Sözün sahibi, Mülkiyeden mezunmuş. Hangi ihtiyaca binaen söylemiş peki? Kılıçdaroğlu’nun aday olma ihtimaline karşı hem de “makul söylemeliyim” demeyi de ihmal etmemiş. Demek istiyor ki, “biz kendi aramızda daha ağırını konuşuyoruz”. Türkiye’nin en temel gerçeği, inanç alanında yaşanandır. Ayrımcılık yapanın da, yapmayanın da bu topraklara ait olduğunu dikkate alırsanız, insani bir sonuca ulaşabilmek için bu alanı görmek ve adaletin ince terazisini hep yanınızda taşımak zorundasınız. Taşımazsanız olmaz çünkü… Pek çok hatıram var bu konuda ama en yakın ve en “masum” olanını aktarmak isterim. 31 Mart 2019 seçimleri yapılmış ama sandığa atılan beş oydan dördünün geçerli kabul edildiği, İmamoğlu için verilen oyun ise iptal edilmesi nedeniyle İstanbul seçimlerinin yenilendiği 23 Haziran henüz olmamış. Bir araştırma için oradayız. Yaklaşık 120 km uzaklığı var Kemah’ın Erzincan’a. O gün ve ertesi gün Kemah ile birlikte İliç ve Kemaliye ilçelerini araştıracağız. Şehrin en üst makamının kahvaltı vereceği söylendi. Çoğunlukla olmaz ama zamanında geldiler. Bir yanımızda Sultan Melik Türbesi, hemen yukarıda Kemah Kalesi, önümüzdeyse Fırat, öyle nazlı nazlı akıyor ki; çağıltısı hala kulaklarımda. Çaylar konuldu, ünlü tulum peynirinin lezzetine övgüler dizildi, petek balı ile kombin oluşturuldu; derken, söz, İmamoğlu üzerinden inanç meselesine odaklandı. İÇİNDEN Mİ, KÖYÜNDEN Mİ?Pontus mu, değil mi” muhabbeti sürerken, her nasıl olduysa söz dönüp dolaşıp Aleviliğe geldi. Şehrin en üst makamı, muhtemelen makamın verdiği özgüvenle “ileri geri” konuşmasını sürdürdü. İkimiz açısından da “kesişim kümesi”nde yer alan araştırma sürecinin koordinatörü olan dostum, gidişattan rahatsız olmuş olacak ki bir çeşit uyarı niteliğinde söze girdi. Beni kastederek, “Tercanlıdır” dedi. Sormadan edemedi, şehrin en üst makamı; “merkezden mi, köylerinden mi?” “Köyünden” dedim. Biz alışkınız bu sorulara ama soruyu soran dahil pek çok zevat aynı masaya oturmaktan bile rahatsız olur. Kahvaltı o an bitti. Sabah sabah, pek çok zorluğu olan 120 kilometrelik yolu katetip gelen o “büyük insan”, aniden korumasına dönüp, bir sonraki programa yetişmeleri lazım geldiğini söyleyip kalktı. Neden mi? Bilen bilir; Tercan’ın köyleri, önemli ölçüde Alevidir ve daha da önemlisi “köyünden mi?” sorusu, üstü örtülü olarak “Alevi misin?” anlamına gelir. “Dil düşüncenin evidir” demişti Kaşgarlı Mahmud; onu “düzenlemek” ve hakkaniyetli kullanmak bize düşer. Çünkü bu bir insanlık vazifesidir yapmaz iseniz muhatabınızı her zaman yaralarsınız. Tıpkı şu sözü eden gibi…  “Bizim klasik sağ muhafazakâr, refleks olarak camide namaza girince safın soluna durmuyor ki oranın sevabı azdır diye” SÖZÜN TAMAMI KİME? Sözün sahibi, Mülkiyeden mezunmuş. Hangi ihtiyaca binaen söylemiş peki?
Bu çok matah makbul bir şey olmayabilir. Ama bu refleksi görmezden gelemeyiz” diye de altını çizmiş. Atalarımız, “sözün tamamı deliye söylenir” demişler.
Kılıçdaroğlu’nun aday olma ihtimaline karşı hem de “makul söylemeliyim” demeyi de ihmal etmemiş. Demek istiyor ki, “biz kendi aramızda daha ağırını konuşuyoruz”. “Bu çok matah makbul bir şey olmayabilir. Ama bu refleksi görmezden gelemeyiz” diye de altını çizmiş. Atalarımız, “sözün tamamı deliye söylenir” demişler; Mülkiye’den mezun o şahsiyet de, cümleyi kurmuş ama tamamlamayı bize bırakmış. Şöyle tamamlanabilir mi onun cümlesi? “Yolsuzluğa pirim verir; haksızlığın âlâsını yapar. Yandaşını korur, liyakati önemsemez, ötekileştirir ve hepsinden önemlisi ayrımcılık yapar. Akraba sevicidir; oğluna, kızına kurdurduğu vakıflar aracılığıyla kamunun olanaklarını har vurup harman savurur. Yetkiyi verdiğimiz an, kamunun gücünü kamuya karşı kullanır.” Tamamlanamaz; çünkü hepimiz biliyoruz ki, bu yakıştırmaların hiç biri Kılıçdaroğlu’na uymaz. O halde nasıl tamamlamamızı istiyor yarım bıraktığı cümlesini? Şöyle: “Kılıçdaroğlu Alevi olduğu için kazanamaz”. Bu tarz cümlelerin kurulduğuna tanık olduğumda, zihnim bütün Anadolu’da dolaşır ve gelip Ankara’da Kazan ovasına takılı kalır. Neden mi? Şundan: Murtazaabad’mış önceleri buranın adı; sonra Mürted olmuş ve nihayetinde de Akıncılar adını almış, tamamen renksiz, kokusuz ve de duygusuz. Tercüme etmemi ister misiniz? Murtazaabad, Ali’yi sevenlerin yaşadığı yer; Mürted ise dinden çıkanların yeri. Diyeceksiniz ki Ali’yi sevenler nasıl olmuş da Mürted olmuş? KAF DAĞINA ULAŞINCA… Acıklı ve hazin bir öykü; esasında Anadolu’nun pek çok yerinde benzer öykülere rastlarsınız. Neden mi? Ayrıntısı uzun sürer ama yukarıdaki sözleri sarfeden ve ne yazık ki Mülkiye gibi bir okuldan diploma alıp, “sol tarafın sevabı daha az” sözünü telaffuz ederek, “Alevi biri kazanamaz” diyen kafalar yüzünden… “Ne yapalım durum böyle” diyemezsiniz; kurduğunuz ayrımcı, ötekileştirici cümlelerin arkasında gizlediğiniz ve “durum” dediğiniz şeyden kendinize çıkardığınız “vazife” yanlıştır. Hakkın karşısında olduğunuzu unutup, sağınız ile solunuz arasında yaptığınız ayrımı matah bir şeymiş gibi anlatamazsınız; anlatırsanız, aklınızın düpedüz esir düştüğü anlamına gelir. Geldiğiniz yeri de, o yere gelmenize aracılık yapanları da, insanlığın evrensel mirasını da unuttuğunuzu hatırlatmak ne kadar doğrudur bilemem ama tarih denilen sürecin de insanlığın hafızası olduğu açıktır. İyisi mi Nazım’ın dizelerini “kıssadan hisse” kabul edip, bu defteri burada kapatalım: “Dünya bu, insan yürür, yükselir, çıkar yokuşu, gayrı öyle olur ki ilk hareket noktasına bir daha dönüp bakmaz. Bizi yedi kat yerin dibinden alıp sırtında götürürken zümrüdü anka kuşu budumuzdan et kesip veririz. Sonra Kafdağı'na ulaştık mıydı kuş unutulur biz buraya say-i zatimizle çıktık, deriz.”