DİSK bugün kendi hafızasını sıfırlayacak işlerin altına imza atıyor. Toplu sözleşme yapabildiği önemli iki sektör olan metal ve belediyelerde işçilerin taleplerine kulaklarını tıkayıp belediye başkanlarıyla kutlama halaylarında neşe saçıyorlar.  Geç kapitalistleşmiş Türkiye için isimlerin siyasette daha çok önemli olmasının nedeni sorunlarını çözecek birliktelik ile siyaset ile kurdukları bağın zayıflığından kaynaklı. Siyasetin sorunları çözen bir araç olduğu değil, yöneticilerin seçilmesinin zorunluluğu ile zenginleşme düşleri kuranların içerisinde bulunduğu kirli bir alan tarifi yapılıyor. Düzen siyaseti için yukarı da bahsedilen şeyler çok da yanlış değil. Peki düzen siyasetinden kastımız nedir? Hâlihazırdaki ekonomik, toplumsal, siyasi yapının aynı kalmasını savunan, siyasi programını buna göre belirleyen bir yapıdır. Bugün dünyayı yöneten anlayış işte tam da budur. Milyonlarca insanı ikna eden birkaç ismin oluşturduğu ekipler ile yönetilmek mecburiyeti. Düzen siyasetinde farklı siyasi partilerin temel meselelerde ince nüanslı ayrılıklarda yan yana gelişleri kolaylaştırıyor. Bu da siyasi partilerde merkezden başlayıp yerel yönetimlere kadar yönetici pozisyonunda başkanlık başta olmak üzere birçok sıfat ile yöneticilik vasıflarına sahip olan yöneticilerin ve etrafında toplanan toplamın kişisel sorunlarına çözüm getirme arayışına yöneltiyor. Türkiye’de siyasette durum buyken sendikalardaki durum nasıl peki? Muhalefete ve iktidara yakın işçi sendikaları var. Oradaki yönetim anlayışı da ülkenin yönetim anlayışına benzer. Sendikalar, burjuva devrimlerinden sonra, üretim sürecinin farklılaşması ile küçük iş yerlerinin büyük fabrikalara dönüşmesi sonrası bir arada çalışan işçilerin sayısının artması, kısa süreli hak taleplerinde bir ihtiyaca denk düşerek kurulmaya başlanmıştır. İşçi sınıfının bir araya gelmesine, ortak talepler ile mücadele etmesi konusunda önemli olan sendikalar, sınıf sendikacılığı iddiası ile kurulmuş, sonrasında ise yöneticilerinin sınıf ile bağı zayıflayan bürokratik yapılar hâline dönüşmüştür. Başkanlık, yöneticilik sendikalarda da önemli bir görev tarifi oluşturmuş, cazip imkânları göz kamaştırmış; işçi ile sendikalar arasındaki bağ zayıflamıştır. İşçilerin sendikalara olan güvensizliği ile sendikaların verili durumdaki üye sayılarında bir rahatsızlık hissetmemeleri, örgütlenme gibi bir dertlerinin olmaması sonucunda Türkiye’deki sendikalı işçi sayısı” Bakanlığın verisinde toplam işçi sayısı 16 milyon 413 bin 359 olarak kaydedilirken, sendikaya üye olan işçi sayısı 2 milyon 241 bin 940 oldu.” Burada DİSK’e ayrı bir parantez açarak yazıyı bitireceğim. Çünkü kurulduğu tarih olan 1967 ile 1980 yılları arasında sınıf sendikacılığının nasıl yapılması gerektiğine dair önemli işler yapmıştır. Hem üye sayısı açısından hem de işçi sınıfı tarihine not düşecek grev ve eylemlerle. Yani öncülük ettiği örgütlü olduğu bu yıllar aslında. İşçi sınıfının en büyük boyun eğmeme çıkışı 15 16 Haziran’da DİSK’in kapatılmak istenmesine karşı yüzbinlerce işçinin gösterdiği tepki olmuştur. Yine 1 Mayıs 1977 yılında yüzbinlerce işçinin bir araya gelmesi bugün de hatırlanan bir durumdur. 1980 yılındaki TARİŞ direnişi yine hafızalardaki yerini almıştır.
Sınıf sendikacılığından, uzlaşı sendikacılığına evrilen bu sürecin işçi sınıfı için bir yararı olmadığı kesin.
DİSK bugün kendi hafızasını sıfırlayacak işlerin altına imza atıyor. Toplu sözleşme yapabildiği önemli iki sektör olan metal ve belediyelerde işçilerin taleplerine kulaklarını tıkayıp belediye başkanlarıyla kutlama halaylarında neşe saçıyorlar. Neşelerinin nedeni üyelerinin haklarını almış olmaları değil belediye başkanlarını üzmemiş olmalarından kaynaklı. Merkezden başlayıp şube yönetimlerine kadar, işçilerden uzak, toplu sözleşmeden işçilerin dahi bilgisi olmadan sağlanan anlaşmalar sebebiyle üyelerinden büyük tepkiler alıyorlar. Sınıf sendikacılığından, uzlaşı sendikacılığına evrilen bu sürecin işçi sınıfı için bir yararı olmadığı kesin. CHP’deki değişim tartışmalarında, hâlihazırdaki krizlerin sebeplerden biri düzenin dışında bir değişimin olmayacağı düşüncesi ile başka bir siyaset arayışı içine girilmemesidir. Aynı durum DİSK için de geçerli. İçerisindeki bir yönetim değişimiyle sınıf sendikacılığı yaratılacağı beklentisi de gerçeği yansıtmıyor. Patronların ve örgütlerinin masasında ricacı değil, mücadeleci yeni örgütlenme modelleri muhakkak oluşturulacaktır. Patronların Ensesindeyiz Ağını bu açıdan izlemekte fayda var.