Türkiye iç politikasını kilitleyen bu cadı avı, legal siyasetçilerin ve onların seçilme hürriyetlerinin kısıtlanması olarak ortaya çıkarken, bu defa dış politikayı da boyunduruk altına alma emaresi olarak kendini gösterdi. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyelik taleplerine karşı, Erdoğan tarafından dillendirilen “olumsuz” görüş ve ardından Çavuşoğlu’nun diplomasi trafiği, rahmetli Ufuk Güldemir’in Kanat Operasyonu kitabını anımsattı. Özellikle Erdoğan’ın Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüş süreci ile kurduğu analoji pek çokları için eski defterleri açma vesilesi oldu. 12 Eylül askeri darbesi sadece Kanat Operasyonu için dahi yapılmış olsa, 1980’in Amerika’sı için büyük başarı sayılabilirdi. 1980’de Amerika Türkiye’de darbe gerçekleştiğinde durum Başkan Carter’a “Bizim çocuklar başardı” cümlesiyle anons edilmişti. Evren ve 4 arkadaşı darbe yapmış ama Amerikalı çocuklar başarmıştı. Amerika Birleşik Devletleri için 1980’in dünyasında sıradan haberdi Türkiye’de demokrasinin rafa kalkması. 12 Eylül darbesi ülkeyi sadece 15 yıl içinde ılımlı ve siyasi İslam modeline hazır hale getirerek Erdoğan’a yolu ardına kadar açtı. ABD’nin komünizmi dünyadan silmek için bulduğu yeşil kuşak projesinde, Türkiye tereddütsüz yer alırken Özal’ın zamansız vefatı da süreci biçimlendirdi. Konumuz olan NATO-Türkiye ilişkileri açısından; 12 Eylül yönetimin hiçbir ödün almadan Yunanistan’ın NATO’ya dönüşüne yeşil ışıl yakılması, 12 Eylül darbesinin günahları arasında üst sıralarda yer alır. Aslında haksızlık etmeyelim Evren de NATO ödünü karşılığında, AB üyeliği sözü almıştı ama bunu yazılı almayı maalesef ihmal etmişti. Evren’e asker sözü verilmiş ama sözü kimin verdiği de dahil zamanla söz uçup gitmişti. Koca bir ülkenin kaderi omzundaki ağır apoletlerle ülke yönetmeye soyunan “Netekim Evren Paşa” tarafından çizilmişti. Kanat Operasyonu adı verilen bu süreci en detaylı kaleme alan gazeteci Ufuk Güldemir olmuştu. Bu operasyon NATO’nun bu kez eski bir üyesini geri alma değil yeni bir üye edinme aşamasında anımsandı. Türkiye öncelikle İsveç ve o kadar olmasa da Finlandiya’dan PKK’ya dair taleplerde bulunuyor ve NATO üyeliği için bu konuları ön şart olarak koyuyor. İşin ilginç olan tarafı İsveç için bu rahatsızlık ifadesi “sürpriz” nitelik taşıyor. İsveç Dışişleri Bakanı bunu açık biçimde ifade ediyor. “Biz buna dair herhangi bir geri bildirim almamıştık” diyor. Bu noktada yine 12 Eylül dönemine dönecek olursak; o zamanlar da ülkeden siyasi sebeplerle kaçmak zorunda kalanların sığınağı, İskandinav ülkeleri olurdu. Bu ülkeler her zaman politik muhaliflere sığınak görevi görmüştü. Malum Türkiye’de HDP siyaseti üzerinden uzun bir zamandır cadı avı yürütülüyor. HDP’nin başına CH sonuna KK eklenip keyfi kısaltmalar yapılıyor. Bu demagojik ifadelerin asıl amacı, iç politikayı tıpkı politikacılara yapıldığı gibi sürekli Damokles’in kılıcı altında rehin tutmak.
Türkiye Batının tam da merkezinde rol almanın keyfini çıkarıyor. Ama bunun sonucu birilerini çileden çıkarmak olursa bundan en çok (zaten pek de keyfi yerinde olmayan) Türkiye zarar görür.
Bu defa bir kez daha uluslararası örgüt içinde yaratılan bir krizi iç politikanın aracı olarak kullanma arzusu akla geliyor. Eğer Kanat Operasyonu ile somut bir bağ kurmak gerekecekse bu üyelik önerisi Türk vatandaşları için örneğin vizesiz Avrupa’ya çıkış için bir koz olarak öne sürülebilir. PKK ile mücadelede İsveç veya Finlandiya’dan NATO’ya sokmayacak kadar rahatsız idiysek bunu bu zamana kadar neden göstermedik? Elçilerini neden kovmadık? Belli ki bağcıyı döverken üzüm değil kuru kayısı yemek istiyor AKP. PKK/Kürt meselesi üzerinden kurulan pazarlık masasının ülke içi dinamiklere hizmet edeceğine kuşku duymuyorum. Finlandiya ve İsveç’i PKK’nın hamisi ve ülkedeki sorunun mimarı olarak göstermenin, NATO üyelik başvurusu ile eş zamanlı olması tesadüfün ötesinde bir diplomasi manevrasıdır. Türkiye iç politikasını kilitleyen bu cadı avı, legal siyasetçilerin ve onların seçilme hürriyetlerinin kısıtlanması olarak ortaya çıkarken, bu defa dış politikayı da boyunduruk altına alma emaresi olarak kendini gösterdi. 100 yıllık kökleri ve çok farklı dinamikleri olan bir sorunu özellikle 2015 yılından itibaren, ortağı MHP ile beraber siyasetin manivelası haline sokan bir anlayış bu defa Türkiye’yi uluslararası arenada da benzer bir manivela kullanırken gösteriyor. İşine geldi mi örgütün kurucusundan mektup taşıyacak kadar esnek olan bu tavrın, diplomasi içinde yedirilme gayretinin sonuçlarını hep beraber gözlemleyeceğiz. 1980 darbesinden ve Kanat Operasyonundan 40 küsur yıl sonra o günlerle çok da bağ kurulamayacak bir gündem içindeyiz. Türkiye Batının tam da merkezinde rol almanın keyfini çıkarıyor. Ama bunun sonucu birilerini çileden çıkarmak olursa bundan en çok (zaten pek de keyfi yerinde olmayan) Türkiye zarar görür.