Dün Türkiye korkunç iki deprem yaşadı. Karşı karşıya kaldığımız felakette kurtacı rollerden birinin Türk Silahlı Kuvvetlerin birlikleri olacağını ve onların arama kurtarmada neden sahada olması gerektiğini eski asker Hakan Şahin yazdı. Türkiye, tarihinin en büyük felaketlerinden birini yaşarken, kurtarma ve diğer yardımlar konusunda akla ilk gelen kurumlardan biri Türk Silahlı Kuvvetleri. Milli Savunma Bakanı dün itibarıyla deprem bölgesinde üç bin askerin yardım ve arama-kurtarma faaliyetlerine katıldığını söyledi. Yaklaşık 560 bin personele sahip Türk Silahlı Kuvvetlerinin 10 ile yayılmış bir deprem bölgesinde, il başına ortalama 300 personel düşecek şekilde sağlayabildiği üç bin kişilik bu katkıyı yeterli bulmak mümkün değil. Ülkenin tarihsel olarak ve doğası gereği en organize kurumu olan ordusunun bu tür yaşamsal durumlarda afetzedelere yardım konusunda hızla örgütlenebilmesini bekliyoruz. İnsani Yardım Tugayı ile Özel Kuvvetler Komutanlığının ve Jandarma’nın bu konuda uzmanlaşmış birliklerinin, sivil yöneticilerle koordinasyon içinde deprem bölgesindeki faaliyetlerini artırması ve hızlandırması gerekiyor. Depremden etkilenmeyen bölgelerdeki komando birliklerinin ve özellikle Birinci ordu ve Ege Ordusu bölgesinde bulunan kara birliklerinin bu uzmanlıkları destekleyecek biçimde depremden zarar görev illerimize nakledilmesi; ve hem kendi bünyelerinde hem de merkezde bulundurulan her tür lojistik imkanı halkın istifadesine açabilmesi önem taşıyor. Önemli bir diğer konu ise, depremde zarar gören hastaneler meselesi. Depremde birçok hastane yıkıldı ve kullanılamaz hale geldi. Bundan birkaç yıl öncesine kadar, Türk Silahlı Kuvvetlerinin iyi örgütlenmiş ve uzmanlaşmış bir askerî sağlık sistemi vardı. 15 Temmuz’dan sonra çıkartılan KHK’larla bu sağlık sistemi maalesef göz göre göre yok edildi. Askeri hastaneler kapatıldı. Askerî doktorların üniformaları ellerinden alınarak Sağlık Bakanlığına devredildiler. Neticede Türk Silahlı Kuvvetleri, dünyanın askeri sağlık sistemine sahip olmayan ender ordulardan biri haline getirildi. Kapatılan sadece askerî hastaneler değildi. Askeri tabiplik konusunda yüzyılı aşkın süre içinde oluşmuş olan bir uzmanlık, know-how ve dolayısıyla ülkenin önemli bir somut/soyut kaynağı heba edildi. Ağustos 2022’de Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, katıldığı bir TV programında 15 Temmuz’dan Sağlık Bakanlığı'na devredilen askeri hastanelerin tekrar Milli Savunma Bakanlığı'na devredilmesine dair talepler üzerine yaptığı açıklamada şunları söylemişti: “Bu konuda taleplerimiz, isteklerimiz ve ihtiyaçlarımız var. Bu konuda hem Cumhurbaşkanımızın çözüm oluşturulması için direktifleri var hem de Sağlık Bakanımızın olumlu yaklaşımları var. İnşallah onları da önümüzdeki günlerde yola koyacağız.” Ancak aradan geçen zaman içinde bu konuda hiçbir adım atılmadı. Eğer bu heba ediş yaşanmamış olsaydı, askerî sağlık birimleri bugün deprem bölgesine müdahale edebiliyor olacaktı. Bu birimlerin en önemlilerinden biri ise TSK’nın seyyar sahra hastaneleri olacaktı. Savaş zamanında ihtiyaç duyulacak yerlerde hızla açılabilen bu portatif, modüler ünitelere sahip olsaydık; belki de birçok hayatın kurtarılması, acıların dindirilmesi sağlanmış olabilecekti. Ancak anlaşılmaz biçimde siyasi iktidar ülkenin var olan bu imkanlarını kendi elleriyle kapattı ve yok etti. Evet, şimdi elbirliği ile yaraları sarma zamanı. Yaraları sardıktan sonra ise, tüm bu uygulamaların siyasi sorumlularından hesap sorma zamanı gelmeli.