Devletin bir kurumunda eziyet görmüş engelli bir gencin hayatı 2700 TL adli para cezası kadar ediyor, hem de ödemesi 4 taksit. Seyirci sıralarında oturan anneler isyanda, sonuç hepsi için büyük bir hayal kırıklığı, bense sadece bir mahcubiyet hissediyorum.

İki hafta önce epey kalabalık bir grupla birlikte bir duruşma salonundaydık. Üstümde cübbem, karşımda kürsü, hâkim, savcı, seyirci sıralarında onlarca otizm annesi, bazılarının yanlarında çocukları ve arka sırada da oğlum vardı.

Otizmli bir gence, kaldığı bakım merkezinde bundan 3 yıl önce uygulanan şiddetin davasını görüyorduk. Dosya pek de kabarık değil, çünkü aslında geçen bu süre boyunca pek çok duruşma yapılmasına rağmen, mahkeme bizim neredeyse hiçbir talebimizi kabul etmemiş, iyi bir süreç yönetmemişti.

Ceza hukukunun amacı somut gerçeğin ortaya çıkması, o mahkemedeki herkes görevini aslında tüm toplum adına yapıyor. Dolayısıyla dosyada biz talep etmesek bile yer alması gereken deliller, dinlenmesi gereken tanıklar var.

Defalarca dilekçe verip, olayın olduğu gece orada nöbetçi olanları çağırın dinleyin diyoruz, hâkim olmaz diyor. Tahkikatı genişletin burada işkence olarak yorumlanabilecek kadar ağır bir suç var diyoruz, aldırmıyor. Bir an önce dosyasını kapatmanın peşinde. Sanık bile aynı talepleri tekrarladığı halde mahkeme bütün bunlara hiç bakmıyor.

Savcı ise bambaşka havada, o makamda oturan biri olarak bizden daha dikkatle suçun peşinde olması gerekirken sanki tesadüfen oradaymış gibi bir duruş, hatta oturuşu var. Duruşmaya girmeden önce dosyayı bile okumadığından eminim ama ispat edemem.

Sonuç ibretlik, devletin bir kurumunda eziyet görmüş engelli bir gencin hayatı 2700 TL adli para cezası kadar ediyor, hem de ödemesi 4 taksit. Seyirci sıralarında oturan anneler isyanda, sonuç hepsi için büyük bir hayal kırıklığı, bense sadece bir mahcubiyet hissediyorum. Kafam önüme eğiliyor duruşmadan çıkarken… Oradaki tüm annelere hatta oğluma bile borçlu hissediyorum. Bizi bunun için mi bu kadar yoldan getirdin deseler, söyleyecek sözüm yok.

Canım çok sıkılıyor, hem de çok…

Mesleğe klasik daktiloya karbon kopyalı kâğıt takarak başlamıştım, bugün dilekçelerimi teknolojinin nimetlerinden faydalanarak kablosuz ağlardan gönderiyorum. Adliyelerin son otuz yıllık tarihçesini adım adım izleyecek kadar süre adliyelerde bulunmuşluğum var. İlk yıllarda tanıştığım savcı ve hâkimlerden bugüne çok şey değiştiğini zaten biliyorum. Ama bu kadar çok gidip bir arpa boyu yol alamamış olmak bana çok tuhaf hissettiriyor.

Hayat öyle garip ki neredeyse ertesi gün bana Ankara’dan bir çağrı geliyor. Görev yaptığım bir komisyon sebebiyle bir söyleşiye çağrılıyorum. Atanma aşamasındaki hâkim ve savcı adayları ile bir sohbet programı yapılacak, duyunca şaşırıyorum. Sanki bizi çağıranlar duruşmada yaşadıklarımızı biliyormuş gibi geliyor. Oysa bu iki olayın arka arkaya gelmesi tamamen tesadüften ibaret, tabii tesadüflere inananlar için… Ben hayatın kendi planları olduğuna inanıyorum.

Oğlumla kalkıp Ankara’ya gidiyoruz, akademinin bahçesinde onun sonbahar yapraklarıyla fotoğraflarını çekiyorum. Akademinin başkanı belki de hayatında ilk kez bir otizmliyle birlikte zaman geçiriyor. Etkinlik verimli geçiyor, hepimiz faydalı bir başlangıç yaptığımızı hissediyoruz.

Söyleşi bitiminde karşımızda oturan gençlerden biri tam biz oğlumla kapıdan çıkmak üzereyken yanımıza yaklaşıyor. Bana; “Ben Hukuk Fakültesinde öğrenciyken siz okulumuza gelip bize Çocuk ve Adalet diye bir seminer vermiştiniz, ben o zaman anlattıklarınızdan çok etkilenmiştim. Aslında bugün bu söyleşiye davetli değildim, kapıda tesadüfen kim geliyor diye sordum, isminizi görünce dersten izin alıp geldim” diyor.

Gözlerim parlıyor, zihnimde bir zaman makinesine biniyor, geleceğe gidiyorum. Bir an onu kürsüde hayal ediyorum, geçen hafta yazdığım dilekçeleri ona yazdığımı düşünüyorum. Kürsüde o olacak, biliyorum dilekçelerimi okuyacak ve ne demek istediğimi anlayacak. Biliyorum bugün olmasa da yarın bir şeyler değişecek. Çok eminim, o duruşma salonundan çıkarken boynuma asılan umutsuzluk bu cümleleri duyduğum o genç hâkim adayı kürsüye çıktığı gün itibariyle tuz buz olup dağılmış olacak. Yepyeni bir hayat başlayacak…

Ona bu duygularımı söylediğimde duyduğum cümlelerden sonra iyice emin oluyorum bundan.

Diyor ki; “Değişim birden olmuyor, doğru bildiğimizi doğru zamanda savunmak ve gerisini zamana bırakmak en iyi sonucu verecektir, veriyor da. Moralimizi yüksek tutalım. En umulmadık yerde karşımıza çıkar emeklerimiz”

İçimden “sen benim umudumsun sayın hâkim diyorum, sen benim umudumsun”

ü

Editör: Sedef Erken