Her zamanki gibi iktidarın bu sefer daha çok algıya oynayacağını ve medyaya yüklenerek eleştirileri, muhalif sesleri bastırmaya daha fazla ağırlık vereceğini öngörebiliriz.Ancak bazı durumlarda afetlerin çatışan taraflar arasında afet diplomasisi için fırsatlar yaratarak devam eden düşmanlıklar üzerinde yatıştırıcı bir etkiye sahip olduğu da bir gerçektir. Ancak buna hazır bir ortam ve aktörlerin olması gerekir. Örneğin Hint Okyanusu'nda 2004 yılında meydana gelen deprem ve tsunami, Sumatra'da ayrılıkçı Özgür Açe Hareketi ile Endonezya güvenlik güçleri arasında uzun süredir devam eden çatışmanın çözülmesine katkıda bulunmuştur. Tsunami ateşkese yol açmış, yabancı yardım akışı ve yardım vaatleri, uluslararası toplumun arabuluculuğu ile birlikte nihayetinde 2005 yılında bir barış anlaşması ile sonuçlanmıştır. Türkiye’de yaşanan son afetin muhtemel etkilerine gelirsek…Birkaç gün önce yaşadığımız depremin ne tür ekonomik ve siyasi sonuçları olacağını kesin bir şekilde öngörmek zor ancak buna dair birtakım tahminlerde bulunulabilir. Ekonomik açıdan, Reuters'a demeç veren uzmanlar yıl büyümenin ilk tahminlerden deprem nedeniyle 1-2 puan aşağıda kalabileceğini belirtiyor. Buna göre büyük felaketin GSYH'ye etkisini 0.6 ila 2 puan arasında bir kayıp olarak hesaplanırken üretimin %50 oranında aksadığı ve bu düşüşün ancak 6-12 ay gibi bir sürede telafi edilebileceği belirtiliyor. Bu demektir ki ekonomide çok daha zor günler yaşayacağız. Bu, büyük bir dış yardım gelmezse henüz atlamadığımız ekonomik krizin sonuçlarının ağırlaşması anlamına geliyor. Siyasi boyutla ilgili olarak ise şu söylenebilir: Birçok doğal afetin tek bir ülkede hissedilen ani etkileriyle yerelleştiği göz önüne alındığında, devlet içi çatışma riskinin devletlerarası çatışmaya kıyasla çok daha yüksek olduğu gözlemlenmektedir. Bu anlamda bakıldığında Türkiye’de yaşanan depremin, muhalefetle iktidar arasındaki kutuplaşmayı tetikleyeceği gibi devlet içerisinde potansiyel ayrışma noktalarını teşvik edeceği ve iktidar koalisyonu içerisindeki bölünmeleri kısa ve orta vadede tetikleyeceği öngörülebilir. Deprem nedeniyle seçimlerin ertelenip ertelenmeyeceğine dair kesin bir şey söylemek zor görünüyor. Siyasi aktörler de bu konuda doğal olarak herhangi bir açıklama yapmış değil. Ancak afet, seçimleri ertelemek için bir enstrüman olarak görülebilir, iktidar elitleri seçimlere kendileri açısından böylesine olumsuz bir ortamda girmeyi tercih etmeyebilirler. Ancak seçimlerin ertelenmesinin zaten krizde olan Türkiye ekonomisine yapacağı olumsuz etki ve kayıpları da şimdiden kestirebilmek mümkün. Fakat her zamanki gibi iktidarın bu sefer daha çok algıya oynayacağını ve medyaya yüklenerek eleştirileri, muhalif sesleri bastırmaya daha fazla ağırlık vereceğini öngörebiliriz. Bunun siyasete ve topluma etkisinin hoşnutsuzluk ve huzursuzluğun artması şeklinde olması muhtemeldir. Seçimlerin ertelenmesi meselesini bir kenara bırakırsak, ekonomik ve siyasi krizi daha da derinleştiren bir faktör olarak depremin yaratacağı muhtemel olumsuz etkilerin kısa vadede ortadan kaldırılması mümkün görülmediği için yapılacak ilk seçimlerde iktidarın ciddi bir oy kaybına uğrayacağı yönünde bir etkisinin olacağı söylenebilir.
Türkiye’de yaşanan depremin, muhalefetle iktidar arasındaki kutuplaşmayı tetikleyeceği gibi devlet içerisinde potansiyel ayrışma noktalarını teşvik edeceği ve iktidar koalisyonu içerisindeki bölünmeleri kısa ve orta vadede tetikleyeceği öngörülebilir.
Allah bu ülkeye bir daha böyle dert göstermesin diye dua edelim ama felaketlerden ders alamayan bir ülke için maalesef bu bir kader gibi görünüyor. Burada kaderi aslında yaratıcının takdir ettiği bir mahkûmiyet değil, onun koymuş olduğu yasalara aykırı davrananların kendi kendilerini mahkûm ettiği bir determinasyon anlamında kullanıyorum. Gelelim esas konuya…
Depremler deprem vs. gibi doğal afetler, başlıkta da ifade ettiğimiz gibi sadece kendisinden ibaret değil. Hegel ve Marx gibi diyalektik düşüncenin modern temsilcilerinin ilham aldığı Yunanlı filozof Heraklitus’a göre her şeyin temelinde çatışma ve savaş vardır. Savaş da bir tür afettir, dolayısıyla savaş gibi genelde dönüştürücü bir işlev yerine getirirler. Bu tür felaketlerin etkilerini Türkiye’de yaşadık. 1999 Depremi, zaten yeterince köhnemiş mevcut sisteme ilişkin halkın yenileşme taleplerini ivmelendirmiş, başka faktörlerin de etkisiyle AKP’nin 2002’de iktidara gelişinin önünü açan bir rol oynamıştı.
Afetler sadece iç siyasette değil uluslararası ilişkilerde de önemli bir determinanttır. 2011 Suriye ayaklanmasıyla ilgili Türkiye’de çok şey yazıldı çizildi ama krizin otoriterlik dışında yerel faktörlerine pek değinilmedi. 2008’den itibaren yaşanan kuraklık ve onun yol açtığı kıtlık, Suriye’de bugün de yaşanmakta olan felaketlerin nedenlerinden biri olduğunu bizzat bu işin uzmanları söylüyor.
Ülkede tarım arazilerinin bulunduğu kırsal bölgelerde yaşanan kuraklık ve kıtlık, köyden kente göçü tetikledi. Kuraklık başta tahıl/un/ekmek fiyatlarını yükseltti, genel gıda fiyatlarında da müthiş bir pahalılık yarattı. Öte yandan köyden kente göç, konut fiyatlarını ve kiraları artıran bir etki yaptı. Gıda ve konut fiyatlarının eşzamanlı ivmelenmesi, zaten otoriter yönetimdeki yolsuzluk ve toplumsal taleplerin karşılanmasındaki yetersizlik nedeniyle toplumda memnuniyetsizliğe yol açtı.
Ardından 2010’da Tunus’ta başlayan Arap ayaklanmalarının yarattığı tsunami dalgaları Suriye’ye ulaştığında toplumdaki hoşnutsuzluk pik yapmış, istikrarsızlık için elverişli bir ortam oluşmuştu. Elbette Körfez ülkelerinin ve ABD’nin ayaklanmanın ateşe benzin dökmesi, ayaklanmaları alevlendirmeye yetti.
Öte yandan Suriye iç savaşının neden olduğu mülteci sorununun Türkiye’nin AB ülkeleriyle olan ilişkilerini nasıl etkilediğini, krizin zirveye çıktığı 2015-2016 sürecinde bizzat yaşadık. Ankara, mülteci krizini AB ülkelerine karşı bir sopa olarak kullanmayı tercih etmiş, böylelikle bu sopa sayesinde AB’ye her istediğini yaptıracağını ya da en azından AB’nin insan hakları ve demokrasi konularındaki eleştirilerinin yarattığı baskıyı hafifleteceğini düşünmüştür.
Yalnız mülteci sopasının AB’ye karşı kullanımının, Türkiye’deki siyasi ve ekonomik sorunları çözmediğini, AB ile yapılan anlaşmalar nedeniyle Türkiye’nin bir mülteci deposu hâline dönüştüğünü de görüyoruz. Tabii Afgan mültecilerin Türkiye’ye akmasına ve kontrolsüz geçişlere yol açan açık kapı politikalarını da rolüne işaret etmeden geçmemek lazım.
Başka çok çarpıcı örnekleri de vermek mümkün. Rusya'nın güneyinde yine 2010 yaz kuraklığı ve 2011 başlarında Çin'in doğusunda yaşanan kış kuraklığı, küresel buğday piyasasında fiyat şokları yaratarak buğday fiyatlarının iki katından fazla artmasına neden olmuştur. Bu durum en büyük buğday ithalatçısı olan Mısır'da ekmek fiyatlarında önemli bir artışla beraber sosyal huzursuzluğa yol açmış, Etiyopya'nın Batı Nil nehri üzerinde devam eden hidroelektrik projesi- Mısır ve Etiyopya arasındaki krizi tetiklemiştir.
Bir başka örnek ise Pakistan’la Bangladeş arasında meydana gelen savaş ve savaş sonucu Bangladeş’in kurulmasında doğal afetlerin oynadığı rolle ilgilidir. 1970 yılında, şimdiye kadar kaydedilen en ölümcül kasırga olan Bhola kasırgası Doğu Pakistan'ı vurmuş ve yaklaşık 500 bin kişinin ölümüne neden olmuştur. Kasırga sonrasında yavaş ve yetersiz yardım müdahalesi nedeniyle ağır eleştirilere maruz kalan hükümetin yardım çabalarının başarısızlığı, zaten siyasi huzursuzluk yaşayan Doğu Pakistan'da ayrılıkçı taleplere desteği güçlendirmiştir. Bu felaket, 1971'de Bangladeş Kurtuluş Savaşı'nın başlamasına katkıda bulunan faktör olarak işlev görürken Hindistan'ın Bengal bağımsızlık hareketinin yanında savaşa girmesiyle 16 Aralık 1971'de bağımsız Bangladeş devleti kurulmuştur.
Yorumlar
Popüler Haberler
Deniz Zeyrek, Sözcü gazetesinden ayrıldı
Mahkeme tespit etti: Boğaziçi Üniversitesi, mülakatta usulsüzlük yapmış!
MSB kaynakları, Bosna'da görev yapan Türk askerinin pedofili suçunu doğruladı
Adaylık kulisi: 'İktidarı en mutsuz edecek' İmamoğlu-Yavaş formülü
Otopsi raporu ortaya çıktı: Rojin'in ölüm nedeni belli oldu
Ahmak davası: AYM’nin İmamoğlu kararı 9 ay sonra Resmi Gazete'de