Yazılar

10 Aralık Büyük Emekli Eylemi; Birlik, Mücadele, Zafer!

Abone Ol
Aslolan hayattır ve Das Kapital’de anlatılan sadece bizim değil, gelecek kuşaklarımızın da hikayesidir... Sabaha karşı altı gibi Ankara’dan dönmüş, sessiz sedasız yatağa girmişti. Bir buçuk güne bin beş yüz kilometre yolun yanı sıra, yüzlerce dostunun gülen gözlerini ve onu kucaklayan sıcaklıklarını da sığdırmıştı.

Uykuya dalmadan önce eşine “saat sekiz gibi beni uyandır olur mu Hafız” diye seslenmiş, duyup duymadığından emin ol(a)madan da uykuya dalmıştı.

Uyandığında eşi “uyandırmaya kıyamadım ama umarım geç kalmamışsındır” demiş, saate baktığında doktor randevusunun vaktinin çoktan geçtiğini görmüş, alelacele yola çıkıp tam gaz Ortaca Devlet Hastanesinin yolunu tutmuştu.

Neyse ki; doktor geciktiği halde onu muayene etmiş, tetkikler için bir kaç tüp kan vermeye gittiği laboratuvarın önünde de Hasan Amcasıyla karşılaşmıştı.

Hasan Amca hastalığı nedeniyle Ankara’daki Büyük Emekli Eylemine gidememiş ama aklı hep oralarda kaldığı için kan verme işlemleri biter bitmez yarı uykulu haldeki Sahaf Osman’a ardı arkası kesilmeyen sorularını peş peşe sıralamaya başlamıştı.

O, Hasan Amcasının bütün sorularını biraz duyar, biraz uyuklar durumda cevaplamaya çalışsa da gözleri kapanmaya devam etmişti. Cumartesi günü akşam saat 20.00’da tüm araçlar Köyceğiz Dörtyol Kavşağında buluşmuş, bu arabalara doluşan eylem yolcuları saat 20.30 gibi Muğla’ya doğru hareket etmişlerdi. Onları bekleyen Bodrum Belediyesine ait otobüslerle 22.00 gibi Muğla’dan yola çıkılmış; sık aralıklı, uzun molaların ardından Ankara’ya varmışlardı. Bu kadar yavaş hareket etmelerinin en önemli nedeni Ankara’nın meşhur sabah ayazının hışmına uğramaktan kaçınmalarıydı. Zaten, eylem zamanı öğlen vaktini bulacağı için acele etmelerine de, yorulmalarına da hiç gerek yoktu. Otobüsler yola çıkar çıkmaz dost sıcaklığında sohbetler başlamış, zaman zaman hep bir ağızdan türküler de söylenmişti. Köyceğiz grubunun içinde olduğu otobüsün en genci kırk beş yaşında emekli olmuş bir EYT’li olan Ferhat’tı. Ferhat iki abisiyle aynı zamanda emekli olmuş olsa da, yaşamak için çalışmak zorunda olan/kalan emekli emekçilerden biriydi. Aynı arabanın en yaşlısı “Foterli Hüseyin” lakabıyla tanınan ve çok güzel zeybek oynayan yetmiş üç yaşındaki Bahçıvan Hüseyin Saymaz’dı. Tam bir Anadolu insanı, güleç yüzlü, gönlü geniş bir Bodrum’lu olan bu yaşlı adamla sohbet etmek inanılmaz derecede keyif vericiydi. O anlattıkça hem eğleniyor, hem de yeni bir şeyler öğreniyordu dinleyenler. Eşi Emine Hanım da onu yalnız bırakmamış, belki de hayatında ilk defa bir eyleme gitmek üzere onunla birlikte Ankara’ya doğru yola çıkmıştı. Ankara’ya doğru giderken yolda verilen tüm molalarda Aydın’dan, Denizli’den veya başka illerden ilçelerden; eski dostlar, yoldaşlar karşılaşmış, belki de uzun zamandır telefon ve sosyal medya haricinde görüşme fırsatı bulamayan  bu insanlar, eskiden olduğu gibi yine yeniden bir mücadele alanına doğru giderken kucaklaşma fırsatı bulmuşlardı. Otobüs şoförü “pala” lakaplı Zeynel Abidin hem giderken, hem de dönerken onca yolun çilesini çekmesine rağmen yüzünden gülümsemesini hiç eksik etmemiş, Bodrum Belediyesince hazırlanan kumanyalar yolda para harcamalarına fırsat bile vermemişti. Tabii hepsinden bahsedip DİSK Emekli Sen Bodrum Şube Başkanı “Halkın Adamı” İbrahim Abiden bahsetmemek  olmazdı. İlerlemiş yaşına, çektiği çilelere rağmen uzun boyu, geniş omuzları, gülen yüzü, dağınık beyaz saçları, pala bıyıkları ve herkesi sarıp sarmalayan sohbeti ve örgütçülüğüyle tüm Bodrum’un tanıdığı hepimizin yoldaşı, insan canlısı İbrahim Uzun. Otobüste seyahat eden herkesin tanıdığı bu adam “Atom Karınca” dediği Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras’ı belli ki çok seviyordu. Zaten sevilesi bir adamdı Ahmet Aras. Eylem için kalkacak otobüsleri vermekle yetinmemiş, herkese yetecek ve artacak kadar kumanyanın da arabalara konulmasına sağlamıştı. Üstelik Sepetçioğlu Oyununu onun kadar iyi oynayabilen insan sayısı da gayet azdı! Ankara’ya vardıklarında Anıtpark civarındaki mekanları dolduran onca insan, eylem vaktine kadar çay içip sohbet ederek, eski günleri ve aralarından ayrılan arkadaşlarını yad ederek vakit geçirmişlerdi. Öğlene doğru Ankara BüyükŞehir Belediyesi görevlileri tarafından dağıtılan dumanı üstünde çorbalar da günün en güzel ve sıcak sürprizi olmuştu. Türkiye’nin dört bir yanından eyleme gelen binlerce emekli vakti geldiğinde sıralanan pankartların arkasında kortej oluşturmuş; üyesi oldukları sendikaların önlüğünü, şapkasını giymiş, ellerinde dövizler, dillerinde taleplerini içeren sloganlarıyla yürüyüşe geçmiş, eylem alanına girerken üstü aranan  kıdemli eylemciler nihayet alandaki yerlerini de almışlardı. Mitingde sırasıyla; DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Ankara Milletvekili Gamze Taşcıer, DİSK Emekli Sen Genel Sekreteri Fikri Kalender, Emekliler Dayanışma Sendikası Genel Başkanı Mahinur Şahbaz ve Tüm Emeklilerin Sendikası Genel Başkanı Zeynel Abidin Ergen konuşmuştu. Mitingin sunuculuk görevini üstlenen Tüm Emeklilerin Sendikasından  Haydar Pınarbaşı ve Nuran Kamalı Şahin ile DİSK Emekli Sen'den Hakan İlter ve Firdevs Tekin Kutluk sunumları ve attırdıkları sloganlar, Halk Ozanı Avukat Hasan Tatar’sa sazı ve sözüyle kitleyi coşturmak için ellerinden geleni fazlasıyla yapmıştı. Konuşmacıların tamamı içerik olarak üç aşağı beş yukarı aynı, ya da benzer şeyler söylemişse de, ayrı ayrı ve uzun konuşmalar yapmayı tercih etmişlerdi. Konuşma metinleri ağırlıklı olarak emeklilerin içinde bulunduğu sefalet koşullarını içeriyorsa da, ülkenin ve bölgenin genel durumuna; Filistin’de yaşanan kirli savaşa, şiddete, ülkemizde yaşanan hemen hemen tüm sorunlara, haksızlığa hukuksuzluğa ve adalet talebine de yer veriyordu. Alanda hakim olan duygu “Birlik, Mücadele, Zafer”di. Bu durum atılan sloganlara da yansıyor, en güçlü ve en kitlesel olarak atılan slogan “Birleşe Birleşe Kazanacağız” oluyordu. Aslında birleşmelerinin önünde hiçbir engel de yoktu. Sorunları ve talepleri ortak olduğu gibi, çözümleri de ortaktı. Belki teorik meseleler, çok da önemsenmesi gerekmeyen kişisel kariyer hesapları veya mücadele yöntemleri konusunda ufak tefek tartışmalar yaşanabilirdi ama aslolan “Birlik”ti. “Birlik”, onların “Mücadele”sini “Zafer”e taşıyacak en önemli argüman olabilirdi! Bu birliğin ne biçimde olması gerektiğine ve yaratılmasının neden zorunlu olduğuna alana gelen kitleler zaten cevap veriyordu. Ne zaman? Nasıl? Nerede? Kim(ler)le olacağına cevap verecek olanlar da onlardı. Mümkün olan en kısa sürede bu konuda gerekli adımlar atılmalıydı. Çünkü geçen gün ömürdendi. Eylem alanını dolduran binlerce insanın; birliğin sağlanması için bekleyebilecek onlarca yılının olmadığı da ortadaydı. Yaş ortalaması 60-65 civarındaki bu kitlenin birkaç yıl sonra yapılması muhtemel bir ortak eyleme aynı kitlesellikle katılma olanağı bile yoktu! Bu alanda pankartları, dövizleri ve sloganları ile kendilerini ifade eden binler, esas olarak KESK’e bağlı sendikaların içinde onlarca yıl mücadele yürütmüş, bedel ödemiş, cezalandırılmış, sürülmüş, bu ülkenin ötekisi olmayı kendileri için gurur vesilesi saymış insanlardı. Nasıl ki, KESK’e ulaşıncaya kadar onca dergiyi/derneği, platformu, sendikaları ve nihayet konfederasyonu kurmuş ve birliği sağlamışlarsa, yine aynısını yapabilirlerdi! Mesela Köyceğiz’den arabalara bindiklerinde DİSK Emekli Sen Üyeleri, Tüm Emekli Sen Üyeleri ve hatta hiçbir emekli sendikasının üyesi olmayanları bir araya getiren tek şey ortak mücadele azmiydi. Kaldı ki; teorik olarak emekli sendikasının mümkün olmadığına, mevcut parçalı yapının ise kitlelerde ciddi bir kafa karışıklığına ve kırgınlıklara yol açtığına inanan Sahaf Osman, belki de kendisi gibi düşünen arkadaşlarıyla birlikte, ortak mücadele zemininin var olup olmadığını gözlemlemek için yola çıkmıştı. Yolda, molalarda ve hatta alanda yan yana gelen, omuz omuza veren hemen her bir insan açısından mevcut parçalı durumun daha fazla sürdürülebilir olmadığı kabul ediliyordu. Binlerce emeklinin katıldığı bu eylemden çok kısa bir süre önce yeni yeni emekli sendikaları kurulmuş olsa bile, birlik tartışması giderek en önemli mihenk taşı olarak kendisini dayatacaktı. En genci altmışlı yaşlarında olan bu kitle; yaşadığı süre boyunca, Türkiye’deki sınıf mücadelesinin de, devrimci hareketin de, emek ve demokrasi mücadelesinin de, insan hakları, barış ve kardeşlik mücadelesinin de, çevre ve doğa mücadelesinin de öznesi, harcı, çimentosu olmayı başarabilmişti. Filli, meşru ve militan mücadeleleriyle olmayan dernekleri, sendikaları kurmuş, eksiği ve fazlasıyla onları hukuk sistemi içerisinde belli bir zemine de taşımışlardı. Emekli olmadan önce yaptıkları gibi, emekli olduktan sonra da “Mücadeleden Emekli Olunmaz” diyerek son zamanlarında sarf ettikleri emek ve çabalarla bu alanda yer alan sendikaları var etmiş olanlara saygı gereği için bile olsa “birleşmek ve birlikte mücadeleyi yükseltmek” konusunda kararlılık göstermek ciddiye alınması gereken bir işti. Türkiye’de emekçilerin bütçeden en yüksek payı aldığı dönem sınıf mücadelesinin ve devrimci mücadelenin en ileri düzeyde olduğu 1977-1978 yıllarına aitti. O zamanlar S.S.C.B. henüz dağılmamıştı. Sosyalizm hala ulaşılabilir bir gerçeklik olarak başka bir dünya özlemi duyanların önünde sahici bir seçenekti. Bugünlerde ise; Marx’ın Hayaleti henüz tam olarak ortalıktan çekilmemişse de, neoliberal kapitalizm ve vahşi emperyalizm dışında bir seçenek pek de görünür olamıyordu. Kuralsız/koşulsuz neoliberal kapitalist düzenin emekçilere/emeklilere vaat ettiği ülke ve dünya sistemi şu anda içinde yaşadığımız sistemse eğer; ve bunun alternatifini üretmek, var etmek, ete kemiğe büründürüp ayağa kaldırmak hepimizin görevidir diye kabul ediyorsak; yapacağımız en önemli iş, tüm mücadele alanlarında bir an önce birliği sağlamak olmalı diye düşünürken, hastane koltuğunda uyuya kaldığı yerde uyanıverdi. “Uyan” diyordu Hasan Amca “tahlil sonuçlarımız çoktan çıktı, doktor bizi bekliyor”. Boş gözlerle etrafına baktı bir süre, hala uyanıp tam olarak kendine gelememişti. “İyi ki gitmişim” diye düşündü. “Onca yolu boşuna katetmedim. Hem yolda verilen molalarda, hem de alanda yüzlerce eski dostumu yoldaşımı gördüm. Sendika ayrımı gözetmeksizin hepsiyle kucaklaşma fırsatı buldum. Hala mücadele azmiyle dolu olmalarına şahit oldum”. Evet, kadınıyla erkeğiyle, türkü, kürdü, lazı, çerkezi, sünnisi ve alevisiyle onlar bu ülkenin ak saçlı insanları, mücadelemizin pirüpak yüz aklarıydı. Belki tek kabahatimiz, yeni bir nesil yarat(a)mamamız oldu. Bizden sonraki neslin bizden daha mücadeleci olmasını elbette ki çok isterdik ama mevcut durum pek de öyle görünmüyor”.

Biraz toparlayınca “çocuklarımız” dedi “torunlarımız ve gelecek nesillerimiz için Hasan Amca”.

“Onlara onurlu bir gelecek bırakmak için çok mücadele ettik, ağır bedeller de ödedik ama ne o konuda, ne de yeni ve mücadeleci bir nesil yaratma konusunda başarılı olamadık”. “Yıllarca emek verip okuttuğumuz çocuklarımız da dahil hepsi işsiz. Buna rağmen bir ‘İşsizler Hareketi’ bile oluşturamadık”. Cevap olarak “sizden çok daha uzun bir süre mücadele ettiğimiz halde biz de başaramamıştık bunu Osman” dedi Hasan Hoca “ama unutma, bu dünyanın sonu da olmadı. Bizden sonra, senin de içinde yer aldığın kuşak bu ülke için, geleceğimiz ve çocuklarımız için gerçekten çok mücadele etti”. “Sizler de kendi ölçeğinizde ağır bedeller ödediniz elbette! Öl(dürül)enlerimiz de oldu bizim, yıllarca hapishanelerde sürünenlerimizde. Ömür boyu sakat kalan, ya da yurt dışında sürgün hayatı yaşamak zorunda bırakılanlarımız da var bizim, işsiz güçsüz bir kenarda perişan olanlarımız da”! “Şunu hiç aklından çıkartma, ölmeden önce bu topraklarda devrimci mücadelenin yeniden yükselişe geçtiğini belki ikimiz de göremeyeceğiz. Ama unutma ki; aslolan hayattır ve Das Kapital’de anlatılan sadece bizim değil, gelecek kuşaklarımızın da hikayesidir”…