Dünya üzerindeki her üç kişiden ikisi (%65) ülkelerinin yanlış yöne gittiğine inanıyor. Türkiye'de ise bu oran %80 seviyesine çıkmış durumda. Son iki haftadır yaygın anksiyete (kaygı) bozukluğu sorunumuz üzerine yazıyorum. İlk hafta anksiyetenin nörobilimsel açıklaması üzerinde durduktan sonra, geçtiğimiz hafta da hayatlarımızın üzerine kara bulut gibi çöken bu sürekli gerginlik halinin olası çözümleri üzerine yazmıştım. Bu hafta da veriler aracılığıyla dünyada ve Türkiye’de bizi en çok nelerin endişelendirdiğine ya da tam aksi yönden, neleri kanıksadığımıza bakalım. Önceki yazıların ardından Twitter üzerinden, Türkiye’de yaşıyor olmanın başlı başına bir anksiyete tetikleyicisi olduğuna dair pek çok yorum aldım. Son derece haklı ve geçerli bir yorum; zira bilinmezlik ve geleceği öngörememe, kaygının en önemli nedenlerinden biri. Bizler de çoğunlukla negatif yöne seyreden büyük bir belirsizlik rüzgarı içindeyiz ve makro faktörler üzerinde herhangi bir kontrolümüzün olmayışı da kaygı artışının en önemli nedenlerinden biri. Ancak dünyaya baktığımızda da benzer trendler görüyoruz. Yapılan farklı araştırmalar 2021 yılı sonu itibarıyla dünya genelinde anksiyete bozukluğu vakalarında %36 ile %42 aralığında değişen artış oranları raporluyorlar. Bunlar tek kelimeyle korkunç oranlar… Bu artışın arkasında yatan nedenler ise ülkeden ülkeye büyük farklılıklar gösteriyor. Zira her ülkenin insanının üzerinde kontrol sahibi olmadığını ve varlığını tehdit ettiğini düşündüğü makro faktörler birbirinden önemli derecede ayrışıyor. Ipsos tarafından yapılan 2022 Temmuz tarihli araştırmanın sonuçlarına göre, dünya genelinde en büyük endişe kaynağı artan enflasyon ve beraberinde getirdiği ekonomik belirsizlikler (%38). Küresel kaygı endeksinin ilk beş sırasında, enflasyon endişesini takiben:
  • Yoksulluk ve sosyal eşitsizlik (%33),
  • Suç ve şiddet (%26),
  • İşsizlik (%26) ve
  • Finansal veya siyasi yolsuzluklar (%23) ile ilgili endişeler geliyor.
ENFLASYON VE EKONOMİK BELİRSİZLİK Katılımcıların %38’i ülkelerinin karşı karşıya olduğu en önemli sorunlardan birinin enflasyon olduğunu düşünüyor. Bu oran geçtiğimiz dört ay süresince sürekli artış gösterdi ve dünyanın dört bir yanından gelen enflasyon oranları bu artışın devam edeceğini gösteriyor. Arjantin, Avustralya, Belçika, Kanada, Fransa, Almanya, İngiltere, Polonya, Güney Kore, ABD ve tabii ki Türkiye'de bir numaralı endişe kaynağı enflasyon. Kaynak: Ipsos What Worries the World, Temmuz 2022 Raporu Türk katılımcıların %53’ü enflasyonu en önemli endişe kaynağı olarak gösterirken, Latin Amerika ülkeleri ‘aylık artış’ bazında listenin en başında yer alıyorlar. Enflasyon verisiyle yakından bağlantılı olan yoksulluk ve sosyal eşitsizlik endişesinde ise Brezilya’nın ardından 2. sırada, tüm dünya ülkeleri arasında yoksulluk endişesi artışında ise %7 ile birinci sırada geliyoruz. %46’lık bir oran ile yoksulluk en önemli endişe kaynaklarımızdan biri. “Ülkenizdeki ekonomik durumu nasıl tanımlarsınız?” sorusuna verilen yanıtlarda da %86 “kötü” cevabı ile dünyada 4. sıradayız. Bu oran ilgili araştırmalar zincirinde şimdiye kadar Türkiye için ortaya çıkmış olan en kötü sonuç. SUÇ VE ŞİDDET Dünya çapında en önemli endişe kaynaklarından biri olan suç ve şiddet artışı (%26) ise Türk insanını pek etkilemiyor gibi görünüyor. Bu bana göre oldukça şaşırtıcı bir sonuç… Listenin üst sıralarında Meksika (%61), Şili (%60), İsveç! (%56) ve Güney Afrika (%50)’yı görüyoruz. Türkiye bu listede %18 ile 17. sırada. Her gün onlarca kadın cinayeti, darp, şiddet, yolsuzluk, talan ve türlü hukuksuzluklarla karşılaştığımız bir ülkede, bu denli hayati bir konunun endişe yaratmıyor oluşu nasıl açıklanabilir? Bu sorunun cevabını verebilmek elbette derin bir araştırma ve tartışma gerektiriyor.
Endişe mekanizmamızın enflasyon tarafından tetiklenebilmesine karşın, susuzluk, gıda kıtlığı, savaş ihtimali, suç ve şiddetin aynı etkiyi yaratmıyor oluşu, endişe zeminimizin nasıl bir sosyal tasarım ürünü olduğunu da gözler önüne seriyor.
Raporda Türkiye ile ilgili oldukça ilginç bulgular da yer alıyor. Örneğin finansal ve politik yolsuzlukları bir endişe kaynağı olarak görmüyoruz (%20 ile 12. sıradayız). İlgi çekici bir diğer bulgu da ülkeler arasındaki askeri çatışmalarla ilgili endişelerde... Dünyadaki her on kişiden biri bu tehdidi önemli bir endişe kaynağı olarak görürken, Rusya-Ukrayna savaşının önemli aktörlerinden biri haline gelmiş, Yunanistan ve Orta Doğu komşuluğunda ip cambazlığıyla ilerleyen ülkemiz insanı için ülkeler arası çatışmalar bir endişe kaynağı olarak görülmüyor (%2 ile 22. sıradayız). Raporda en çok ilgimi çeken, muğlak ifadeler içermekle birlikte önemli bir gösterge olduğunu düşündüğüm istatistik ise “Ülkenizin yanlış yöne gittiğini düşünüyor musunuz?” sorusuna verilen yanıtlar: Dünya üzerindeki her üç kişiden ikisi (%65) ülkelerinin yanlış yöne gittiğine inanıyor. Türkiye'de ise bu oran %80 seviyesine çıkmış durumda. Daha önce anksiyetenin en önemli sebeplerinden birinin tehdit olarak algıladığımız ve üzerinden hiçbir kontrolümüz olmadığını düşündüğümüz faktörler olduğundan bahsetmiştik. Her on kişiden sekizinin makro dinamikler açısından yanlış bir yöne gidildiğini düşündüğü bir ülkede, anksiyetenin toplumsal bir sorun haline gelmesi kaçınılmaz. Yazının başına geri dönecek olursak, evet, Türk insanının anksiyete sorunu yaşaması son derece doğal. Ancak yazıyı yine bana göre çok önemli olan bir bilimsel bulguyu paylaşmadan bitirmek istemiyorum: Kaygı, eylemsizlikle el ele yürür. Kaygıyı azaltmanın en önemli yolu, eyleme geçmektir. Ve belki de üzerinde hiçbir kontrolümüzün olmadığını düşündüğümüz tehditler üzerinde de aslında kısmen de olsa kontrol sahibiyizdir. Bu bulgulara dair son yorumum, içinde yaşadığımız dünyanın ekonomik ve ideolojik temellerinin, hayatta kalma sorunuyla ilişkilendirdiğimiz ve tehdit olarak algıladığımız faktörleri neredeyse tamamen yapay bir zemine çektiği yönünde. Zorlu ekonomik koşulların insan hayatı üzerindeki etkisini azımsıyor değilim. Ancak açlık sınırının altına düşülmesi endişesi haricinde, enflasyon ve ekonomiye kıyasla çok daha hayati olabilecek meseleler dahi bizi artık pek endişelendirmiyor gibi görünüyor. Örneğin şu anda insanlığın hayatta kalmayla alakalı en kuvvetli endişesi olması gereken iklim değişikliği konusu katılımcıların sadece %16’sı tarafından bir endişe kaynağı olarak görülmüş. Bunun anlamı, yaklaşık 20 yıl içinde su ve gıda kıtlığı sorunlarıyla boğuşacak olmamızı umursamıyor olduğumuz… Endişenin evrimsel süreçte insanın hayatta kalmasını sağlayan bir mekanizma olduğunu hatırlarsak, bu mekanizmanın enflasyon tarafından tetiklenebilmesine karşın, susuzluk, gıda kıtlığı, savaş ihtimali, suç ve şiddetin aynı etkiyi yaratmıyor oluşu, endişe zeminimizin nasıl bir sosyal tasarım ürünü olduğunu da gözler önüne seriyor. Benzer bir durum, insanlığın yaşadığı sorunların çok önemli bir kısmının faili olmasına karşın, halen yeterince farkında olmadığımız kısa vadelilik sorunu için de geçerli. Binlerce yıl öncesinin haklı endişe zemini olan günü kurtarabilmenin, bunca imkanla donatılmış günümüz insanı için geçerliliğini yitirmiş ve daha uzun vadeli bir zemine yükselmiş olmasını beklemek sanırım pek şaşırtıcı olmazdı. Ancak içinde kaybolduğumuz endişelerimiz, bize tam aksini gösteriyor.