Cumhuriyetin 29 Ekim’de ilan edilmesinden önce yani 28 Ekim gününe kadar hangi ara rejim vuku bulmuştur? Pek çok kişi bu soruya ‘’Meclis Hükümeti’’ cevabını vermektedir ancak Meclis Hükümeti Sistemi bir rejim değil hükümet modelidir. Sorumuzun cevabı: Cumhuriyet’tir. Cumhur kelimesi; Arapça halk ya da topluluk anlamına karşılık gelmektedir. ‘’Cumhur’’  ve ‘’halka ait olan’’ anlamlarına karşılık gelen ‘’Cumhuri’’ kelimelerinin ortak kökünden türetilmiş olan ‘’Cumhuriyet’’  kavramı ise; etimolojik cetvelde bir devlet rejimi şeklinde ‘’halka ait olan devlet’’ manasını taşımaktadır.[1]  ‘’Kamuya ait olan’’ anlamında kullanılan Latince ‘’res publica’’ ile Fransızca ‘’république’’ kelimelerinin Türkçedeki karşılığı olan Cumhuriyet;  yürütmenin halk tarafından belirlendiği meşruluğunu ise halkın özgür iradesinden temel alan bir siyasi rejim manasında, özellikle 18. yüzyıl Avrupa'sında Hollanda, İsviçre ve Fransa (ihtilalin ardından) gibi monarşi ile yönetilmeyen ülkeler adına kullanılmıştır.[2] Cumhuriyet rejimlerinde egemenlik, halk ve halk tarafından seçilen temsilcilerin hükmündedir. Bu temsilciler; kamuoyu adına elde ettikleri temsil gücünü, direkt halk tarafından alırken halkın egemenliğini inşa etmektedir. Hükümet şekillerini demokrasi, aristokrasi ve monarşi olarak üç farklı kategoriyle izah eden J. J. Rousseau’nun yorumuna göre; demokrasilerde yasama ve yürütme hakkı, hâkimiyet mührüne sahip olan toplumun salt çoğunluğuna aittir.[3]  Fakat farklı pratikleri sebebiyle her cumhuriyet rejimi, demokratik ya da çoğulcu demokrasi mahiyetine karşılık gelmemektedir. Örneğin; bir monarşi rejimi anti-demokratik olduğu gibi, demokratik özellikler de gösterebilmektedir. Zira Ürdün ve Suudi Arabistan gibi anti-demokratik devletler monarşi kimliğine sahip olurken Birleşik Krallık, Belçika, Avustralya, Danimarka, gibi devletler ise birer demokratik monarşidir. Ayrıca İran ve Suriye gibi devletlerde tezahür ettiği şekliyle cumhuriyet, anti-demokratik bir kimliğe de sahip olabilmektedir.[4] Cumhuriyet rejiminin Türk tarihindeki yeri ise; Osmanlı Devleti’nin Birinci Cihan Harbi’nde almış olduğu mağlubiyet sonrasında emperyalist devletlerin başlattığı işgallere karşı, Anadolu’da ortaya çıkan bağımsızlık mücadelesinin zaferle neticelenmesi ve sonrasında kurulan yeni Türk devletinin inşasıyla cereyan etmiştir.  Esasında cumhuriyet düşüncesi ilk kez; Osmanlı Devleti’nin Tanzimat dönemindeki aydınları arasında tartışılmıştır. Tanzimat döneminde Batı’nın siyasi düşünce yapılarını tanımaya çalışan ve sonrasında Genç Osmanlılar adıyla anılan bu entelijansiya ilk kez, düşünce özgürlüğü, ulusal egemenlik ve cumhuriyet kavramlarını tartışmaya açmıştır. Bu kavramlarla ilgili olarak düşüncelerini açıkça kaleme alan ilk kişi İbrahim Şinasi olurken Mithat Paşa, Namık Kemal gibi isimler hatta sonrasında İttihat Terakki Cemiyeti’nin önemli isimleri de cumhuriyet kavramını dillendirmiş olsalar da tartışmaların devamın bir neticeye bağlanmamıştır.[5]
Her ne kadar resmiyeti olmasa da yeni kurulan Türk devleti, meclisin açılışıyla birlikte fiili bir cumhuriyet modeli üzerine inşa edilmiştir.
Milli Mücadele esnasında TBMM’nin açılışıyla birlikte adı, sanı, resmi anlamda bir ideolojisi olmasa da yeni bir Türk devleti kurulmuştur. Peki, Milli Mücadele devam ederken TBMM’nin açılmasıyla yeni kurulan Türk devleti hangi rejimle yönetilmiştir? Yani yeni kurulan Türk devletinde, cumhuriyetin 29 Ekim’de ilan edilmesinden önce yani 28 Ekim gününe kadar hangi ara rejim vuku bulmuştur? Pek çok kişi bu soruya ‘’Meclis Hükümeti’’ cevabını vermektedir ancak Meclis Hükümeti Sistemi bir rejim değil hükümet modelidir. Sorumuzun cevabı: Cumhuriyet’tir. Evet, meclisin kurulması ve cumhuriyetin 29 Ekim’de ilan edilmesine kadar ki geçen süre zarfında yeni Türk devletinin ara rejimi; ‘’filli bir cumhuriyettir’’. Zira bahsettiğimiz gibi cumhuriyet; halk tarafından seçilen ve meşruluğunu halkın hür iradesinden alan bir siyasi rejimdir. TBMM’nin seçimle iş başına gelen mebuslardan oluşması ve hatta Mustafa Kemal Paşa’nın meclis başkanlığı görevine yine seçimle getirilmesi bu durumun açık izahıdır. Her ne kadar resmiyeti olmasa da yeni kurulan Türk devleti, meclisin açılışıyla birlikte fiili bir cumhuriyet modeli üzerine inşa edilmiştir. Kuruluşun ertesi günü TBMM’de kabul edilen ‘’24 Nisan Önergesi’’ içerisinde yer alan yasama ve yürütme yetkilerini elinde toplayan Meclisin üzerinde (beşeri) hiçbir kuvvetin bulunamayacağı vurgusu da ‘’ulusal egemenlik’’ anlayışının bariz hükmünü özetlemiştir. Ayrıca yine I.TBMM tarafından yürürlüğe sokulan 1921 Anayasası’nın 1. Maddesinde yer alan; ‘’Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.’’ fiili bir cumhuriyet rejimine işaret etmektedir. Öncesine bakıldığında ise; Milli Mücadele’nin henüz başladığı ilk günlerde, hareketin amaç, yöntem ve gerekçelerinin bildirildiği Amasya Genelgesi’nde milli irade kavramı ilk defa eylemli bir şekilde ortaya konulurken[6] ‘’milletin istikbalinin yine milletin azim ve kararına tayin edilmesi’’, bu durumun en temel göstergesi olmuştur.[7]  Ayrıca Mustafa Kemal Paşa, Erzurum Kongresi öncesinde 7 Temmuz’un 8 Temmuz’a bağlandığı gece yarısı Mazhar Müfit Bey’e: “Hükûmet biçimi zamanı gelince cumhuriyet olacaktır.” diyerek esasında yol haritasının çoktan çizildiğini belirtmiştir.[8]
1921 Anayasası’nın 1. Maddesinde yer alan; ‘’Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.’’ fiili bir cumhuriyet rejimine işaret etmektedir.
Dolayısıyla 29 Ekim 1923 tarihinde ilan edilen cumhuriyet; esasında ‘’malumun’’ ilanıdır. Mustafa Kemal Paşa’nın kurtuluş mücadelesindeki en yakın silah arkadaşlarından biri olan İsmet Paşa, bu durumu hatıralarında şu şekilde özetlemiştir: “İstanbul’daki Saltanat idaresinin karşısında Büyük Millet Meclisi idaresi kurulmuştur. Harpten sonra bu idareye son verip memleketi tekrar hükümdarın eline teslim etmek aklın almayacağı bir iş. Hiçbir zaman böyle bir şeyi aklımızdan geçirmemişizdir. Cumhuriyet fikri, mütareke esnasında hanedan mensuplarının düştükleri seviye bakımından zaruri bir netice şeklinde tamamıyla malımız olmuştur. Nitekim biz Atatürk ile mahrem konuştuğumuz zaman hep cumhuriyet esası üzerinde dururduk. Fakat içinde bulunduğumuz şartlar bu fikrin açığa vurulmasına imkân vermiyordu. Gerçi devam eden sistem cumhuriyetten başka bir mana ifade etmiyordu; ama bunun farkında olmayanlar vardı. Büyük Millet Meclisi memleket, idaresine hâkimdi. Atatürk, meclis başkanı idi. Kumandanlar hem komutan olarak vazife yapıyor hem de meclis azası bulunuyorlardı. Bu bizim için tabii bir hayat tarzı hâline gelmiştir. Bu hayat tarzının cumhuriyet tarzı olduğunu yalnız ilan etmek, açığa vurmak kalıyordu.”[9] Sonuç olarak başından beri egemenlik erkiyle buluşturulmak istenen halk hareketi, cumhuriyet rejimine geçişle birlikte, 19. yüzyıldan beri modernleşen dünyada kendisine yer edinmeye çalışan Türk modernizasyonunun, ulus egemenliği ilkesiyle bütünleştirilmesini sağlamıştır. --- [1] Ali Fuat Başgil, Esas Teşkilat Hukuku, Baha Matbaası, İstanbul, 1960, s.344. [2] Kemal Gözler, “Hukuk Açısından Monarşi ve Cumhuriyet Kavramlarının Tanımı Sorunu”, AÜSBF Dergisi, 54-1, 1999, s.52. [3] J.J. Rousseau, Toplum Sözleşmesi, çev: Vedat Günyol, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2006, s.61. [4] Gözler, a.g.e., s.55. [5] Enver Ziya Karal, Atatürk ve Devrim, Konferans ve Makaleler, Ziraat Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1980, s.26-27. Usûlü’l Hikem fi Nizâmü’l-Ümem adlı kitabında Lale Devri’nin ünlü düşünürü İbrahim Müteferrika; “demokrasi, halk egemenliği, monarşi, aristokrasi” gibi kavramları tanımlarken; demokrasi, halk egemenliği, parlamento düşüncelerini dönem şartları uygun olmadığı için saklamıştır. Bknz. Şakire Polat, ‘’Cumhuriyet Olgusunun Tarihsel Gelişimi’’, Askerî Tarih Araştırmaları Dergisi, sayı: 9, 2007, s.99. [6] Suna Kili, Türk Devrim Tarihi, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2001, s.53. [7] Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, Temel Yayınları, İstanbul, 2000, s.93-94. [8] Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, c. 2, Ankara, 1998, s.595. [9] Şakire Polat, ‘’Cumhuriyet Olgusunun Tarihsel Gelişimi’’, Askerî Tarih Araştırmaları Dergisi, sayı: 9, 2007, s.105.