilgili bakanlıklar ile Millî Savunma Bakanlığında kamu düzeninin sağlanabilmesi için koordineli halde iş birliği faaliyetlerinde bulunmaları gerekir.

Bu birliktelik ile görev ve yetki alanları oluşturulduğu takdirde sorumluluğun müşterek hâlde uygulanacak tedbirler ile verileceği dikkate alınmalıdır. Deprem, sel, yangın gibi doğal afetlerin yaşandığı bölgede afetin büyüklüğüne bağlı olarak valiliğin bilgisi dahilinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin gücünden yararlanılması, afetlere müdahale alanında kamu düzeninin yeniden sağlanmasında ve koordinasyonunda etkili olacaktır.

Türkiye'de afetlerle mücadelede etkin bir yapılanma için afet risklerini değerlendirmek için açık plan anlayışına geçilmelidir. Açık plan anlayışı, toplumun dahil olduğu, katılımcı ve müzakere edilmiş bir planlama sürecidir. Bu yaklaşım, toplumu dışlamadan ve emrivaki yapmadan, insanların fikirlerini ve ihtiyaçlarını dikkate alarak planlamayı gerçekleştirir. Açık planlama, toplumun çeşitli kesimlerinin aktif katılımını teşvik eder, paydaşların fikirlerini ifade etmesine olanak tanır ve karar süreçlerine dahil eder. Bu şekilde planlama kararları daha adil, şeffaf ve toplumsal kabul gören şekilde üretilir. Açık planlama sürecinde, toplumun çıkarlarının korunması, kamusal alanların iyileştirilmesi ve yaşam kalitesinin artırılması hedeflenir.
Türkiye'de afetlerle mücadelede etkin bir yapılanma için afet risklerini değerlendirmek için açık plan anlayışına geçilmelidir. Açık plan anlayışı, toplumun dahil olduğu, katılımcı ve müzakere edilmiş bir planlama sürecidir.

Bu yaklaşım, kamusal alanlara ve toplumsal yaşama önem verirken, toplumun yaşam değerlerinin birlikte şekillendiği bir planlama sürecini beraberinde getirir. Ayrıca, kent ve kır dengesini gözetir ve afetlerle mücadele sürecinde kentsel alanların nasıl üretileceği ve düzenleneceği konusunda önemli bir rol üstlenir. Açık planlama anlayışı çerçevesinde, kent planlarının mikro bölgeleme çalışmalarına dayandırılması gerekmektedir.

Ülke genelinde ulusal afet risk değerlendirmesi yapılmalıdır. Afet risklerinin değerlendirilmesi, mevcut ve potansiyel afet risklerinin belirlenmesi, analiz edilmesi ve önceliklendirilmesini içerir. Bu değerlendirme, bilimsel verilere ve analizlere dayanarak gerçekleştirilmelidir. İl düzeyinde yapılacak bir afet risk değerlendirmesi, ilin coğrafi, demografik, ekonomik ve sosyal özelliklerini dikkate alarak risk profili oluşturulmasına olanak sağlar. Bu değerlendirme, afet risklerinin büyüklüğünü, olası etkilerini ve hassas alanları belirlemeyi amaçlar. Ulusal bir afet risk değerlendirmesi ve yönetimi süreci, uzun vadeli politik ve mali taahhütleri gerektiren stratejik kararları içerir.

Afet risk değerlendirmesi, hükümetlerin ve kentsel yönetimlerin afetlere yönelik politikalarını belirlemelerine yardımcı olur. Bu politikalar, afet risklerini azaltmaya odaklanırken, kaynakların etkili bir şekilde tahsis edilmesini, risk yönetimi önlemlerinin uygulanmasını ve toplumun afetlere hazırlıklı olmasını sağlamayı hedefler. Afet risk yönetiminde belirtilen işlevlerin tamamını içeren başarılı bir sistem için aşağıdaki politika, strateji ve planlamaların çıktılarının olması beklenmektedir:

  • Ulusal sürdürülebilir kalkınma planları: Yeni risk oluşumundan kaçınma, mevcut riskleri yönetme ve azaltma, çeşitli sektörlerde dirençlilik geliştirme ve kalkınma hamlelerini tehlikelerden koruma amacıyla ulusal sürdürülebilir kalkınma planları hazırlanmalıdır.
  • Risk azaltma hedef ve amaçlarının önceliklendirilmesi: Ulusal afet risk azaltma ve iklim değişimine adaptasyon çalışmalarında risk azaltma hedeflerini ve amaçlarını belirlemek ve önceliklendirmek gerekmektedir.
  • Kapasite analizi ve dirençlilik: Ulusal kapasitelerdeki güçlü alanları ve boşlukları, risk seviyeleriyle bağlantılı olarak tanımlamak ve dirençliliği tespit etmek önemlidir.
  • Detaylı sektörel ve coğrafi risk değerlendirmeleri: Ayrıntılandırılmış sektörel ve coğrafi risk değerlendirmeleri için gereklilikleri tanımlamak, risk yönetimi için önemli bir adımdır.
  • Risk finansal yönetim ve yatırımları: Afet riski finansal yönetim ve yatırımlarına rehberlik etmek, risklerle başa çıkmak için gerekli kaynakları sağlamayı içermelidir.
  • Etki tahminleri ve müdahale planlamaları: Bir afet durumunda zarar görebilirlikleri ve afetin yaratacağı etkilerin gerçek zamanlı tahminlerini gerçekleştirerek müdahale ve iyileştirme planlarının temel dayanaklarını belirlemek önemlidir.
  • Halkın eğitimi ve farkındalık faaliyetleri: Afet riski yönetimi konusunda halkın eğitimi ve farkındalık faaliyetlerini desteklemek, toplumun afetlere hazırlıklı olmasını sağlar.

Bu çıktılar, ulusal afet risk değerlendirmesi sürecinin tüm paydaşlarını içermeli ve kamu kurumları, özel sektör, sivil toplum, medya ve genel kamu temsilcileri gibi aktörleri sürece dahil etmelidir.

Afet risklerinin değerlendirmesi sonuçlarına dayalı olarak il düzeyinde stratejik planlar geliştirilmelidir. Ulusal afet risk değerlendirme sonuçlarına dayalı olarak il düzeyinde stratejik planlar geliştirilir. Bu planlar, afet risklerinin azaltılması, acil durum yönetimi, iyileştirme ve iyileştirme faaliyetlerinin yönlendirilmesi için kılavuz niteliğindedir. Stratejik planlar, ilin öncelikli afet risklerine odaklanır, kaynakların etkili kullanımını sağlar ve paydaşların katılımını teşvik eder. Aynı zamanda afetlere dirençli bir il yapısı oluşturulmasını hedefler.
Ulusal afet risk değerlendirme sonuçlarına dayalı olarak il düzeyinde stratejik planlar geliştirilir. Bu planlar, afet risklerinin azaltılması, acil durum yönetimi, iyileştirme ve iyileştirme faaliyetlerinin yönlendirilmesi için kılavuz niteliğindedir.

Bu çalışmalar yerel, bölgesel ve ulusal düzeyde gerçekleştirilmelidir. Açık planlama anlayışı kapsamında riskli bölgeler belirlenmeli ve bu bölgelerde afetlere karşı korunma, hazırlık ve müdahale stratejileri geliştirilmelidir. Yine bu planlarda Türkiye'deki kentlerdeki gelir eşitsizliği ve konut sorunları da dikkate alınmalıdır. Tek tip konut sunumları yerine farklı maliyetlere ve özelliklere sahip konut çözümleri geliştirilmelidir. Bu, daha çeşitli ve erişilebilir konut seçeneklerinin sunulması anlamına gelir. Yine bu planlarda kentsel altyapının korunması ve güçlendirilmesi için gereken adımlar belirlenmelidir. Özellikle bu planlarda kentsel altyapının afetlere karşı güçlendirilmesi amacıyla aşağıdaki belirtilen konulara dikkat edilmesi önerilir:

  • Kentsel ulaşım ve enerji kaynaklarının korunması ve geliştirilmesi: Ulaşım ve enerji altyapısı, bir kentin işleyişinin temel unsurlarıdır. Bu nedenle afetlerden etkilenmelerini önlemek için bu alanlara özel dikkat gösterilmelidir. Elektrik üretimi, iletimi ve şebeke altyapısının güçlendirilmesi için çalışmalar yürütülmelidir.
  • Kentsel altyapı tesislerinin sahibi veya işleticisi olan kamu veya özel sektörün sorumluluğu: Kentsel altyapının korunması ve risklerin azaltılması, altyapı tesislerinin sahibi veya işleticisi olan kamu veya özel sektöre düşer. Bu paydaşlar, altyapılarını afetlere karşı dayanıklı hale getirmek için gerekli önlemleri almalıdır.
  • Kentsel altyapı koruma uzmanlarının istihdamı: Belediyeler bünyesinde Kentsel Altyapı Koruma Uzmanları istihdam edilmelidir. Bu uzmanlar, kentsel altyapının risklerini analiz eder, koruma stratejileri geliştirir ve planlamalarda yer alırlar.
  • Bilgi paylaşımı ve işbirliği: Kentler arasında kentsel altyapı koruma bilgi paylaşımı sağlanmalıdır. Deneyimlerin ve en iyi uygulamaların paylaşılması, diğer kentlerin benzer risklerle karşılaşmaları durumunda daha iyi hazırlıklı olmalarını sağlar. Ayrıca, kentler arasında dayanışma ve işbirliği artırılmalıdır.
  • Güvenlikle ilgili risklere odaklanma: Hırsızlık, yağma ve diğer güvenlikle ilgili riskler, afet durumlarında artabilir. Bu nedenle güvenlik önlemleri ve hazırlık faaliyetlerine ağırlık verilmelidir.
  • Kentsel afet risk analizleri ve kriz yönetimi: Kentsel afet risk analizleri yapılmalı ve bu analizlere dayalı olarak risk azaltma stratejileri belirlenmelidir. Ayrıca, kriz yönetimi yeteneklerinin geliştirilmesi ve afet durumlarında etkili müdahale sağlanması önemlidir.

Bu önlemler, kentsel altyapının afetlere karşı dirençli hale getirilmesi ve hizmetlerin sürdürülebilirliğinin sağlanması için gereklidir. Kentsel afet risk azaltma stratejik planı, kent yönetimleri tarafından sürekli olarak gözden geçirilmeli ve güncellenmelidir.

Türkiye’de açık plan anlayışına dayalı olarak her il için ayrı imar yönetmeliği ve tasarım rehberi geliştirilmelidir. Türkiye'de açık plan anlayışına dayalı olarak her il için ayrı imar yönetmeliği ve tasarım rehberi geliştirilmesi, kentsel planlama ve afet risk yönetimi açısından önemli bir adım olabilir. İmar yönetmelikleri ve tasarım rehberleri, kentsel altyapı, yapılaşma, yeşil alanlar, ulaşım ağı gibi unsurları düzenleyerek, kentlerin sürdürülebilir ve afetlere dayanıklı bir şekilde gelişmesini sağlar. Her ilin farklı coğrafi, iklimsel, sosyoekonomik ve demografik özellikleri bulunmaktadır.

Bu nedenle, her ilin ihtiyaçlarına ve risk profiline uygun olarak imar yönetmeliği ve tasarım rehberleri geliştirilmesi önemlidir. Bu belgeler, ilin afet risklerini dikkate alarak yapılaşma politikalarının belirlenmesini, binaların güvenliğini ve dayanıklılığını artırmayı, yeşil alanların korunmasını, ulaşım ağının etkin bir şekilde planlanmasını ve kent estetiğinin gözetilmesini sağlar. Ayrıca, her ilin yerel yönetimleri ve planlama kuruluşları, ilgili paydaşlarla işbirliği içinde ilin ihtiyaçlarına uygun imar yönetmeliği ve tasarım rehberlerini hazırlamalıdır.

Bu süreçte, halkın ve diğer ilgili tarafların katılımı sağlanmalı, bilimsel verilere dayalı analizler yapılmalı ve ulusal politika ve stratejilerle uyumlu olunmalıdır. İmar yönetmelikleri ve tasarım rehberleri, afet risklerinin azaltılması, yapıların dayanıklılığının artırılması, doğal kaynakların korunması ve kentsel yaşam kalitesinin yükseltilmesi gibi hedefleri destekler. Bu belgeler, kentlerin afetlere karşı daha dirençli olmasını sağlar ve afet sonrası iyileştirme süreçlerinde rehberlik eder.

Ancak belirtmek gerekir ki, imar yönetmelikleri ve tasarım rehberleri yalnızca hazırlanmasıyla sınırlı kalmamalı, aynı zamanda etkin bir şekilde uygulanmalı ve denetlenmelidir. İlgili kamu kurumları, yerel yönetimler ve diğer ilgili paydaşlar arasında işbirliği ve koordinasyon sağlanarak, bu belgelerin hedeflenen amaçlara ulaşmasını sağlamak önemlidir.

Sonuç olarak yapılacak tüm değişimlerin ve düzenlemelerin yanında afetlere karşı etkin mücadelenin, toplumu oluşturan her birey/her kurumun katılımıyla birlikte gerçekleştirilebileceği unutulmamalıdır. Zira afetten etkilenecek olan sadece tek tek bireyler değil, topyekûn millettir.

ü